1. YAZARLAR

  2. Eralp Adanır

  3. Dr.Necdet Ünel’in ardından...
Eralp Adanır

Eralp Adanır

Dr.Necdet Ünel’in ardından...

A+A-

Dr. Necdet Himmet Ünel beyle tanışmam, “tarih insanlar” dağarcığımda açılan bir çığırdı. Kasım 2012’de Kıbrıs Türk Tabibleri Birliği yönetim kurulundaki dostların istemleriyle, rahatsız olduğunu bildiğimiz Necdet bey’i; yaşadıklarını, tanıklıklarını, düşüncelerini, hayallerini ve de hayal kırıklıklarını ve kırgınlıklarını kayıt altına almak, Kıbrıs Türk Toplumunun “belleğine” Necdet beyin belleğiyle katkı koymak için bir günlüğüne Dr. Ahmet beyle birlikte Viyana’ya uçmuştuk. Sabahın köründe yollara düşüp, ikindin Viyana’ya varmış, bir-iki saatlik hotel yerleşiminden sonra da taksiye atlayıp Necdet beyin evinin yolunu tutmuştuk. Bizi evinin kapısında değil, sokağın kapısında karşılayacak kadar centilmen, hani derler ya “tatlı-sert” bir mizaçla karşılaşmıştım ilk kez. Evet Necdet beyin ismini bizden büyüklere sorduğumuzda tanımayan yoktu. Rahmetli babamın, kendisinden saygı ve gururla bahsettiği bir kişilik yanında, kayınvalidemin “bir zamanlar Necdet modası vardı” dediği; bu topluma bir birey kazandıran doğum kliniklerinin başında gelmekteydi bir dönem; Necdet beyin kliniği.

Elimde iki kamera, alet edevat, yorgunluğumuzu silip süpüren, evindeki loş ve her yanı kültür ve entellektüellik kokan bir mekana girdik. Sevecenliği yanında bir “lady” ağırlığındaki eşi bizi karşılayarak yorgunluğumuzu gidermek için Viyana’nın çeşitli kek ve tatlılarıyla donattığı, masaya davet etti. Mum ışığı, köşeleri aydınlatan abajurlar, fonda Viyana’ya özgü valslerin derinden gelen sesi. Sanki bir rüyaydı.

Rahatsızlığından başlayarak, Kıbrıs siyasi ve sağlık konularından sohbetlere gelinmiş, kendimizi evimizde hissedercesine rahatlamıştık. Saat 8’e geliyordu ve artık görevimizi yapmalıydık. O önde biz ardında yaklaşık 4 saat sürecek röportaj için, küçük ama her yanı kendi özünü yansıtan objelerle dolu bir odaya girdik. Arada bir öksürmesine rağmen elinden bırakmadığı sigarasına pek anlam verememştim. “çok hastadır” denmişti ya bizlere. Hastalığı karşısında bile baş kaldıran ve direnen yapısını hemen görmekte insan.

Biz gelmeden konularını sıraya koymuştu geçmişten gelen disiplin ve ciddiyetinin gereği ve alışkanlığı olarak. Neredeyse kendisine çok fazla soru sorma fırsatı vermeyecek kadar herşeyi detayıyla ve kronolojik sırayla anlatıyordu.

“1926 Leymosun (Limasol) doğumluyum” dediği anda içimi bir kıpırtı sardı. Çünkü Necdet bey bir hemşehrimdi aynı zaman. Kendisini can kulağıyla dinler, her iki kamerayı da sürekli kontrol etmekteydim, aman bir kazaya gelip de kayıttan çıkmasınlar diye.

Sanki bir romanın içerisindeydim. Belgeselciliğimin verdiği hayal gücüyle, Necdet bey anlattıkça ben kafamda film kareleri oluşturuyordum anlattıklarının üzerine. Kendi tarihi aslında, Kıbrısın da tarihiydi. Bu ada’nın jeopolitik yapısından tutunuz da, ada’daki Türklerden, nereden gelip nereye gittiklerinden, tıp eğitiminden TMT’ye, Kıbrıslı Türklerin sağlık alanındaki ilk dönem yetersizlikleri, istekleri ve mücadeleleri. Ve milliyetçiliği.
Evet Necdet bey; bu ülkede “milliyetçiyim” diyenden bin kat daha milliyetçiydi. Tam bir vatansever tam bir yurttaştı. Ve bana göre genel Türk Milliyetçiliğinden öte; iliklerine kadar bir Kıbrıs Türk Milliyetçisiydi. Çünkü anlattığı anılarda, kendi ülke insanına nereden ve kimden gelirse gelsin, yapılan hakaret veya saldırı karşısında inanılmaz tepki koyan ve bundan zerre kadar çekinmeyen bir yapısı vardı gözlemleye bildiğim kadarıyla.

Neler anlatmadı ki?

Mesela Mücahitler Sitesi’ni ilk önerenin ve yapımına başlanmasına ön ayak olanın Necdet bey olduğunu kaçımız bilir?

Sağlıkta bir örgütlenmeye gidilmesinin ilk kıvılcımını yaratan kişi olduğunu? Ve daha neler...

Ama Viyana’ya giderken kafamdaki en büyük soru; “Necdet bey niye bu ada’yı terk etmiş ve uzun yıllar gelmek istememişti” sorusuydu. Ordan burdan birileri “kırgın” olduğundan bahsediyordu. Sıra bu konulara geldikçe yaptığı hareket şuydu: “şimdi kapat kamerayı da iyi dinleyin” dediğinde, pandoranın kutusu yeniden açılmaktaydı.

Bir gazeteci olarak; gazetecilerin en büyük sorumluluklarından biri olan; karşındaki kişi sana “off the record” dediğinde buna saygı göstermek ve ölene kadar söylenenleri özellikle kişisel bir durum varsa anlatmamak, yazmamaktır. Bundan dolayı, bize anlatılan ama verdiğimiz sözün arkasında durup yazmayarak, bu “saklı gerçeklerin” kamburumuzu  artırdığı da bir gerçektir.

Evet kişileri hedef alan ve bana şoklar yaşatan bazı kişilerin gerçek yüzlerini, ölene kadar saklamak, Necdet beye ve mesleğime olan saygımın bir gereğidir diye düşünüyorum. Fakat saklanmaması gereken ve kırgınlığına eklenen iki konuyu paylaşmak da, böylesi bir kişiye bu topraklarda neler çektirdiğimizin bilinmesi açısından önemlidir.

1956’da Kıbrıs’a döndüğünde, o Kıbrıslının kıskançlığı var ya, işte bu kıskançlık krizi başlayı vermiş bazı zat’lar tarafından. Adları bende saklı. Kıskançlık öyle birşey ki, Necdet beyin eşinin yabancı olması onlar için epey malzeme çıkarmaktaydı. Bir doktor olarak, bilgisini, enerjisini toplumu için kullanmak adına ilk kliniği açtığında, kliniğine gidilmemesi için derinden kampanyalar yapıldığını bilmiş, kliniği önüne bazı zat’lar tarafından kişiler konulup, hastaların kliniğe gitmelerinin engellendiğini bizzat görmüştür.

Öylesine dürüst, öylesine disiplinli biriydi ki Necdet bey, hangi konumda olursa olsun, kendisine ters gelen bir durumu içine atıp “salla külahı ye pilavı” demediğinden, makamından istifa ettiği de olmuştu.
1960 seçimleriydi. Türk Cemaat Meclisi Üyeliğine seçilen Dr. Necdet Ünel, Meclis’in de Asbaşkanlığı’na getirilmişti. Ama dedim ya, kendisine ters gelen bir durum karşısında istifa etmekten çekinmeyen biriydi. Öyle de oldu. 1961 yılı sonunda bu görevinden istifa etmişti. Kimin yüzünden ettiği yine saklı kalacaktır.
Necdet bey böylesi durumlar karşısında hiç yılmadı. Ta ki...

Siz vatanperverliğinizin en üst noktasında toplumunuz için elinizden geleni yapmaya çalışırken, TMT’nin önemli görevlerinde yer almış, DAL:6 görevini üstlenmiş biriyken,  Türkiye’den gelen işgüzar bir komutanın, tanımadığı, bilmediği böylesi bir toplumsal kişiliği olan Necdet beyin kardeşini “casus” diye tutuklamasının, sorumsuzluğunu, yüzsüzlüğünü artık sineye çekemezdi Necdet bey. Ve 1976’da eşiyle birlikte artık uzun yıllar dönmemecesine Viyana’ya göç ettirilmişti. Evet “göç ettirildi”. Çünkü Necdet bey; her ne pahasına olursa olsun bu ülkeyi kendi rızasıyla terk edecek bir insan değildi.

Huzur içinde uyuyun Necdet bey, iyi ki sizi tanıma fırsatım olmuştur...

Bu yazı toplam 3556 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar