1. YAZARLAR

  2. Ferdi Sabit Soyer

  3. DÖVİZ KRİZİ
Ferdi Sabit Soyer

Ferdi Sabit Soyer

DÖVİZ KRİZİ

A+A-

 

 

Yaşadıklarımızı tartışmak ve çıkış yolu aramak oldukça önemli. Döviz krizi ile yaşadıklarımız bize, yapısal tüm sorunlarımızı da tartışma zemini yaratmalıdır.
Çünkü, bu yapısal sorunları ellemediğimiz zaman, bu sıkıntılar hep tekrarlanan bir hale dönüşür.
Üstelikte, her tekrarlandığında da, her bir bireyden ve tüm toplumdan, yalnız ekonomik olarak değil, manevi ve insani pek çok değeri, eskisinden daha büyük olarak alıp gider. Tıpkı arka arkaya gelen daha büyük selin, çekilmesinin geride bıraktığı yıkım gibi, bu tekrarlanan bir yaşanmışlığına döner.

TOPLUM OLARAK KAYIP…

DPÖ'nün verileri temelinde baktığımızda kişi başına düşen Milli Gelir, 31 Aralık 2014 itibarı ile 15 bin dolardı.
Günümüzdeki dolar kuru ile hesaplarsak, kişi başına düşen Milli Gelir, günümüzde artık, 12 bin dolar dolayındadır.
Yani, her bir kişi ve toplum, durduğu yerde, yıllık 3000 bin dolar yoksullaştı.
Kısacası 7 sene geriye gittik.
Ayrıca, KKTC Bankalarında 12 milyar TL değerinde mevduat var. Bunun yine verilere göre 6,5 milyarı TL cinsi mevduattır. Faiz oranları değişmediğine göre, bu TL cinsi mevduatta, kendi içinde önemli bir değer kaybına uğramıştır.
Ayni temelde bakarsak, 2014 sonu itibarı ile bankacılık sisteminden kullanılan kredi miktarı 9 milyar TL'dir. Bunun 6 milyarı TL ve 3 milyarlık TL'lik kısmı da yabancı para cinsindendir.
Bu döviz krizinin yol açtığı ekonomik sıkıntının, kredi geri dönüşlerde, bankacılık sisteminde yol açabileceği, dertlerin büyüklüğünü de bu veriler bize göstermektedir.
Yine devlet verilerine göre, 2014'teki ithalatımızın toplamı 1,784 milyar dolardır.
İthalatımızın % 66,5'ini,  Türkiye'den gerçekleştiriyoruz. Bu ithalatı da Türkiye'den, diğer ithalatımız gibi dolar üzerinden yapmaktayız...
Yani TL kullanıyoruz, ama Türkiye ile yaptığımız ticarette dahi, temel baz, dolardır.
Bu nedenle bu döviz krizi ile biz, eğer 2014'te yaptığımız ithalat kadar bir ithalatı, yine yaparsak, 2015 yılında, bu kez, ayni miktar ithalat için, en azından % 30 daha fazla kaynağı, bu kur farkını karşılamak için dışa aktarmak zorunda kalacağız.
Yani toplum olarak TL kullanmaktan ötürü, bu nedenle resmi olmayan bir "enflasyon vergisini" de fiilen ödemek zorunda kalacağız.
Peki bu durumun yol açtığı diğer yıkımlar?
Asgari ücretli malum… Ama asgari ücretli dışında, kamu ve özelde çalışan insanların  toplamının, ortalama maaşının, 2,500 bin TL olduğunu da ele alırsanız, durumun  yaygın yıkıcı etkisini daha da çarpıcı olarak değerlendirirsiniz Çünkü, Aralık 2014'te bir doların 2,3;  bir Sterlin'in 3,5 TL olduğu ve doların günümüzde 2,9; Sterlin'in 4,5 TL olduğu gerçeği  ile hesaplarsanız, herkesin maaşının yüzde otuzlara yakın azaldığını görürüz. Bu krizden kaynaklanan fiyat artışları ile oluşan diğer kayıpları da hesaplarsak, durum çok olumsuz olur.

YANGIN YERİNDEN GANİMET KALDIRMA

Bu yıkımın, maaş artışları ile karşılanması, elbette ki emekçilerin, çalışanların, kısa vadeli ihtiyaçları için önemlidir.
Ama, eğer köklü tedbir almazsak, bunun yalnız günü kurtaran bir olay olacağını da bilmemiz gerekir.
Çünkü, geçmişimiz, bunun acı yaşanmışlıkları ile doludur. 1970'lerde 3000 TL olan maaşlar, 1990'larda 5-6 milyon TL olunca, yaşamımız, 1970'lerden daha kötü olmuştu. Yoksulluk ve öfke daha artmış, yaşam çok daha zor olmuştu.
1990'larda her yılbaşı maaşlara HP ödeneği olarak yansıyan minimum % 30'luk artışlar, hiç bir şeyi çözememiş, maaşların miktar olarak artışı ile yoksulluk daha da artmıştı.
Bu yüzden TL kullanımı ile reel olarak tüm ekonomik ilişkilerin, hatta, Türkiye ile ticaretin dahi, fiilen  döviz üzerinden olduğu gerçeği, bu temel çelişki, bir  gerçekliktir.
Bunun yol açtığı olumsuzluğu, ekonomi ve insan yaşamı üzerinden okumaz ve bunu göz ardı edersek, ekonomik planlama ve çıkış yolu bulmak için tartışma ile sağlıklı sonuç elde etmek olanaklı olmaz.
Bu yüzden ya TL kullanımının yol açtığı bu erime, bir ek kaynak olarak ekonomiye ve toplum yaşamı ile insana değecek şekilde devreye girecek. Ya da artık Stabil Para birimi tartışması, ete kemiğe bürünecek.
Çünkü, bu olanlar yalnız ücretli kesime etki etmiyor. Şirketler, esnaf ve işletmelerde bundan büyük sıkıntı yaşamaktadır.
Bu ülke koşullarına göre yurttaşın alım gücü eridikçe, bundan, şirketler, işletmelerde olumsuz olarak etkilenmektedir.
Hem mal ithalatında ve üretimindeki maliyetler artmakta, hem de sıkışan piyasa nedeni ile düşen ticaret hacminden ötürü zora girmektedirler.
Üstelik özel sektörün ciddi bir bölümü de tıpkı yurttaşlar gibi iç ve dış borçlanmalarını da döviz üstünden gerçekleştirmiştir. Bu onlara ayrı büyük bir yük getirmiştir.

GANİMETÇİ BAKIŞ NE?

Ha, bu döviz krizinin bazı kesimlere yol açtığı kısmi faydalarda vardır.
Örneğin, turizmde bu bazı cazibeler yaratır. Turizmci kazanır. İhracatçı da kazanır görünür..
Ama taş çatlasa yıllık 100 milyon dolarlık İhracat kapasitemiz yanı sıra, İhracatını yaptığımız ürünlerin üretilmesine dönük yaptığımız ham ve yarı mamul malların ithalatının dolar bazında olduğu ve kur fırlamasının yol açtığı gider ve maliyet artışını da hesaplarsak, bu alanda sonuçta, İhracat  için, kamudan sübvansiyon ve destek talebinin de arttığını görürüz.
Bu günkü bu döviz kuru faciası nedeniyle, Güney Kıbrıs ile EURO kullandıkları için TL bazlı, aramızda kur farkının büyümesi ile temel tüketim malları fiyatları üzerinden, bize dönük bir cazibe oluşturduğu bir gerçektir.
Bu nedenle Kıbrıslı Türklerin Güney’den yaptığı alış veriş azalırken, Kıbrıslı Rumların Kuzey’den yaptığı alış veriş ise artabilir.
İşte bu gelişmeye bakarak, bu krizin yol açtığı bu faydayı öne alanlar ve bundan kendi çıkarları için fayda umup, gerisine boş verenler, kusura bakmasın, bunların, yangın yerinden, yangından arta kalanları yağmalamayı düşünen ganimetçiden farkı yoktur...
Bu kesimler şunu da unutmamalıdır.
% 200 aşkın Enflasyonu yaşadığımız dönemlerde turizmde meydana gelen gelişme çok azdı.
Turizmde yatırım ve gelir olarak en yükseldiğimiz dönem, 2003-2004 sonrası enflasyonun gerilediği ve kısmi istikrarın her açıdan geliştiği şartlar oldu.
Bu ticaret sektörü içinde geçerlidir. Ticaret sektörünün de büyüdüğü dönem bununla başlar. İnşaat sektörü içinde bu geçerlidir.
İşte bu yüzden artık, ekonomik ve toplumsal açıdan enflasyonun yol açtığı yıkımlardan, günü birlik fayda umanlar dahil, her kesim, pek çok yapısal sorunumuzu tartışma zamanı geldiğini görmelidir..
Bu krizin bize getireceği tek fayda budur. Akıl tutulmasının aşılmasına dönük, uygun ortam sağlamaya bizi mecbur kılması...
Yalnız bunları değil. Ama, hizmet sektörünün öncü olduğu ekonomik yapımızda, sanayi, tarım gibi üretken alanlarda, hizmet sektörünün üretkenliği temelinde, büyüyen hizmet sektörü içinde, bu sektörlere, kaliteli ve fiyatta da cazip, nasıl mal ve hizmet üreteceğimizi ve bunu nasıl geliştireceğimizi de tartışmamız gerekir.
Çünkü tek hizmet sektörüne dayalı ve bunun ihtiyaçlarının da ithalatla karşılandığı yapının, Yunanistan'da nasıl bir yıkıma da yol açtığını görerek, bunu da ciddi ciddi ele almalıyız.
Kamu ve  özel sektörde  verimliliği, teknoloji kullanımını, kalite ve verimliliği, eğitim sisteminde, hukuk düzeninde, kamu yönetimindeki  değişimleri, gelir farkı açılmasını, sosyal adaleti temel alan yaklaşımlarla, adaletli bir gelir dağılımını, vergi düzenimizde, evet kayıt altına almayı, ama insanı ve işletmeleri de, devlet gelirlerini koruma, ya da artırma maksadı ile ağır vergi yükleri altına alan düzenlemeleri de ele alıp tartışmalıyız.
Evet, daha pek çok olguyu tartışmalıyız. Ancak bunlara bağlı olarak, Kıbrıs sorununun çözümünü ve barış sürecini de ayni ağırlıkla ele almazsak, üstümüzdeki bu tarihi baskıyı ve kan emen örtüyü kaldıramayacağımızda kesindir.

Bu yazı toplam 3137 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar