‘Dümeni kırık gemi gibiyiz’
Siyaset Bilimci Doç. Dr. Sertaç Sonan, son dönemde yaşananları ve hükümet krizini YENİDÜZEN’e değerlendirdi.
Ödül AŞIK ÜLKER
Siyaset Bilimci Doç. Dr. Sertaç Sonan, “normal” ülkelerde siyasi istikrardan anlaşılanın bir hükümetin 4 ya da 5 yıl iktidarda kalması olduğunun altını çizdi ve “Bırakın gerçek anlamda siyasi istikrarı, kaygı verici olan nokta şu ki birkaç hafta sonrasını hatta birkaç gün sonrasını bile öngöremiyoruz. Dümeni kırılmış bir gemi gibi, akıntıya kapıldık, ülkece savrulup gidiyoruz. Nereye gittiğimiz belli değil” diye konuştu.
“İstikrarsızlıkta istikrar var” diyen Doç. Dr. Sertaç Sonan, hükümetin istifa şeklini de “çocukça, ve amatörce” diye nitelendirerek, “devlete en çok sahip çıktığını iddia eden parti”nin devletin itibarını ayaklar altına aldığını söyledi.
Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi (UKÜ), Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, UKÜ Kıbrıs ve Akdeniz Çalışmaları Merkezi Direktörü Doç. Dr. Sertaç Sonan, son yaşananların sıkıntının parlamenter sistemde olmadığını gösterdiğini kaydederek, “Sorun koalisyon sorunu değil. Hatta konu UBP’nin kendi iç meselesi de değil. UBP tek başına iktidara gelmiş olsaydı bile bunlar yine yaşanacaktı” dedi.
“Sucuoğlu ‘ilahlar’ tarafından istenmiyor”
Soru: Çok karmaşık bir ortam var, Sucuoglu ve Taçoy’un adaylıktan çekildiği kurultaydan, sonrasında yeniden yapılan kurultayda Sucuoğlu’nun parti başkanı seçilmesine ve sonrasına bir bakarsak, yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doç. Dr. Sonan: Bu konuda birçok spekülasyon var ama görünen şu ki Faiz Sucuoğlu “ilahlar” tarafından istenmiyor. Kurultayın ikinci turuna gidilirken önde giden iki adayın çekilmesi, sonra genel sekreterin başkan olması, başbakan olması, bir skandalla siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kalması, azınlık hükümetleri… Bunlar hep zorlama… İşin kötü tarafı artık bunlar bir amaca hizmet eder gibi de görünmüyor. Yani ortada “büyük bir plan” falan da yok. Tüm bunların sonunda Sucuoğlu önce başkan sonra başbakan oluyor. Ama belli ki Sucuoğlu ile ilgili, artık her neyse, rahatsızlık devam ediyor. Önce, bir Ertuğruloğlu krizi yaşadık. Antalya Diplomasi Forumu’na Dışişleri Bakanı davet edilmiyor, eski Dışişleri Bakanı davet ediliyor. Başbakan, daha üç hafta olmadan kabinesinde değişiklik yapmak zorunda kalıyor; iki ay dolmadan kendisi de istifa geliyor. UBP zaten Türkiye ile olan iyi ilişkileriyle bilinen, Türkiye’nin bir dediğini iki etmemekle övünen bir parti. Hal böyleyken, insan, “ne fark eder bu tartışılan isimlerden biri değil, diğeri başbakan, bakan olunca” diye sormadan edemiyor. Muhtemelen, Türkiye kanadından da birden fazla sinyal geliyor, orada da bir güç mücadelesi yaşanıyor. Günün sonunda, bizim açımızdan bakınca bu yaşananlar ülkemizdeki siyasetin, siyasetçinin itibarını ayaklar altına almaktan başka bir şeye yaramıyor.
1974’ten itibaren siyasi tarihimizdeki örneklere, hükümetlerdeki sıkıntılara bakıyorum, ki bolca sıkıntı var, ama şimdi yaşadığımıza benzer bir durum göremiyorum. Tabii ki her zaman Türkiye’nin siyasetimiz üzerinde önemli bir etkisi oldu ama hiçbir zaman bu etki bu kadar aleni olmadı. Oyunun artık bu kadar açık oynanmasını son yıllarda Türkiye’de yaşanan otoriterleşmenin bir yansıması olarak görmek gerektiğini düşünüyorum. Orada olan ister istemez buraya da yansıyor.
“Nereye gittiğimiz belli değil”
Soru: İstikrar iddiasıyla seçimden sonra hükümet kuran UBP ve kısacık hükümet döneminde yaşananlar… Bu dönemi istikrar açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doç. Dr. Sonan: İstikrarsızlıkta istikrar var. Normal bir ülkede, siyasi istikrardan anlaşılan bir hükümetin 4 ya da 5 yıl iktidarda kalmasıdır. Bazen “tüm bunlar daha büyük bir planın parçasıdır” deyip anlam vermeye çalışırız. Bana öyle geliyor ki ortada böyle bir plan da yok. Bırakın gerçek anlamda siyasi istikrarı, kaygı verici olan nokta şu ki birkaç hafta sonrasını hatta birkaç gün sonrasını bile öngöremiyoruz. Dümeni kırılmış bir gemi gibi, akıntıya kapıldık, ülkece savrulup gidiyoruz. Nereye gittiğimiz belli değil.
Şunu da eklemekte fayda var, ne zaman istikrar sıkıntısı yaşansa, “başkanlık sistemi olsaydı böyle olmayacaktı” deniyor. Son gelişmeler, bir kez daha gösteriyor ki, sıkıntı parlamenter sistemde değil. Sorun koalisyon sorunu değil. Hatta konu UBP’nin kendi iç meselesi de değil. UBP tek başına iktidara gelmiş olsaydı bile bunlar yine yaşanacaktı. Nitekim 2009’da tek başına iktidara geldiklerinde dahi sonunu getiremediler. O zamanki sıkıntı neyse, bugünkü sıkıntı da aynıdır. Parmağımızın arkasına saklanmaya gerek yok, belli ki Türkiye’den kaynaklanan bir sıkıntı var. Son zamanlardaki miladımız 2020’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleridir. Bu noktadan sonra 2008’de mali anlamda başlayan yakın markaj, daha da yoğun bir hal almış, buradaki siyaset yapma alanı iyice daralmıştır. Elbette Türkiye’nin nezdinde burası asla Malta ya da Lüksemburg olmamıştır. Bu çok açıktır. Ama “telkinler, tavsiyeler” kapalı kapılar ardında gelirdi. Artık müdahaleler son derece sert bir üslupla yapılır oldu… Yani “burada ayrı bir devlet var, biz bu devleti tanıyoruz, KKTC’nin bir hükümeti vardır” gibi bir kaygı artık maalesef yok.
UBP’de neler oluyor?
Soru: MYK kararında Sucuoğlu’na tam destek çıktı, kime karşı, hangi konuda?
Doç. Dr. Sonan: UBP’nin Türkiye’ye tavır alacağını tahayyül edemiyoruz. Belli ki bir yerlere bir mesaj vermeye çalışıyorlar. Durumu okumak gerçekten çok zor. Biliyoruz ki bu partinin kurultayı ikinci turdan döndü, Türkiye’ye tavır alabilecek bir durumda değiller, öyle bir yapısı da yok. Bir restleşme var ama kimin kime rest çektiği belli değil…
Artık UBP’yi, UBP’de neler olduğunu da tahlil edemiyoruz. Eskiden belli dinamikler, güç odakları vardı, onlara bakıp bir şey tahmin edebilirdiniz, şimdi o da yok. MYK ve parti meclisi toplandı, hepsi Sayın Sucuoğlu’nun arkasında kenetlenmiş gibi görünüyor ama ne olacağını bilmiyoruz.
UBP kendi içinde her zaman kavga eden, içten içe kaynayan bir partidir. Normal şartlarda, bu tür bir şey yaşandığı zaman UBP bölünür, içinden yeni bir parti doğar. Bu UBP’nin DNA’sında var. 1976 seçiminde 40 milletvekilinin 30’unu UBP aldı, ama götüremediler, içinden Demokratik Halk Partisi çıktı. Sonrasında, Raif Denktaş SDP’yi, İrsen Küçük TAP’ı kurdu. 90’larda daha büyük bir bölünme oldu, DP doğdu. Enver Emin’in partisi UDP çıktı. En son krizde hatırlayacaksınız UBP’den DP’ye geçişler oldu. O hava yine oluşuyor gibi... Belki de bu endişeyle Sucuoğlu Parti Meclisi ve MYK’nın desteğini arıyor.
“Başbakan kendi kabinesini bile belirleyemiyor”
Soru: Bir bakan ve Başbakan arasındaki, Atun ve Sucuoğlu arasındaki gerginliğin bu kadar açık bir şekilde ortaya serilmesi konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Diğer taraftan yapılan ve geri alınan ama aslında alınamayan zamlar var…
Doç. Dr. Sonan: Başbakan belli ki çok büyük bir baskı altında, her taraftan. Ben yönetme yeteneğine sahip olduğundan emin değilim, belli ki yönetemiyor. Kendi kabinesini bile belirleyemiyor… Aslında her şey dönüp dolaşıp bizim özel durumumuza geliyor.
Sucuoğlu-Atun gerginliği de Sucuoğlu’nun nasıl seçildiğiyle alakalı aslında. Kurultay döneminde ne varsa, şimdi de o sıkıntı devam ediyor. Bu da ciddi bir yönetim zaafiyet oluşmasına yol açıyor.
“Bu neyin paniğidir?”
Soru: Şartlı hükümet istifası konusundaki düşünceniz ne?
Doç. Dr. Sonan: İstifa da çocukça, amatörce yapılmış bir şey. Bu düpedüz ne yaptığını bilmemektir. Sabah bakanı görevden aldığını Cumhurbaşkanı’na bildiriyor, sonra gidip hükümetin istifasını veriyor. Bu neyin paniğidir? Bu çocuk oyuncağı mı? Devlete en çok sahip çıktığını iddia eden parti devletin itibarını ayaklar altına alıyor.
“Tatar’ın elini bağlayan nedir?”
Soru: Sucuoğlu, istifayı Cumhurbaşkanı’nın elini kolaylaştırmak anlamında bir adım olarak nitelendirdi. Bu ne demek, kime karşı kolaylaştırmak, neye karşı kolaylaştırmak için?
Doç. Dr. Sonan: Sorunuza soruyla cevap vermek durumundayım, şimdi her şey daha mı kolay oldu? Şimdi yeniden hükümet kurmak için birkaç tur yapılacak, bu ortamda zaman kaybı olacak. Tatar’ın elini bağlayan nedir?
“Atun’u görevden ‘alamayan’ Tatar, Atunsuz bir hükümeti nasıl atayacak?”
Soru: Sucuoğlu, “Eğer Cumhurbaşkanı Maliye Bakanı’nı görevden alabilseydi sıkıntıları çözebilecektik” gibi bir ifade kullandı. “Alabilseydi” derken ne demek istedi?
Doç. Dr. Sonan: Şimdi Sucuoğlu yapmış olduğu bu “muhteşem manevrayla” Sunat Atunsuz bir hükümet kurabilecek mi? Bu söylediğinden anladığımız Atun korunuyor, Tatar onu görevden alamıyor. Şimdi bu “manevrayı” yaptığı için Atun korumasız mı kaldı? Toplumla dalga geçer gibi... Tekrar aynı hükümet kurulursa, bunu nasıl açıklayacak? Koral Çağman konusunu hatırlayın, aynı bakan tekrar atanmıştı. Yani tahayyül edemeyeceğimiz şeyler oluyor. Tahayyül edemeyeceğimizi düşündüğümüz her şeyin arkasından tahayyül edemeyeceğimizi düşündüğümüz başka şeyler oluyor. Atun’u görevden “alamayan” Tatar, Atunsuz bir hükümeti nasıl atayacak?
“Bırakın önümüzü, protokolü bile göremiyoruz”
Soru: Protokolün imzalanma süreci, metnin hala ortaya çıkmamış olması, imzalar atıldıktan sonra “bazı küçük değişiklikler yapıldı” gibi açıklamalar yapması. Bu ne anlama geliyor?
Doç. Dr. Sonan: Bunun anlamı, bizim tarafın Türkiye hükümetleri nezdinde kredibilitesini tamamen tükettiğidir. Bizim tarafın bu protokolleri nasıl imzaladığını ve sonrasında nasıl uygulamadığını iyi biliyoruz. Türkiye tarafında, özellikle 2008’den itibaren bir şeyler ciddi şekilde değişmeye başladı. Dönemin Maliye Bakanı Ahmet Uzun’un dediği gibi “artık eskisi gibi her ağlandığında sızlandığında para veren bir Türkiye yok”. Zaman zaman seçimlerde, buraya yön vermek için esneklik gösteriliyor, geçtiğimiz Aralık ayında olduğu gibi, çeşme açılıyor ama sonra yeniden kapanıyor.
Eskiden bunlar üç yıllık olurdu sonra bir yıllık oldu. Amaç hükümet yanında ekonomik aktörlerin önümüzdeki bir yılı öngörebilmesini sağlamaktı. Şimdi bırakın önümüzü, protokolü bile göremiyoruz.
Öyle görünüyor ki, en azından önümüzdeki yıl Türkiye’de yapılacak seçime kadar olan 1-1.5 yıl da bu şekilde geçecek. Türkiye hükümeti geri adım atmayacak. Biz burada ne yaparız ve bu duruma nasıl adapte oluruz, artık ona odaklanmamız gerek…
“CTP hükümette olursa dümeni tutabilir, daha da savrulmamızı engelleyebilir”
Soru: Ne yapmalı, ne yapılabilir ve sivil toplumun, muhalefetin elinde enstrüman var mı?
Doç. Dr. Sonan: Maalesef elimizde çok fazla enstrüman bulunmuyor. Bir kere bununla yüzleşmemiz, yakın tarihimizden ders almamız lazım. Belli ki biz elimizi yükselttiğimiz zaman karşı taraf daha da yükseltiyor.
2010-2011 Toplumsal Varoluş Mitingleri’ni hatırlamamız lazım, en son orada çok ciddi bir mobilizasyon yaşanmış ve Türkiye’den gelen paketlere kitlesel bir tepki konulmuştu. Aynı şekilde bunun hiçbir etkisi olmadığını da hatırlayalım, o paketin arkasındaki isim olarak tepki gören Halil İbrahim Akça’nın nasıl Büyükelçi olduğunu, Göç Yasası’nın nasıl geçtiğini, KTHY’nin nasıl battığını, Ercan’ın işletmesinin özelleştirilmesini… Bunları hatırlamamız lazım. Türkiye o zamandan beri geri adım atmıyor. Son 10-15 yılı, ama özellikle son Cumhurbaşkanlığı seçimini ve sonrasında olanları gözden geçirip, ona göre muhalefet stratejisi geliştirmekte fayda vardır. Bugün yaşadığımız hükümet krizi de aslında bu sürecin bir parçasıdır.
Belli ki Türkiye’nin bize karşı bir tavrı var. Bazen göz göre göre bıçağa yumruk vurmamak gerekir. Beklentilerimizi daha gerçekçi ve akılcı bir şekilde ayarlamakta ve koruyabileceğimizi korumaya çalışmakta fayda var. Her alanda çatışmak yerine, öncelikleri belirleyip, dengelemeye çalışmamız gerekiyor. Bugünün şartlarında, bunu yapabilecek yegâne siyasi aktörün CTP olduğunu düşünüyorum. Bunun için de hükümette olan bir CTP’ye ihtiyaç var. Bu da mevcut parlamento aritmetiği içerisinde ancak UBP ile yapılacak bir büyük koalisyonla olabilir. CTP hükümette olursa dümeni tutabilir, daha da savrulmamızı engelleyebilir. “Ama bu daha önce denendi ve hüsranla sonuçlandı, bundan da CTP zarar gördü” denebilir. Fakat, bu doğru olmakla birlikte, geldiğimiz noktada, kanaatimce öncelikle şu soruya yanıt aramamız lazım, “CTP, yok olma kaygısının had safhaya ulaştığı bu kritik virajda topluma hükümetin içinde yer alarak mı daha fazla hizmet eder yoksa muhalefette kalarak mı?” Özellikle pandeminin başlamasından bu yana gördük ki UBP hükümetleri meclisi devre dışı bırakmış durumda. Belediye seçimleriyle ilgili Anayasa’yı delmekten bahsediyorlar, Başbakan meclis kürsüsünden “oy çokluğuyla deleriz” diyor. Skandal üzerine skandal patlıyor. Dolayısıyla, Meclis içerisinde ana muhalefet şapkasıyla UBP’yi dengelemek zor görünüyor.
Öte yandan Maliye artık borçlanamıyor, ülkede elektrik üretilemiyor, her taraftan sıkışmış bir durumdayız. Kimse “dibe vuralım, ondan sonra her şey daha iyi olur” diye düşünmesin. Son birkaç yılda dibin de dibi olduğunu gördük. Yönetemiyorlar, ciddi bir yönetim zafiyeti var. Her geçen gün toplumca fakirleşiyoruz, kendimizi çaresiz hissediyoruz.
Şunu da unutmamak lazım; şu anda dünya ekonomisinde pandemiden ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etme girişiminden kaynaklanan büyük sorunlar var. Öyle görünüyor ki küresel anlamda bizi daha da kötü günler bekliyor. Bunlara ek olarak bizim TL kullanımından ortaya çıkan ek sıkıntılarımız da var. Daha da büyük bir türbülansın eşiğindeyiz. Bu türbülansa girerken hükümette yer alan bir CTP’ye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Belki bu hemen olmayacak. İçinde bulunduğumuz son hükümet bunalımının nasıl sonlanacağını bilemiyoruz ama yeniden kurulsa da mevcut üçlü koalisyonun uzun ömürlü olamayacağı açıktır. Dolayısıyla, CTP’nin bunu kendi içinde konuşmaya başlaması, hazırlık yapması lazım.
Ama tabii bir parantez açıp şunu da söylemekte fayda var, kimse CTP’den mucize beklemesin. Genel olarak, toplumun da beklentilerini düşürmesi lazım. CTP bu sorumluluğu üstüne alırken, toplumun, sendikaların, diğer ekonomik aktörlerin de CTP’yi desteklemesi lazım. Toplumsal olarak, ayaklarımızı yere basmalıyız. Hem küresel, hem Türkiye ile ilişkiler bağlamında şartlar belli. 300 bin kişilik bir toplum olarak bizim bunu değiştirme şansımız yoktur. Bize dağıtılan, elimizdeki kartlarla, en iyi oyunu oynamamız lazım. Bu da aslında toplumsal bir iç hesaplaşmaya girmemiz gerektiğine işaret ediyor. Şu anda pusulamız yok, gittiğimiz yön belli değil. Belli ki 20. yüzyılın ilk yarısında olduğu gibi bir geçiş dönemindeyiz. O dönemin sonunda, TAKSİM fikri çerçevesinde bir toplumsal hedef oluşturulmuştu, benzer şekilde, 2000’lerin başında çözüm ve AB üyeliği yeni bir toplumsal mutabakat noktası olarak ortaya çıkmıştı. İçinde bulunduğumuz noktada, bir kez daha toplumun hedeflerini belirlemeye, bunu da gerçekçi bir zeminde yapmaya ihtiyacı bulunmaktadır.