Dr. Ahmet Gülle: BARIŞ ve Medeniyetlerin Buluşması Projesi; KIBRIS!
KONUK YAZAR / Dr. Ahmet Gülle (*)
“Bütün savaşlar birer iç savaştır; çünkü bütün insanlar kardeştir!” cümlesinin anlamı insanlığın ve aşırı rekabet ve savaşlardan ciddi bir şekilde etkilenen dünyamızın dün, bugün ve gelecekteki en önemli kavram ve gündemi olmaya devam edecektir. Çünkü temel gerçekliği yansıtmaktadır. Savaşları durduracak, aşırı hırs ve istekleri engelleyecek bir anlayış, dünyamızı ve insanlığın serüvenini çok daha anlamlı kılacaktır. Ne yazık ki geçmişte ve halen, farklılıklarımız ( Dil, din, ırk, yaşam tarzı ve inançlar, ekonomik gelişmişlik seviyeleri vb) öncelikle bireyler, daha sonra sektörler ve en genelinde de devletler olarak birbirimizi ötekileştirmeye, çıkar çatışmalarına ve giderek düşman olarak görmeye kadar gitmektedir. Kontrolsüz rekabeti ve çıkar çatışmasını normal kabul edip kardeşliği, işbirliğini ve dayanışmayı öngörmeyen anlayışlar dünyamızı ve insanlığı, birbiri ile ekonomik, kültürel ve bununla bağlantılı stratejik çıkarlar uğruna savaş alanlarına çevirmiştir. Aşırı kar hırslarının yarattığı kontrolsüz tüketim toplumu anlayışı da yine insanlığın değerlerini ve dünyamızdaki kaynakları tüketen bir sistem olarak karşımızda durmaktadır. Düşünce sistematiği veya dünya görüşü ne olursa olsun, en derin anlamını başlangıçtaki cümlede özetleyebileceğimiz kavram tüm insanlığın temel ilke ve değeri olmadığı sürece bu böyle sürüp gidecektir. Bunun için, BARIŞ – KARDEŞLİK – DAYANIŞMA ilke ve değerlerinin içselleştirilmesi için içinde bulunduğumuz durum veya pozisyona bakılmaksızın ne olursa olsun, örgütlü ve enternasyonalist bir mücadelenin verilmesi zorunluluğu önümüzde durmaktadır. Adamız Kıbrıs da, bu olumsuz, yanlış anlayış ve ötekileştirici çıkar ilişkilerinin yaşandığı en güzel örneklerden birisi olarak karşımızda durmaktadır.
Günümüzde ve tarihin her döneminde Orta Doğu, Doğu Akdeniz bölgeleri stratejik öneme sahip olmuş ve her zaman uluslararası ve bölge güçleri tarafından kontrol edilmeye çalışılmış ve halen de çalışılmaktadır. Genel stratejik önemi yanında hidrokarbon yatakları, enerji nakil hatları ile birlikte Doğu Akdenizin ve Orta Doğu’nun önemi daha da artmıştır. Batılı stratejistler ve düşünce kuruluşları her zaman genel tezlerini bölgenin öneminden dolayı Orta Doğu ve enerji üzerinden kurgulamışlardır. Batılı stratejist Brzezinski *, 1980’li yılların başlarında, başlamış olan İslami uyanışın Amerikan çıkarlarına yönelik bir tehdit oluşturacağı öngörüsünde bulunuyordu. 1990’lı yılların başında Fukuyama**, “Tarihin Sonu” isimli tezinde yine Ortadoğu’da hakim olan İslam Dünyasını batı değerlerini tehdit eden yeni karşı kutup olarak göstermekteydi. Yine Huntington***, 1990’lı yılların ortalarına doğru ortaya attığı “Medeniyetler Çatışması” teziyle, İslam Dünyası’nın medeniyetler çatışmasının merkezinde yer aldığını ve Türkiye’nin siyasi yapısı ve yönelimleri ndeniyle “kararsız ülke” konumunda olduğunu iddia etmiştir. Farklı kültürlerin uyanışını veya gelişimini, yaşadıkları coğrafyada kendi geleceklerini düşünmelerini, ülkelerinde daha fazla demokrasi ve insan hakları istemelerini bir tehlike veya batı için risk olarak gören anlayışlar, bu siyasetin bir ürünü olarak bu ülkeleri ötekileştirmeyi ve bir tehdit unsuru olarak görmeyi doğal! kabul etmektedirler. Jeokültürel kutuplaşma temelindeki bu stratejiler, jeopolitik dışlama stratejisinin bir unsuru olmuş, bunun sonucunda Bosna dramı yaşanmış, Filistin dramı halen yaşanmaktadır. Türkiye’nin AB’ye giriş sürecinde, Türkiye’yi AB’ye tam üye yapmayıp özel ilişkileri olan bir ülke durumunda bırakma isteğinin temelinde yatan düşünsel unsurlar hep bu tür kutuplaştırıcı, ötekileştirici anlayışların ektiği tohumların yeşermesiyle ortaya çıkmaktadır.
Adamız Kıbrıs, işte tam bu coğrafyanın içinde, Hidrokarbon yataklarına, enerji nakil hatlarına yakın ve jeopolitik stratejik konumuyla dünya ölçeğinde küçük olmasına rağmen günümüz ve geleceği ilgilendiren birçok konuda çok hassas bir noktadadır. Çünkü enerji boyutu dışında Hristiyan ve Müslüman iki kültürün temas noktasındadır. Ayrıca AB üyesi olması, adanın kuzeyinin AB muktesebatına dahil olmaması ve AB’yi stratejik hedef olarak değerlendiren ve üye olmak isteyen Türkiye’nin de adanın garantörü olması sebebiyle uluslararası boyutta pek çok sorunun kesişme noktasındadır. Günümüzde Orta Doğu ve Doğu Akdeniz bölgelerinde soğuk savaş döneminin ideolojik kutuplaşmasının dışına çıkılmış; enerji politikaları, doğu-batı, İslam - Hristiyan dünyalarının buluşma – temas noktaları, demokratikleşme , sosyal uyanış, diktatörlüklerden kurtulma, farklı kimliklerin kendilerini kabul ettirme ve birlikte yaşama mücadelelerinin yaşandığı bir bölge olarak görülmekte ve bu çok yönlülük ve öneminden hareketle, batılı güçlerin bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak müdahalelerde bulunduğu dinamik süreçler yaşanmaktadır. Medeniyetler çatışması tezinde, Türkiye ait olduğu medeniyet çevresinden çıkmak isteyen ancak girmek istediği medeniyet çevresince de reddedilen bir ülke olarak tanımlanırken, AKP ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan liderliğinde Türkiye, içindeki farklı kültür ve inançlarla birlikte “Medeniyetler Buluşması” tezini ortaya atmıştır. Doğu ile batının çatışma değil buluşmasını, işbirliğini, barış ve kardeşliğini ortaya koyan bu tez, bu ilkelere bağlı kalındığı sürece güçlü ve doğru bir tezdir. Bu nedenle batıdan ve AB’den de destek bulmuş ve adımlar atılmaya çalışılmış ancak yaşama geçmesinde şimdilik yeterince başarılı olunamamıştır. Türkiye’nin AB üyeliği bu tezin hayata geçeceği en yakın temas noktası olarak seçilmiş ancak eski tezlerin yarattığı önyargılarla birlikte pratik sorunlar daha fazla ilerlemeyi şimdilik durdurmuş veya çok yavaşlatmıştır. İlişkilere bakıldığında, doğu ile batının en temel, gerçek ve anlamlı temas noktası Kıbrıs’tadır. Yıllarca birlikte yaşamış iki toplum var ortada! İç savaş yani kardeşler savaşı, ötekileştirmeler, düşmanlıklar, kin ve nefretler bir yanda, ortak çıkar ve gelecek, herkesin kazanacağı çözümlemeler bir yanda. Üstelik genelde bütün dünyada, BM’de, AB’de ve iki toplum liderlerinin zirve kararlarında hep çözüm ve federasyon öngörülmüş ve taraflarca kabul edilmiştir. Kıbrıs’taki Türkler ise İslam ve batı medeniyeti (AB) buluşmasının çok güzel bir sentezini oluşturmuşlardır. Bu sentez, birçok dünya ölçeğinde stratejistin ve düşünce kuruluşlarının odak olarak aldığı doğu-batı sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik ilişkileri anlamında Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’deki en önemli olgudur. Bu sentezden doğacak, adadaki Federal çözüm ve AB ilişkilerinin yaratacağı sinerji, işte o zaman medeniyetler buluşmasından öteye geçecek ve bizlerin her zaman savunduğu BARIŞ Projesi’ne dönüşecektir. Oluşturulacak BARIŞ, farklı kültürlerin kutuplaştırılması değil yakınlaşmasını, enerji kaynaklarının tüm insanlık yararına kullanılmasının da kapısını açacaktır. Bu nedenle bizler, Kıbrıs Türk Halkı, Kıbrıs Rum Halkı, Türkiye, Yunanistan, İngiltere, AB olarak atacağımız çözüm ve barıştan yana adımlarla aslında bölge ve dünya çapında çok daha büyük gelişmelerin ve sinerjilerin yaratılmasını sağlayabilecek potansiyeli içimizde barındırıyoruz.
Burada çok önemli olan nokta, Kıbrıs Türk Halkının uzun yıllar içerisinde, kültürü, gelenekleri, inancı ve yaşam tarzıyla kimliğini oluşturduğu sentezdir. Bu sentezin ve kimliğin bozulmaması, tersine desteklenmesi ve güçlendirilmesi gerekmektedir. Çünkü bu sentezin bozulması, sanıldığının aksine kimseye bir yarar sağlamayıp tersine medeniyetler buluşması tezini ve bizim daha da ileriye götürmeye çalıştığımız sadece Kıbrıs’ta değil Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki ÇÖZÜM ve BARIŞ tezini baltalayacaktır. Bütün ilgili tarafların ortak çıkarlarının buluştuğu nokta olan ÇÖZÜM ve BARIŞ tezimizin temelinde Kıbrıs Türk Halkı’nın çok uzun yıllar içerisinde oluşturmuş olduğu doğu-batı medeniyetleri sentezi çok büyük öneme sahiptir. Bu nedenle oluşturulacak ve geliştirilecek politikaların temelinde Kıbrıs Türk Halkı’nın kimliğinin korunmasının özel bir önemi vardır. Kıbrıs’ta federasyon ve çözümden yana atılacak her adım, aslında dünya barışına, medeniyetler buluşmasına da önemli katkı sağlayacaktır. Kıbrıs Türk Halkı’nın Türkiye Halkı ile olan çok güçlü tarihsel geçmişi, tarihten gelen kardeşlik ilişkisi, psikolojik ve ekonomik bağları koparılamaz, vazgeçilemez niteliktedir. Kurulacak olan kişilikli ve dengeli ilişki ile çözüm ve barış yolunda izlenecek politikalarla, başta Kıbrıs Türk ve Rum Halkları ve Türkiye olmak üzere, AB’nin ve bölge ülkelerinin tümünün karşılıklı yararlar sağlayacağı ve dünya ölçeğinde etkiler yapacak açılımlar geliştirilebilecektir.
Bütün bu süreçleri gözönünde tutarak, Kıbrıs Türk Halkı olarak bizlerin de kimliğimizi, kültürümüzü koruyarak, çözüm ve barışa hizmet edecek strateji ve açılımları yaparken kendimize çekidüzen vermemiz gerekmektedir. Sürdürülebilir olmayan sosyo-ekonomik yapımızı, kendi ayakları üstünde durabilen, yaşadığımız coğrafyanın öznesi olabilen bir yapıya büründürmemiz gerekmektedir. Güçlü ve zayıf yanlarımızı ortaya koyarak , federal çözümü destekleyecek sürdürülebilir bir sosyal ve ekonomik yapı oluşturmamız gerekmektedir. Son yapılan seçimlerde halkımız, bu dönüşümü, değişimi, sentezi yapabilecek güç olarak CTP-BG’yi işaret etmiştir. Yine 28 temmuz seçimiyle halkımız, değişimden çok süregelen yapıya küçük rötuşları öngören, toplumsallıktan çok bireyselliği ön plana çıkaran anlayışı dağıtmış ancak yıkmamıştır. Bir anlamda CTP-BG liderliğinde, onun değişim ve dönüşüm vizyonuyla hareket edecek ancak etkili ve kalıcı sonuçlar alabilmek için geniş tabanlı olacak bir koalisyonu öngörmüştür. Yine son UBP hükümetinin hükümete geliş süreci değerlendirildiğinde, statükoyu sürdürmek vaadiyle gelen UBP’nin bunu yapmasının mümkün olmadığı, toplumu kucaklayan bir vizyona sahip olunmadığı zaman değişim ve reformlar yapmanın mümkün olamayacağı açıkça görülmüştür. Yine ortaya çıkan çok önemli bir sonuç ise, yapılacak değişim ve reformların, toplumsal değer ve kimliğimizi koruyarak yapılması gerektiğidir. Bu yapılmadığı, yani değişim, yeniden yapılanma ve reformlara; dününü, bugününü ve geleceğini değerlendirip planlama yapan bir toplum olarak sahip çıkılmadığı takdirde dönüştürücü ve geliştirici bir sonuç alınamayacağı ortaya çıkmıştır. Bu iki ana sonuç; yani “sürdürülebilir olmayan yapının değiştirilip kendi ayakları üzerinde durabileceğimiz bir yapıya dönüştürülmesi” ve “bu dönüşümün toplumsal kimlik ve değerlerimizi koruyarak yapılması gerektiği”, yeniden yapılanma ve reformlara yönelik adımlar atılırken gözönünde bulundurulması gereken iki ana parametreyi oluşturmaktadır.
***
Kaynaklar:
*Ahmet Davutoğlu; Stratejik Derinlik
**Franchis Fukuyama; Tarinin Sonu
*** Samuel Huntington; Medeniyetler Çatışması
(*) Dr. Ahmet Gülle, CTP-BG Lefkoşa Milletvekili