Doyuma Ulaşmış Domuzlar Cenneti
Doyuma Ulaşmış Domuzlar Cenneti
Tufan Erhürman
Francisco Vergara’nın yazdığı, ne zaman karıştırsam, “ah keşke bizdeki sözde liberaller de bu kitabı okusalar” diye düşündüğüm, “Liberalizmin Felsefi Temelleri: Liberalizm ve Etik” adlı kitapta, John Stuart Mill’in meşhur bir paragrafıyla ilgili ilginç bir tartışma vardır.
Mill’in paragrafı şöyledir: “Tatmin olmuş bir domuz olmaktansa, tatmin olmamış bir insan olmak yeğdir; tatmin olmamış Sokrates olmak, tatmin olmuş bir budala olmaktan daha iyidir. Ve eğer domuz ve budala bunun tersini düşünürse, bunun sebebi meseleye yalnızca kendi açılarından bakmalarıdır. Karşılaştırmanın diğer tarafı her iki açıyı da bilmektedir”.
Mill, burada, domuz, budala ve Nietzsche’ci anlamda üst insan olarak kabul edebileceğimiz Sokrates arasında, aşağıdan yukarıya doğru bir tür hiyerarşi kurmaktadır. Bu hiyerarşinin alt basamaklarında olanlar üst basamaklarda olanlara göre daha kolay tatmin olmaktadırlar. Üst basamaklara çıkıldıkça, tatmin olmak güçleşmektedir. Mill’in bu yaklaşımının günümüzde yaygın bir deyiş hâline gelmiş olan “cehalet mutluluktur” cümlesiyle de bir ilintisi kurulabilir belki ama yazarın söylediğinin tam da bu olmadığının altını çizmek önemlidir. Mill, her şeyden önce, tatmin olmakla mutlu olmak arasında bir ayrım yapmaktadır. Hayattaki bütün hedefi karnını doyurmak ve cinsel ilişkiye girip üremek olan bir domuz, bu ihtiyaçlarını karşıladığı anda tatmin olacaktır. Budala bir insanın ihtiyaçları domuzunkilerden biraz daha fazladır. O, karnını doyurmanın ve cinsel ilişkiye girip üremenin yanına muhtemelen sosyal kabul görmeyi de ekleyecektir. Ancak budala insan için göreceği sosyal kabulün nereden kaynaklanacağı çok da önemli değildir. Örneğin, toplumu ve rejimi dönüştürmek ve daha iyi kılmak gibi bir amacı olmayan bir budala, sırf seçim ve belli bir unvan/makam kazanmak dolayısıyla tatmin olabilecektir.
Oysa Sokrates için tatmin olmak bu kadar kolay değildir. Vergara, Sokrates’in durumunu domuzun durumundan şu sözcüklerle ayırmaktadır: “Basitleştirilmiş bir örnek, doyuma ulaşmamış bir Sokrates’in bütün yaşamı boyunca, her şeye karşın, doyuma ulaşmış bir domuzdan nasıl çok daha mutlu olabileceğini kavramamıza yeter. Bir domuzun sadece tek bir arzu, mısır yeme arzusu duyabileceğini varsayalım. Tamamen doyuma ulaşmış (arzuladığı her şeye daima sahip olmuş) bir domuz, tüm yaşamı boyunca ancak tek tip bir zevki tadacaktır. Sokrates’in ise (yine daima basitleştirerek) dört arzusu olduğunu varsayalım: Yemek yemek, tiyatroya gidip Sophokles’in yapıtlarını seyretmek, felsefi tartışmalara girişmek, yurdunun yasalarında ve kurumlarında reform yapmak. Bu dördüncü arzu üzerinde durmak, domuzun aksine, Sokrates’in hiçbir zaman tam bir doyuma ulaşamayacağını anlamak için yeterlidir. Ancak, domuzun yakasını sıyırdığı kendisinin ise kaçınamadığı doyumsuzluğa karşın, Sokrates söz konusu hayvana oranla yaşamı boyunca çok daha fazla sayıda ve değişik zevkler tatmış olacaktır. Yararcıların söz ettikleri mutluluk işte bundan oluşmaktadır”.
Görüldüğü gibi, Mill’e göre mutluluk, yaşamdan alınan zevkin miktarıyla ölçülecektir ve burada miktar, yalnızca nicelikle değil, kaçınılmaz olarak nitelikle de ilgilidir. Çünkü hayattaki tek arzusu yemek yemek olan bir domuz ne kadar çok yemek yerse yesin, alacağı zevk, duyacağı mutluluk Sokrates’inki kadar fazla olmayacaktır.
Oysa ilginçtir, liberalizmden filizlenen neo-liberalizmin hâkimiyetini ilan ettiği günümüz dünyasında, insanın durumu Mill’in ve Vergara’nın anlatmaya çalıştığı gibi değildir. Bugün mutluluk, tatmin derekesine indirgenmiştir. Biraz daha ileri giderek söylersek, genel olarak insanlar, Mill’in tarif ettiği “budala insan” vasatında buluşmaktadırlar. Arzular, daha çok yemek yemek, daha fazla sevişmek ve sosyal kabul için daha çok kazanmak, daha çok harcamak, “daha yüksek” makam işgal etmek noktasında teksif olmaktadır.
Vergara’nın (kendisinin de dediği gibi fazlasıyla basitleştirerek) saydığı Sokrates’e ait dört arzudan üçü, vasat insan için hızla arzu olmaktan çıkmaktadır. Sanata, felsefeye ve hakiki manasıyla siyasete duyulan ilgi ve bunlardan alınan zevk günbegün değerini yitirmektedir. Peki bu gelişme insanlığı daha mutlu mu kılmaktadır? Solu, sosyalizmi falan bir yana bırakın, liberal felsefenin öncülerine göre dahi, insanlar mutluluktan giderek uzaklaşmakta, tatmine odaklanarak, budalalığa, hatta yer yer hayvanlaşmaya doğru yol almaktadırlar.
Kanımca, biz Kıbrıslı Türklerin bu tartışmadan çıkarmamız gereken çok sayıda ders vardır. Yaşlı ve orta yaşlı kesimi bir yana bırakıp gençlere ve çocuklara yönelik yaklaşımlarımızı hatırlayalım. Bu nesillere verdiğimiz öğüt, sanattan, felsefeden uzaklaşmak ve istihdam ve para getirecek bir iş sahibi olmaya odaklanmaktan ibarettir. Orta ve üst sınıfların çocuklarına piyano, keman vs. dersleri aldırıyor olması da bizi yanıltmamalıdır. Bu derslerin çocuklarımıza sanatı sevdirme değil, diğer çocuklarla (hatta diğer çocukların aileleriyle) rekabette öne çıkmalarını sağlama amaçlı olduğu hepimizin malumudur. Siyaset ise tamamıyla anlam kaybına uğramıştır. Siyaset yapan orta yaş kuşağı ve siyasete soyunan genç kuşak için bu faaliyet, toplumu ve sistemi dönüştürme hedefinden kopmuş, mevki/makam sahibi olmanın, dolayısıyla sosyal kabul görmenin bir aracına dönüşmüştür.
Bütün bunları dikkate alarak kendimize sormamız gerekir: O her gün kendimizden fazla düşündüğümüzü iddia ettiğimiz gençleri ve çocukları mutlu olacakları bir geleceğe mi hazırlıyoruz? Yoksa bütün bu çaba, onları hayattan tatmin olacak budalalar olarak yetiştirmek için mi?
Kafaları ellerin arasına alıp uzun uzun düşünmekte yarar vardır...
***
John Staurt Mill, “Utilitarianism”, http://www.earlymoderntexts.com/pdf/millutil.pdf, s. 7, erişim tarihi: 6.5.2013.
Francisco Vergara, Liberalizmin Felsefi Temelleri: Liberalizm ve Etik, çev. Bülent Arıbaş, İstanbul, İletişim Yayınları, 2006, s. 103-104.