1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Dünyada ve Kıbrıs’ın Kuzeyinde Hayvan Hak(sızlık)ları
Dünyada ve Kıbrıs’ın Kuzeyinde Hayvan Hak(sızlık)ları

Dünyada ve Kıbrıs’ın Kuzeyinde Hayvan Hak(sızlık)ları

Hayvanlar ve insanlar arasındaki tek fark tür farkıdır ve türcülük de aynen diğer ayrımcılık türleri gibi reddedilmesi gereken bir pratiktir.

A+A-

Ferhun Kahraman
kahramanferhun@gmail.com

Etnik çatışmalarla yoğrulmuş, savaş görmüş, ikiye bölünmüş bir ülkede sanırsınız ki en önemli kavram insan hakları. Peki ya hayvan hakları? İnsanın kendini ekolojik sistemin en tepesinde görmesi ve diğer canlılara nazaran üstünlüğünü ve eşsizliğini destekleyen anlayışa uygun hukuk sistemlerini, yine kendi eliyle kurması ve düzenlemesi, gerçek anlamda bir  “hayvan hakkı”ndan veya bu yoldaki bir mücadeleden bahsetmeyi imkansız kılmasa da oldukça güçleştirmektedir. Genel olarak, dünyadaki hayvan hakları çerçevesindeki hak mücadelesine dair gelişmeleri, özelde ise, Karpaz’da öldürülen eşeklerin haklarını incelemeden önce, hem “hayvan”, hem de “hak” kavramları açıklanmaya muhtaçtır.

Hayvan birçok hukuk sisteminde “mal/eşya” statüsündedir. Bunun sebebi ise, hayvanın insandan daha aşağı bir varlık olarak değerlendirilmesi, dahası bu değerlendirmenin çok eskiye dayanan düşünsel köklere sahip olmasıdır. Hayvanın bir mal olarak ele alınması, eski çağlarda kölenin sahibinin malı olmasından, kadın haklarının yeterince gelişmediği ülkelerde, kadının erkeğin egemenliği altında olmasından veya ırk ayrımcılığına dayanan bir düzende, zenci kişinin, beyaz kişinin boyundurluğu altında olmasından farklı değildir. Her üç durumda da egemenlik altına alınan “güçsüz” varlık, egemenliği altına girdiği “güçlü” varlığın malıdır ve eşiti değildir;  bu sebeple de mal sahibinin üzerinde dilediği gibi tasarruf etme hakkı mevcuttur. Örneğin, bir hayvanın veya bir kölenin hakkı ihlal edildiğinde, hak ihlalinden dolayı, sahibinin karşı taraftan birtakım hak talepleri olabilmekte, ancak hayvan/köle bu hak talebini kendisi dile getirememektedir. Keza, sahibinin hayvana veya köleye birtakım haksızlıklar yapması da herhangi bir yaptırım görmemekte ve sahibinin malını dilediği gibi kullandığı yani mülkiyet hakkını uygulamaya soktuğu fikrinden hareket edilmektedir. Oysa, son zamanlarda hayvanların bilişsel kapasitesi ve sosyal gelişimi ile ilgili yapılan araştırmalarda, hayvanların insandan daha aşağı bir varlık olarak kabul edilmesini gerektiren (iletişim kuramama, düşünememe, hissedememe gibi) birçok sebebin dayanaksız olduğu ortaya çıkmıştır. Örneğin, balinaların kilometrelerce uzaktaki türdeşleri ile iletişim kurabildiği, maymunların kavramsal düşünebildiği, fillerin ölen aile bireyleri için cenaze törenine benzer bir uygulama gerçekleştirdikleri yapılan araştırmalar sonucu kayıt altına alınmıştır. Buna rağmen, hayvanın “insandan aşağı” bir varlık olarak kabul edilmesi, hayvanın hukuki statüsünün bir “mal” olarak hukuk sistemlerinde yer almasına neden olmuş ve yapılan yasal düzenlemeler de, bu doğrultuda yani insan-merkezli yapılmıştır. Oysa, gerçekte, hayvan “acıyı ve hazzı hissedebilen, sezgisel yetenekleri olan, bir sinir sistemine ve beyine sahip bir canlı” olarak tanımlanmak durumundadır. Hayvanın, bunun dışındaki tüm tanımlamaları, insandan aşağı olma durumunu devam ettirmekte ve bu da Batı literatüründe filizlenen ve ilk kez Richard Ryder tarafından Victims of Science: The Use of Animals in Research isimli kitabında kullanılan “türcülük” kavramı ile açıklanmaktadır.

Türcülük kendinden olmayana karşı önyargıya veya kendinden olanı kollamaya dayalı (cinsiyet, ırk, dil, din, kölelik gibi) ayrımcılık türlerinden  biridir. Hayvanlar ve insanlar arasındaki tek fark tür farkıdır ve türcülük de aynen diğer ayrımcılık türleri gibi reddedilmesi gereken bir pratiktir. Zira nasıl ki cinsiyet farkı kadını erkeğin malı yapmıyorsa, nasıl ki ten rengi zenci insanı beyaz insanın malı yapmıyorsa, tür farkı da hayvanı insanın malı yapmamalı ve/veya hayvanın “mal” statüsünü meşrulaştırmak için kullanılabilecek bir kriter olmamalıdır. Aynen insanlar arası ayrımcılık gibi, türcülük de insanın diğer türlere karşı önyargılı veya taraflı davranmasıdır ve dahası iki veçhelidir: Bir, insanın hayvana yaptığı ayrım; iki, insanın yemediği evcil hayvanlarla, yediği hayvanlar arasında yaptığı ayrım. Maalesef, hayvan haklarını en iyi şekilde düzenleyen hukuk sistemleri bile, türcülük yapan insan tarafından, insanın hak ve çıkarlarını, diğer tüm türlerin hak ve çıkarlarından üstün tutmak için dizayn edilmiş sistemlerdir. Oysa, diğer türlere üstünlüğünü ilan eden insanın, hayvanı malvarlığı haline getirip kendinde onu sömürme hakkı görmesinin, hiçbir mantıklı hukuksal dayanağı ve savunulabilir bir yanı yoktur.

Hukuk sistemi içinde, haklarla donatılmış bir hayvandan söz edebilmek için, “hak” kavramını tanımlamak da elzemdir. “Hak” en basit tanımıyla “hukuken korunmasını istemeye yetkili olduğumuz çıkar” olarak tanımlanabilir. Bu ifadeden hareketle, hayvan haklarından bahsedebilmemiz için, bu hakkı talep edebilme iradesi/isteği zaruridir. Ancak, “mal” olan hayvanın herhangi bir yasal hak talebinde bulunması mümkün olmadığı gibi, “kişi” veya “kişi-benzeri” bir hukuki statüye sokulmadığı sürece, kendisine vasi atanması ve vasisi aracılığıyla bir7takım hak taleplerinde bulunması da mümkün olamamaktadır. Hal böyle olunca da öldürme, tecavüz, işkence gibi en ağır hak ihlalleri bile, ciddi anlamda soruşturulmamakta, hakkı ihlal edilen hayvanın sahipsiz bir hayvan olması durumunda ise, suçlulara neredeyse hiçbir yaptırım uygulanmamaktadır. Dolayısıyla, sadece gerçek ve tüzel kişileri tanıyan ve hayvanın bir “kişi-benzeri” olarak tanımlanmadığı hukuk sistemlerinde, herhangi bir hayvan hakkından layıkı ile bahsedebilmek mümkün değildir. Bu sebeple, öncelikle hayvanın hukuk sistemelerince bir “kişi” veya “kişi-benzeri” statüsüne sokulması gerekmektedir. Zira, hukuk sistemlerinin “kişi” kavramını, gerçek ve tüzel kişiler olarak kısıtlayıcı bir bakış açısı ile düzenlemesi ve hayvanın herhangi bir hak talebinde bulunabilecek kişi-benzeri bir varlık olarak düzenlenmemesi, hayvan hakları aktivistlerinin mücadelesine büyük zarar vermektedir. Dolayısıyla, hukuki zeminde yapılan tartışmalar, gerçek anlamda bir hak tartışması olmaktan ziyade, daha çok çıkar veya refah tartışmasına indirgenmektedir.

Hayvan haklarının tam anlamıyla gerçekleşebilmesi için hukuk sistemleri aracılığı ile hukuki çözüm aradığımız doğru olmakla birlikte, hukuk sistemlerinin de egemenin iradesiyle pratiğe dökülen, iktidarı elinde bulunduranların bilgi ve bilinç seviyesi ile oluşan ve aslında egemenin ihtiyaç, beklenti ve çıkarlarına dayanarak şekillenen bir sistem olduğunu; bazı hallerde birçok haksızlığa, acıya, adaletsizliğe ve ötekileştimeye dayanak teşkil eden yasal düzenlemelerin de bu sistemin bir ürünü olduğunu unutmamak gerekir. Bunun en basit örneğini bir insanın makyaj yapabilmesi için, birçok hayvanın üzerinde, hayvanlara zarar verecek nitelikte deneyler yapılmasında görebiliriz. Makyaj yapmak insanın yaşamsal faaliyetleri için elzem değidir; ancak, makyaj malzemelerinin alerjik testten geçebilmesi için hayvanlar üzerinde uygulanan deneyler, hayvanlar için yaşamsal değerdedir. Deneyler özelinde düşünülecek olursa, hayvanın yaşam hakkının elinden alınması ile insanın hiçbir önem arz etmeyen makyaj yapma seçiminin çatışmasında dahi, hayvanın yaşam hakkı daha az önemli kabul edilmektedir ve bu önem sıralaması yani hayvanların hangi koşullarda deneysel testlere tâbi tutulacağına dair yasal düzenlemeler ise, hukuku üreten iktidarın elinden çıkmaktadır.

 

Uluslararası Belgeler

Bütün bu karamsar tabloya rağmen, hukuki çözüm aramaktan vazgeçemeyeceğimize göre, öncelikle bu alanda düzenlenmiş bazı uluslararası hukuki belgeleri, daha sonra bazı anayasaları incelemek gerekmektedir. Uluslararası belgelere baktığımız zaman, bana göre, ilk önemli belge 1997 yılında kabul edilip imzalanan ve 1999 yılında yürürlüğe giren Hayvan Refahına Dair Amsterdam Sözleşmesi’dir ki orada ilk kez hayvanların “sezgisel varlıklar” (sentinent beings) olarak kabul edildiği görülmektedir. Daha sonra, 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Anlaşması  hayvanın “sezgisel bir canlı” olduğunu tekrar etmekte ve Avrupa Birliği’ne üye devletlerin, hayvanların kötü muamele ve acı çekmesini önlemek konusunda etik sorumluluğu bulunduğunu belirtmektedir.

Bununla birlikte, hukuk sistemleri tarafından hayvana hukuki kişilik kazandırılması ve hayvanın mal statüsünden çıkarılması, hayvan haklarına hizmet edecek gelişmelerdir. Bu bapta birkaç örnek verecek olursak, Hindistan Anayasası’na (1950), 1974 yılında eklenen 51A maddesi ile vatandaşların diğer şeyler yanında, “vahşi yaşamı kapsayan doğal çevreyi koruma ve geliştirme ve yaşayan canlılara merhamet gösterme ödevi” olduğunu belirtmiş ve bu anayasal düzenleme ile uyumlu olacak şekilde,“yaşayan bir kişinin hakları, ödevleri ve yükümlülükleriyle bezenmiş ayrı bir persona’ya sahip hukuki varlık” olarak tanımlamıştır. Öte yandan, İsviçre Anayasası’nın 80. maddesi Hayvanların Korunması’nı düzenlemekte ve ardından çıkarılan yasalarla hayvanların korunmasında dünyada ilk sıraya yükselmektedir. Almanya Anayasası ise, 1998’den 2002 yılına kadar süren mücadele neticesinde, Anayasa’nın çevrenin korunmasını düzenleyen 20a maddesine “ve hayvanların” kelimesi eklenerek, “devlet, gelecek nesillerin çıkarı için hayatın doğal temelini ve hayvanları anayasal kanunlar çerçevesinde ve kanunlar yapmak suretiyle ve yönetmeliklere uygun şekilde ve yargı kararları aracılığıyla korur” şeklinde değiştirilmiştir. Ancak, Alman ve İsviçre Medeni Kanunlarında hayvanların eşya olmadığı belirtilmesine rağmen, hayvanlara “özel hüküm bulunmadığı hallerde eşyalara ilişkin hükümlerin uygulanacağı” belirtilmiştir. Yani en ileri düzenlemelerin bulunduğu ülkelerde bile, hâlâ istisnalarla karşılaşmamız mümkün olmaktadır.

Görülebileceği üzere, bir yandan uluslararası sözleşmelerin hayvanları sezgisel varlıklar olarak kabul etmesi, diğer yandan “hayvan” kelimesinin bazı anayasalarda yer alması, hatta bazı ülkelerin hayvanları mal statüsünden çıkarması dahi, hayvan haklarının tam anlamıyla gerçekleşmesi için yeterli değildir. Zira bugün hâlâ birçok ülkedeki mevcut düzenlemeler hayvanı “mal” olarak kabul etmektedir.

Peki bizim ülkemizdeki mevcut hukuk sisteminde hayvan hakları ne durumdadır?

KKTC ve Hayvan Hakları

KKTC Anayasası’nda “hayvan” ibaresi yoktur. Hayvan ibaresinin olmaması yanında, Anayasa’nın herhangi bir yerinde, isim zikredilmeden hayvanların koruması ile ilgili herhangi bir bölüm de yoktur. Oysa, Almanya’daki gelişmeler örnek alınarak Anayasa’nın “Çevrenin Korunmasını” düzenleyen 40. maddesinin 3. fıkrasına, “ve hayvan” ibaresi eklenebilir. Şöyle ki: Çevreyi geliştirmek, çevre ve hayvan sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin, gerçek ve tüzel kişilerin ödevidir.”

KKTC’de yürürlükte bulunan Fasıl 154 Ceza Yasası’na göre hayvan bir “mal/eşya” statüsündedir. Bunu, gayet açık bir şekilde hayvana verilen zararın, “Mala Karşı Zararlar”ı düzenleyen Yedinci Kısım’ın, “Mala Zarar Oluşturan Suçlar”ı içeren “Birinci Bölüm”ünde düzenlenmesinden görmekteyiz. Bu bölümün altında düzenlenen “Hayvanlara Zarar” başlıklı 323. madde şöyle demektedir:

“Çalınabilen bir hayvanı kasten ve yasadışı olarak öldüren, sakatlayan veya yaralayan herhangi bir kişi bir suç işlemiş olur. Söz konusu hayvan bir at, kısrak, hadım edilmiş at, eşek, katır, deve, boğa, inek, öküz, keçi, domuz, koç, koyun, hadım kuzu veya bunların yavrusu ise suç işleyen kişi, ağır bir suç işlemiş olur ve yedi yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilir. (...)”

Burada sadece “çalınabilen” ibaresinden bile, can sahibi olan bir varlık çalınamayacağına göre, hayvanın, bir eşya statüsüne indirgendiğini, hemen ardından sayılan hayvan gruplarının ise, insanın ya tüketimi (!) ya da kullanımı (!) için gerekli olan hayvan grupları olduğu cihetle, cezanın artırılarak verilmesi gerektiğini göstermektedir. Bir başka deyişle, suç işleyen kişi, aslında hayvana zarar verdiği için değil, hayvanın/malın sahibinin mal üzerindeki hakkını kullanamaması veya malını tüketememesi dolayısıyla uğradığı mal kaybından dolayı cezalandırılmaktadır. Buradaki düzenleme sahipli hayvanlara yönelik, kısıtlayıcı bakış açısıyla yazılmış bir düzenlemedir ve kanaatimce sahipsiz hayvanları kapsamamaktadır.

2013 yılında yürürlüğü giren Hayvan Refahı Yasası’nda ise hayvan, kuluçkalık yumurtalar da dahil tüm canlı hayvanları anlatır” demekte ve hayvan için kapsayıcı bir tanım vermektedir. Dolayısıyla, iki yasanın birbiriyle tutarlı olduğunu söylemek mümkün değildir. Bununla birlikte, Hayvan Refahı Yasası’ndaki düzenlemelerin sahipli-sahipsiz, evcil-yaban hayvan ayrımı yapmaksızın, tüm hayvanları kapsadığını söylemek mümkündür. Yine, söz konusu Yasa’nın, “Hayvanlara Kötü Muamele Yapılması” başlığı altında düzenlenen 6. maddesi hayvanlar arasında bir ayrım yapmamaktadır. Bununla birlikte, bu Yasa “bakıcının yükümlülüklerini” düzenlemek suretiyle, daha çok sahipli hayvanların refahıyla ilgilenen bir görünüm vermektedir. Söz konusu yasa, hayvan haklarına dair olumlu bir adım olmasına rağmen, bu yasanın işleyişinde karşımıza çıkan en büyük sıkıntı, işlenen suçlara idari para cezası öngörmesi ve suçların cezalandırılması konusunda, yetkililerin etkin bir denetim gerçekleştirmemesi olmuştur.

 

Karpaz’da öldürülen eşeklerin zanlıları, eşeklerin hangi tanıma girdiğine bağlı olarak, ya Ceza Yasası tahtında, ya da Hayvan Refah Yasası tahtında sorumlu tutulabileceklerdir. Burada bu suçu soruşturmakla yükümlü olan makamın yorumu veya seçimi devreye girecektir. Bir an için eşeklerin Çevre Koruma Dairesi altında korunmaya alındığı gerçeğinden hareket ederek bu hayvanlara söz konusu daire üzerinden “sahip olunan hayvan” statüsü verilecekse, zanlıların 323. maddeden, eşeklerin “sahipsiz ve hür” hayvanlar olarak tanımlanmaları durumunda ise, zanlıların Hayvan Refahı Yasası’nın 6. maddesinden sorumlu tutulması gerekecektir. Birinci olasılık, biraz zorlama bir yorum olacağı için, kanaatimce ikinci seçenek izlenilmesi gereken yol olmalıdır. Bu durumda da eşekleri öldüren kişi veya kişiler, dört asgari ücret ceza ödeyip, başka herhangi bir yaptırıma uğramayacaktır. Hukuken gayet normal görünen bu olay,  doğum yapmakta olan bir canlıya kurşun sıkabilecek bir başka canlı olduğu gerçeği karşısında, vicdanen oldukça rahatsız edici ve adaletsizdir.

KKTC’de hayvan hakları mücadelesinin kökeni çok eskilere dayanmamaktadır. Hayvanların hakları ile ilgili çalışan iki önemli dernekten Altın Patiler Derneği resmi olarak 2014 yılında, Kıbrıs Hayvan Hakları Derneği ise, 2015 yılında kurulmuştur. Taşkent Doğa Parkı ise, yaban hayatı koruma maksadıyla 2016 yılından beridir çalışmalarını sürdürmektedir. 2023 yılında kurulan Kıbrıs Türk Barolar Birliği Hayvan Hakları Komitesi’nin ciddi uğraşları sonucu geçen sene hazırladığı Ceza Yasası (Değişiklik) Yasa Önerisi’nde yapmış olduğu hayvan tanımı, hayvanları artık bir “mal” statüsünden çıkarmakta ve onları “can” olarak tanımlamaktadır. Şöyle ki, Öneri’nin tefsir kısmı, “Hayvan, bir omurgaya ve sinir sistemine sahip canlıyı anlatır.” demektedir. Bununla birlikte, hayvanlara karşı işlenen suçlar için, metnin orijinal hali para değil, hapis cezası öngörmekteydi. Keza, söz konusu değişikliklerin zaten Ceza Yasası tahtında, “Mala Karşı Zararlar” kısmında değil, yeni bir bölüm açarak “Hayvanlara Karşı İşlenen Suçlar” başlığı altında yapılması, hem Hayvan Refahı Yasası’nın hayvan hakkı ihlallerini önleyip hayvanları korumada yeterli olmadığı, hem de mevcut Ceza Yasası’nda hayvanların hâlâ “mal” statüsünde olması gerekçesini taşıyordu. KTBB Hayvan Hakları Komitesi’nin değişiklik önerileri, geçtiğimiz aylarda KKTC Meclisi’nin Hukuk, Siyasi İşler, Dışilişkiler ve Savunma Komitesi’nden tüm parti temsilcilerinin oybirliği ile geçip Meclis Genel Kurulu’na gönderilmesine rağmen, Meclis Genel Kurulu’nda oylanmayarak, Hukuk Komitesi’ne geri gönderilmiştir. Hukuk Komitesi’nde ilgili taraflarla yeniden istişare edilen söz konusu Yasa değişiklik önerisi, 10 Mart 2025 tarihinde yeniden Meclis Genel Kurulu’na gönderilmiş ve orada ilk oylaması yapılarak oybirliği almıştır. Söz konusu Yasa, usul gereği, ileriki bir tarihte bir kez daha Meclis Genel Kurulu’nda oylanacak ve Yasa’nın akıbeti, bu oylamaya göre belli olacaktır.

Karpaz’da yaşanan ve sadece eşeklere değil, hayvan aktivistlerinin yüreğine de sıkılan kurşunlara gelince… Öncelikle, Ceza Yasası’nda yapılması önerilen değişiklikler bugün yürürlükte olmuş olsa idi, bu eylemin hapis cezası ile cezalandırılabilen bir eylem olduğunu söyleyebilecektik. Değişiklik yasa önerisi henüz yürürlüğe girmemesine rağmen, mevcut sistemde de zanlıların sorumluluğunu doğurabilecek hükümler yukarıda anlatılmıştır. Geçen hafta yayınlanan gazete haberlerine bakarak, zanlılara “patlayıcı madde tasarrufu”, “kanunsuz ateşli silah bulundurmak” ve “hayvanlara zarar verme” suçlamalarından dava okunduğunu ve bu kişilerin serbest bırakıldığını görmekteyiz. Savcılık makamının hangi maddeden dava okuyacağı ve tutuklu yargılama talep edip etmeyeceği elbette ki elindeki mevcut emarelere bakarak karar vereceği bir husustur ve kendi takdirindedir. Ancak, öldürülen eşek sayısı, bu eşeklerin Kıbrıs kültürünün bir parçası olması, hatta bir tanesinin doğum yaptığı sırada canice öldürülmüş olması göz önüne alındığı zaman, bu kişilerin  neden tutuklu yargılanmadığını sadece hayvanın hukuki statüsünün mal olması sebebi ile açıklamaktan başka çaremiz yoktur. KTBB Hayvan Hakları Komitesi’nin düzenlemiş olduğu değişiklik yasa önerisi, söz konusu olayın yaşandığı tarihte yürürlükte olmuş olsaydı ve/veya söz konusu Yasa’nın mantığı ile uyumlu olacak şekilde hayvanı “can” olarak kabul etmiş olsaydık, nasıl ki bir insanı öldüren kişinin tutuksuz yargılanmasını kabul etmiyorsak, benzer şekilde eşeklerin öldürülmesi olayında da (tabii ki bu husus mahkeme ve savcılığın takdirinde olmakla birlikte) tutuksuz yargılamanın kabul edilmemesi gerektiğini söyleyebilecektik. Keza, Ceza Değişiklik Yasası eşeklerin öldürüldüğü tarihte yürürlükte olsaydı, sahipli-sahipsiz ayrımı yapmaksızın, sahipsiz eşekler de dahil olmak üzere, Yasa’nın hayvan tanımına giren tüm hayvanlar can statüsüne taşınmış, öldürme fiili mahkeme huzurunda görüşülmesi gereken ve caydırıcı cezalar verilebilecek bir suç olacaktı.

Bunca kötü tecrübeye rağmen, insanların hayvanlar konusunda cezaya değil, “yaşama saygı eğitimi”ne ihtiyacı olduğuna inanan bir birey olarak, Hindistan Anayasası’nın belirttiği gibi merhametin insanlara bir ödev olarak yüklenip yüklenemeyeceği tartışılabilir. Zira merhamet, onu hissedemeyen bir insan için öğrenilebilen bir his mi, verilmesi gereken bir ders mi, yoksa bilinç seviyesi düşük olan merhametsizlerin gerçekten ıslah edici cezalar alması mı gerekli, bilmiyorum. Eğer son seçenek olan cezayı seçersek, hayvanlara karşı suç işleyen bireylerin, ıslah edilmediği sürece, şiddet sarmalının en alt tabakası olarak kabul edilen hayvana yönelttiği şiddeti, daha sonra, çocuğa ve kadına yönelteceğini, hayvana karşı şiddet ile aile içi şiddetin yakın ilişki içerisinde olduğunu, keza, hayvanlara karşı suç işleyen kişilerin psikolojik olarak empatiden yoksun, anti-sosyal kişilik bozukluğundan muzdarip kişiler olduğunu psikolojik araştırmalar defalarca göstermiştir. Dolayısıyla, sözde en alt tabaka olan hayvana şiddetin önlenmesi sadece, hayvanı değil, aslında toplumsal barışı da koruma amacına hizmet etmektedir. Bu sebeple, Ceza Yasası (Değişiklik) Yasa Öneris’nde yapılan değişikliklerden sonra, üzerinde uzlaşılmış olan metnin onaylanarak yürürlüğe girmesi, hayvan hakları açısından olduğu kadar, toplumsal huzurun korunması açısından da oldukça önemlidir.

Sonuç

Tarih, siyahların, kölelerin, kadınların, eşcinsellerin, etnik azınlıkların ve daha başka birçok grubun maruz kaldığı ayrımcılık, uğradığı zorbalık ve bunun karşısında bu grupların gerçek adalet için yapmış olduğu mücadeleye tanıklık etmiştir. Ezilenlerin adalet savaşı hâlâ devam etmektedir. Hayvanların hak ve çıkarlarını korumak için, ezilen insan grupları gibi örgütlenememesi ve hak talebinde bulunamaması, yaşam mücadelelerini ancak hayvan hakları aktivistleri üzerinden gerçekleştirmek zorunda olmaları, yürünecek yolun uzun, verilecek mücadelenin zorlu ama daha insancıl/hayvancıl bir dünyada, türler arası barış içinde yaşamın olanaklı kılınması için mecburi olduğunu göstermektedir. Bu yönde yapılması gereken hukuki düzenlemeler yanında, toplum bireylerinin küçük yaşlardan itibaren okullarda eğitilmesi ve içinde yaşadığı ekolojik sisteme saygı duyarak onun en tepesinde değil, içerisinde herhangi bir canlı varlık olarak yer aldığı bilincinin pekiştirilmesi sağlanmalıdır, çünkü Pisagor’un dediği gibi: “İnsan, aciz varlıkları acımasızca yok ettiği sürece sağlık veya barış yüzü görmeyecektir. Çünkü insanlar hayvanları katlettiği sürece birbirlerini de öldürecektir. Cinayet ve acı tohumları eken, sevinç ve sevgi biçemez.”

Yararlanılan Kaynaklar:

Kitaplar

G. L. Francione, Hayvan Haklarına Giriş, Çocuğunuz mu Köpeğiniz mi?, 2022  

T. Regan, Tüm Kafesler Boşalsın, 2007

R. Ryder, Victims of Science: The Use of Animals in Research, 1975

P. Singer, Hayvanın Özgürleşmesi, 2018

G. L. Francione, Animals Property & The Law, 1995

F. De Waal, Hayvanların Ne Kadar Zeki Olduğunu Anlayacak Kadar Zeki Miyiz?, 2021

Makaleler

Akben D., Alman Hukukunda ve Türk Hukukunda Hayvanların Korunmasının Karşılaştırılması, 2023

Ascione, F. R., Children who are cruel to animals: A review of research and implications for developmental psychopathology, 1993

Ascione, F., Battered women's reports of their partners' and their children's cruelty to animals, (1998).

Cumalıoğlu E., Medeni Hukukta Hayvan Hakları ve Hayvanlar Üzerindeki Hak, 2017

Duman I., Federal Almanya Devletinde Genel Hukuka Uygunluk Sebeplerinin Hayvan Hakları Lehine Uygulanması Beraberinde Gelen Tartışmalar ve Türk Hukukunda Hayvanın Hukuki Konumuna Kısa Bir Bakış, 2022

Duru B., Özdan S., Uluslararası Bildiriler Çerçevesinde Hayvan Hukuku İncelemesi

Eissen J., Animals in the constitutional state, 2018

Evans E., Constitutional Inclusion of Animal Rights in Germany and Switzer land: How Did Animal Protection Become an Issue of National Importance? 2016

Koçhisarlıoğlu C., Erişgin Ö.S., Hayvanın Hukuki Konumu, 2013

Köybaşı S., Hak Öznesi Hayvan, 2018

Kymlicka W., Human supremacism: why are animal rights activists still the “orphans of the left”?, 2019

Tarhan N., Şiddetin Psikososyopolitik Boyutu, 2019

Internet

World Animal Net, Animals & Constitutions, https://worldanimal.net/world-constitution-chart

Federal Almanya Anayasa Mahkemesi, 15.01.2002, 1 BvR 1783/99 numaralı  karar

Narayan Dutt Bhatt v. Union of India and Others kararı (04.07.2018) http://www.indiaenvironmentportal.org.in/files/horse%20cart%20Nepal%20India%20Uttarakhand%20High%20Court%20Judgement%20Narayan_Dutt_Bhatt.pdf

https://www.gesetze-im-internet.de/englisch_bgb/englisch_bgb.html#p0273

https://www.roadsafetyngos.org/wp-content/uploads/2022/06/Swiss-Civil-Code-EN-version.pdf

Değerli görüşlerini paylaştıkları için Lefke Avrupa Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Sn. Prof. Dr. Nuri Erişgin’e, Kıbrıs Hayvan Hakları Derneği Başkanı Sn. Cemaliye İnan’a ve Kıbrıs Türk Barolar Birliği Hayvan Hakları Komitesi Eş-başkanı Sn. Nadir Bıldır’a teşekkür ederim.

Bu haber toplam 1447 defa okunmuştur
Gaile 516. Sayısı

Gaile 516. Sayısı