Dr.Alper Baydar’ın Ardından
Ölümü kimse kimseye yakıştıramaz biliyorum ama Alper doktorum için ben “ölümü” gerçekten yakıştıramayalardanım.
Alper doktorumla öylesine uzun bir dostluk geçmişim olmadı.
Gıyaben tanışıklıktan yüz yüze tanışıklığımız; rahmetli anne ve babamın doktoru olmasıyla başlamıştı. Bir defasında eşimi de götürmüştüm muayenehanesine. Böylece birbirimizi daha bir tanır olmaya başlamıştık.
Siyasi görüşlerine olan yakınlığım, “bizim taraflı”(Leymosun-Evdim-Malya) olan yanı, her karşılaştığımızda sıcaklığını hissetmeme neden olmuştu.
Kendisiyle en uzun görüşmem, iki saat sürmüştü.
Yıl 2011, Haziran’ın 20’si... söz konusu dönemde KT Tabibleri Birliği’ne, “Başkanlarımız” ve “Mesleğimizden Anılar” başlıklı toplam 14 Başkan, 5 Mesleki Anılardan oluşan 2 belgesel projesi yapmıştım.
KTTB’ne bir dönem başkanlık da yapmış olan Alper doktorumu böylece çok daha detaylı bir şekilde yakından tanıma fırsatı bulmuştum.
Bu belgeseller format gereği 30 dakikalık bölümlere dönüştürülmüştü ama röportaj kayıtları kimisiyle 1 saat kimisiyle 3 saat sürmüştü. Alper doktorumla 2 saati geçmiştik.
Çocukluk dönemlerinden gençlik, lise, üniversite, meslek yaşamına atılması, her dönemde çektiği sıkıntılar ve verdiği mücadele, inançlarına bağlılığı, insanlara saygısı, yurduna olan sorumluluğu... sanki yaşamının bir özeti gibiydi 2 saatlik kaydedilenler.
Ham görüntüleri yeniden buldum bilgisayarımda. Oturup izledim. Kâh gözlerim doldu, kâh üzüldüm, kâh gülümsedim anlattıkları karşısında.
İstedim ki o upuzun röportajdan bazı anlatımlarını sizlerle paylaşayım.
Hani belki birgün KTTB yetkililerimiz bu röportajları kitaplaştırma konusunda karar verirse, yaşama bedensel olarak veda etmiş ve yaşamını sürdüren bu değerli insanlarımızın “yaşamsal izdüşümlerinin” yer alacağı böylesi bir kitap, vefa’nın ve saygının en büyüğü olur kanaatindeyim. Bu konuda her türlü yardıma da açık olduğumu bu vesileyle belirtmek isterim. Çünkü “vefa”; bu toplumun değerlerinden kalan belki de en son şeydir...
“Huzur içinde uyu” doktorum diyerek, o sıcak ve içten sözleriyle yazımızı noktalıyoruz...
“...postacı bana birgün üniversite sonuçlarını getirdi. Açtım baktım, Ankara Üniversitesi Antalya Tıp Fakültesi gibi bir sonuç çıktı tercihlerimden. Onu kazandığım yazıyordu. “amman” dedim, yazdım ama kazandım da, bu okul ne zaman biter, ne zaman geri gelirim, ne zaman iş kurarım, ne zaman evlenirim, ne zaman çoluk çocuk sahibi olurum filan diye o an içime de bir korku düştü. Çünkü tıp eğitimi uzun yıllar sürerdi. Her şeye rağmen bir yandan da seviniyordum, neden çünkü bir okul kazanmıştım... Biz de hem Kıbrıs’tan gelmiş olmamız nedeniyle, birazcık burdaki yaşadıklarımızdan biraz da orda gördüğümüz olaylardan; işte uçurum zenginliğini ve uçurum yoksulluğunu orda (Türkiye’de) gördük. Kurulu düzene karşı istemeden içimizde bir tepki oluştu. Yani daha iyi birşeyler olmalı, daha adil bir düzen olmalı diye... Ve yavaş yavaş hem okul yaşamı hem de kendimizi siyasal bir anlayışa sahip öğrenci hareketinin içinde bulduk. İyi ki bulduk çünkü, bu bize dünya ufkumuzu genişletme imkanı verdi. Dünyaya bakışımızı değiştirdi. Dünyayı, sosyal olayları yorumlayabilme, anlatabilme yeteneğini bizde geliştirmişti... o sosyal karmaşa, politik gerginlik içerisinde bir yandan okulu başarıyla bitirmemiz için gerekli çabayı sarf ederken, bir yandan da okuldaki demokratik hareketin içerisinde üstümüze düşen ne varsa yapmaya çalışıyorduk. Buna ek olarak Kıbrıs’taki varolan Faşist, baskıcı hükümet yönetimine karşı Türkiye’den ses vermeye çalışıyorduk... Çoğu arkadaşın okulu bitirmesi AKÖK’ün, daha sonraları KÖGEF’in bu örgütlenmesi sayesinde olmuştur. Çünkü Kıbrıslı öğrencilere özellikle maddi durumu kötü olanlara çok yardım edildi, sahip çıkıldı, hem barınmaları hem de karınlarını doyurmaları sağlandı ve okullarını bitirmeleri için sürekli yol gösterildi...”