‘Düğümlere Üfleyen Kadınlar’ Ece Temelkuran
Türkiyeli bir gazeteci, Tunuslu Amira, Mısırlı Maryam ve Madam Lilla, Tunus’ta bir otelde karşılaşıp tanışırlar. Arap Baharı dönemi ama kadınlar açısından değişen çok bir şey yok; yine yasaklar, örf-adetler, aşağılanma hatta dayak…
Dilek Öncül Kodan
Merhaba!
Bu hafta Ece Temelkuran’ın “Düğümlere Üfleyen Kadınlar’ı” ile kesişiyor yolumuz…
2010 yılında Tunus’ta bir gencin kendini yakması, bunun üzerine insanların sokaklara dökülmesiyle başlayan ve birçok Ortadoğu ülkesine yayılan Arap Baharı dönemi…
Türkiyeli bir gazeteci, Tunuslu Amira, Mısırlı Maryam ve Madam Lilla, Tunus’ta bir otelde karşılaşıp tanışırlar. Arap Baharı dönemi ama kadınlar açısından değişen çok bir şey yok; yine yasaklar, örf-adetler, aşağılanma hatta dayak…
Amira, aynı anda hem yazı yazan hem de dans eden, annesiyle sorunu olan, babasıyla hesabını kapayamamış, ülkesini terk etmek zorunda kalmış bir kadın. Arap Baharı ile ülkesine geri dönüyor.
Maryam, Tahrir Meydanı’nda özgürlük ve haysiyet isteyen bir akademisyen ancak çeşitli suçlamalara maruz kalıyor: “İdeolojisiz, kendiliğinden ayaklanan Arap gençliği… Size kim olduğunuzu söyleyen Batılıların tarifine uydunuz. Devrimi Mısır Ordusu’nun eline teslim ettiniz.” Bir yandan da babası ölene kadar iyi polisi oynayan ama onun ölümüyle bir anda babasının rolüne bürünen annesiyle kavgalı…
Madam Lilla, bir zamanlar hayranlık duyulan bir sanatçı -dünyayı yönetenlerin sırlarını bir kulaktan bir kulağa fısıldayan- ama şimdilerde ‘bir kader sillesiyle gözden düşmüş’… Kendi küçük sahnesini kurmaktan başka çaresi yok. O sahneyi viran edip gitmiş bir adamı arıyor. “Şimdi ölüme bu kadar yakınken onu da bulamazsam… O zaman hayatım büsbütün yalan olmuş olacak” diyor Madam Lilla ve hep birlikte Suriye’ye doğru bir yolculuğa çıkıyorlar.
“Amira, Maryam kadar erkek olmayı, Maryam Amira kadar kadın, Madam Lilla yeniden bizim gibi genç olmayı ve ben onların hikâyesini yazmaktansa, onların romanında bir karakter olmayı öğrenecektik… Belki biraz da teslim olmayı” diyor yolculuğu kaleme alan gazeteci. Ve ekliyor: “Birbirinden, içine sığındıkları bu hikâyeden başka gidecek yeri olmayan, üç kadın olduğunu sanan dört kadındık. İlacımızın birbirimizde gizli olduğunu bilmediğimiz gibi, insanlığı kötülüklerden koruyacak merhemi birlikte icat edeceğimizden de bihaberdik.”
Bir sonraki hafta 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Yeni farkındalıklar katsın biz kadınlara. Siyasi ve sosyal yaşama katılım, hakların bilinmesi ve savunulması, şiddete dur denmesi, en önemlisi kadın olmanın ne olduğunun bilinmesi adına Temelkuran’dan okunası bir roman…
Ve Romandan son bir söz: “Fatima, Dido, El Kâhina, Sibel, Meryem… Adına ne dersen de, kadın tanrı kılık değiştirir sadece. Erkek dünyasında hayatta kalmak için kıvrak olmak gerekir çünkü. Tanrıça kaderine teslim olmaz, kaderini seçer.”