DÜNYA YANGIN YERİ
Yanı başımızda yaşanan vahşet dilimi bağlıyor. Söyleyecek bir sözüm yazacak bir dizem yok. Böylesi durumlarda donuklaşıyorum. Kurduğum her cümle yapay geliyor. Başsağlığı dilekleri de böyle yapıyor beni. Kalıplaşmış sözleri kibarlık olsun diye söylüyormuşum gibi geliyor. Acısı olanın karşısında hissettiğim en net duygu utanç ve suçluluk. Rakamlar geçiyor televizyon ekranından. Ölü sayısı en çok işittiğimiz kelimeler yıllardan beri. Böylesi çaresizlikler karşısında şiire başvurur insan. 74’te yaşadıklarımız Savaşların Gözyaşları şiirimde vücut bulmuştu. Yangının içindeyken değil ama. Biraz uzaklaşıp bir hatıraya bakar gibi bakınca.
İçimi taşlaştırıyor bunca acı. İnsanın içinde bir taş ile yaşaması ne kadar zor. Kelimeler akmıyor, bir şey bloke ediyor onları. Öylesine büyük bir ağırlık ki bu taşımak yerine olduğu yerde bırakıyorum ya da üstüne tırmanıp aşmaya çalışıyorum onu.
Birileri beni duyarsızlıkla bile suçlayabilir böylesi dönemlerde. Oysa aşırı duyarlıktan savrulduğum yer orası. Rüyada olur ya bağırmak istersin bağıramazsın, ona benzer bir şey sanki bu. Öylesine dehşet içindesindir ki sesin çıkmaz.
Bu hafta yanı başımızda yaşanan savaşa dair yazacak bir şeyim yok demek yerine başka bir şey yazabilirdim ama utanç verici olurdu bu da. En temel duygum suçluluk. Bir şey yapabilirmişim ama yapmıyormuşum hissi.
Defalarca gittiğim Tel Aviv, Kudüs, yıllar önce gittiğim Gazze geçiyor gözümün önünden. Bir ölüler hiyerarşisi var hissediyorum bunu ama bu konuda da olmayacak yazım. Bu hiyerarşiye karşı çıkarken başka bir ayrımcılık yapabiliyorsun çünkü.
Türkiye’de İslami faşizme tepkiyle, Suriyeli akınıyla gelişen Arap düşmanlığının Filistinlilere doğru çevrildiğine dair gözlemim doğru mu bilmiyorum. Her zaman bir tarafın yanında olunması anlayışı var ya, bütün mesele bu belki de. Ya birindensin ya ötekinden; ne kadar yanlış.
Kıbrıs her zamanki gibi uzak Orta Doğu’ya. Başka yerlerdeki duyarlık ve dayanışmanın esamesi okunmuyor. Oysa bizler savaş hallerini, böylesi bir mağduriyeti en içerden tanıyanlarız.
Şiir yazmam ve paylaşmam isteniyor bir dayanışma ağında. İçimde böyle bir şiir düğmesi yok. Her bastığım düğmeyle alarm zilleri çalıyor yalnızca.
İnsanın bunca acı karşısında duyduğu acıdan söz etmesi bile utanç verici geliyor bana. Üzüntü ifade etmek örneğin. Başka kelimeler olmalı sanki. İfadesiz kalmayı ifade edebilen kelimeler olmalı belki.
Elbette diller zengin acıları ifade etmek için. Tarih boyunca yaşanan kıyımların haddi hesabı yok. Dünya yoksul gençlerin, çocukların mezarlarıyla dolu. Yoksulların ölümünden bahsederken bir ayrımcılık yapmıyorum, bir gerçeği dile getiriyorum. Adsız, değersiz ölümlerin yanında durmaya çalışıyorum.
Onlar öldüler bize bunun şiirini yazmak düştü duygusu bile kötü geliyor bana. Ölen karşısında yaptığın her şey kifayetsiz çünkü.
Bir türlü bitmiyor felaketler. Biri için yasını tamamlamadan bir yenisi ortaya çıkıyor.
Bunca silahlanma varken savaşlar kaçınılmaz. Bu militarist kültürün kodlarını anlamaya çalışmadım, toptan reddettim her zaman. Bunu naif bir barışseverlik olarak nitelemeye çalışanlar olabilir.
Her ordu savunma amaçlı kurulduğunu söylüyorsa saldıran kim o zaman?
En büyük acıyı hayatı, insanı sevenler, her insanın hayatını aynı oranda değerli bulanlar yaşıyor. Silahlara harcanan parayı sorgulamıyor kimse. Bu kaçınılmaz bir gerçeklik kabul edilip yorumlar bunun kabulü üzerinden yapılıyor. Pasifistlerin bile militarist harcamaları onayladığı bir dönemde yaşıyoruz.
Ne desem eksik kalıyor. Eski bir şiirimin bir bölümünden yardım isteyip bitireyim bu yazıyı. Düşüncelerimde yalnız değilim biliyorum bunu. Bu körebe oyununda benim gibi dolananları bulmaya çalışıyorum sadece.
“Şiir o büyük sözü söyleyince
bütün silahlar birden susacak
ölmüşlerin hep bir ağızdan söylediği
tarihten çıkıp gelen kalabalığın
akan kanın ve acıların çığlığı olan söz
Çiçek usulca fısıldayacak bu sözü
gökyüzündeki ağlayan bulut
coşkulu dalgaları denizin
asker olmak istemeyen çocuklar söyleyecek
İşte o gün
köpüklerden yeni bir aşk doğacak
milliyeti belirsiz”
(Büyük Söz şiirimden bir bölüm)