‘Dünyayı enisreT Çevirmek’
GAİLE yazarı ve editörlerinden, felsefeci Yılmaz Akgünlü “Varoluş Denemeleri” olarak adlandırdığı bir kitap yazdı…
“Yaşama farklı bir açıdan bakabilmenin gücünü kazandırma” amacıyla kaleme alınan bir kitap Dünyayı Tersine Çevirmek… Yazar, insanın nasıl bir var oluşunun olduğunu, bu dünyada olmanın ne anlama geldiğini, saf bir merakla sorguluyor.
Farklı bakış açılarıyla insanların temelde “birey” oluşunu anlamak ve güçlendirmekle birlikte, herkesin içindeki evrensel ve kendine özgü bireye ulaşmanın önemi vurgulanıyor…
“İyi mühendisler, iyi doktorlar oluyoruz ama iyi insanlar ya da olgun insanlar olmuyoruz. Bu işin bir sanat boyutu var. Belli branşlarla kısıtlamak istemiyorum. Bireylere yaratıcı olmayı, özgün olmayı da öğretmemiz lazım.”
“Aslında din nasıl yozlaştıysa aynı şekilde bilimin de yozlaştığını ve yıkım aracı haline geldiğini anlatıyorum. Eskiden dinler yıkım aracı haline gelmişti ve sonra insanlar dinden bıkıp usandılar ve bilime sarıldılar.”
Kitabın bir başka bölümünde yer alan gezilerle ilgili de bilgi veriyor Yılmaz Akgünlü. “Hindistan’a yaptığım gezilerden bahsettim. Gezi ruhunun nasıl bir şey olduğunu, gezerken neler yaşadığımızı.”
“Tanrının da bir şekilde insanlığın, dünyanın anlamını kazanma çabasında anahtar bir kavram olduğunu düşünüyorum. Bir kavram olduğunu belirteyim. Tanrı yoktur ya da vardır’ gibi bir tespit değil bu.”
Didem MENTEŞ
“Yaşama farklı bir açıdan bakabilmenin gücünü kazandırma” amacıyla kaleme alınan bir kitap Dünyayı Tersine Çevirmek… Yazar Yılmaz Akgünlü, farklı bakış açılarıyla insanların temelde “birey” oluşunu anlamak ve güçlendirmekle birlikte, herkesin içindeki evrensel ve kendine özgü bireye ulaşmanın önemine vurgu yapıyor.
Çeşitli konularda denemelerin yer aldığı kitabın içeriğinde, Yazar, insanın nasıl bir var oluşunun olduğunu, bu dünyada olmanın ne anlama geldiğini, saf bir merakla sorguluyor. Temelde bir insan olarak karşılaştığımız problemlere, sorunlara ışık tutuyor. İnsanlar neden acı çekiyorlar? Toplumlarda adaletsizlik, eşitsizlik neden var? Bunları derinden nasıl çözebiliriz? Bu olaylara “birey” açısından bakıyor yazar Akgünlü. “Toplumu değiştirmenin, daha iyiye gitmenin yolunu bireylerin değişmesinden geçtiğine inanıyorum…” diyor.
2019 Eylül ayında basılan kitap, Yılmaz Akgünlü’nün Gaile’de kaleme aldığı yazılarından oluşuyor. Kitaptaki deneme yazılarının yanısıra içerisinde yer alan fotoğraflar da kendisine ait. Yılmaz Akgünlü, gençlik yıllarından itibaren Hindistan, Nepal, Sri Lanka ve Afrika’da gezip gördüğü yerleri fotoğraflarken, objektifine takılan insan portrelerine de yer vermiş. Kendisi gezmek ile turist arasındaki farkı kendi çerçevesinden aktarıyor okuyucuya…
Felsefe, Uzak Doğu ve değişen bakış açısı…
1968 Ankara doğumlu olan Yılmaz Akgünlü, askeri liseyi bitiriyor. Harp Okulunda 2 yıl eğitim gördükten sonra asker olmak istemediğine karar verip, ODTÜ Psikoloji Bölümü’ne giriyor. O dönemler Uzak Doğu’nun ilgisini çekmeye başladığı dönemler. Üniversite yıllarında Hindistan’a gitmeye başlıyor. Bu ülkenin farklı bir kültür ve coğrafyaya sahip olduğunu söyleyen Akgünlü, Hinduizm, Budizm gibi çok önemli bir takım felsefelerin, dinlerin de merkezi olmasının önemini anlatıyor. Hindistan gezilerinde çektiği fotoğraflar ile birlikte bakış açısını da genişletmeye başlıyor. Manzara fotoğraflarına, insan portreleri de ekleniyor. ODTÜ’den sonra evlenip, eşiyle birlikte Kaz Dağları’ndaki Altınoluk’a yerleşiyor Akgünlü. Eşiyle birlikte Hindistan’dan getirdikleri malzemelerle takılar yapıp, satıyorlar. “Burada çok güzel şeyler yaşadım, kendimi bulmaya başladım. Bol bol okumak, düşünmek, yazmak bana iyi geldi. İkizlerim doğunca, bakması daha kolay olması için eşimle Kıbrıs’a geldik. Burada önce Güvenlik Kuvvetlerinde psikolog olarak çalıştım. 2001 yılında ise Türk Maarif Koleji’nde felsefe grubu öğretmeni olarak çalışmaya başladım” şeklinde hayatının özetini anlatıyor.
Teşvikler üzerine kitap hayata geçiyor.
İlk yazılarını ODTÜ’deyken yazıyor Akgünlü. O zamandan beri yazı yazmaya devam ettiğini söylüyor. Dünyayı Tersine Çevirmek adlı kitabının hikâyesini de şöyle anlatıyor: “Bir kitap komisyonunda Ahmet Güneyli ile birlikte çalıştığımız sırada tanışmıştık. Benim bir yazımı görmüş ve GAİLE için yazı yazabilir miyim diye sordu. İlk defa bu şekilde bir dergide felsefe, psikoloji ağırlıklı yazılar yazmaya başladım. Yazdıkça zaman içerisinde yazılarım gelişmeye başladı. Herhangi bir konudaki düşüncelerimi yazıyordum ama bunları daha çok psikolojik bir temelde bazen de felsefi bir temelde açıklamaya çalışıyordum. GAİLE’nin yapısı hoşuma gidiyordu çünkü çok özgür bir ortam vardı. 5 yıl önce Hakkı Yücel bu yazıların bir araya getirilmesiyle, kalıcı olacağını önerdi. Yazılarımın yoğunlaşmasıyla birlikte Hakkı Yücel ve Ahmet Güneyli’nin teşvikiyle bunu düşünmeye başladım. O noktadan sonra yazıları daha ciddiye alıp, daha özenerek yazmaya başladım. Arkadaşlarım da bu yazıların kitap haline neden getirilmediğini sorgulamaya başladı. Yazılar da daha çok okunur oldu. Ben de yazmaya karar verdim. Bir şekilde insan sorumluluktan kaçabilir ama birilerinin bir noktada bir şeyleri söylemesi, yazması, çizmesi gerekir.”
Dünyayı Tersine Çevirmek…
Yazar Akgünlü, kitabın denemelerden oluşan bir kitap olduğunu, kendisinin “Varoluş Denemeler” olarak isimlendirdiğini söylüyor. İnsanın nasıl bir var oluşunun olduğunu, bu dünyada olmanın ne anlama geldiğini, saf bir merakla sorguluyor. Temelde bir insan olarak karşılaştığımız problemlere, sorunlara ışık tutuyor. İnsanlar neden acı çekiyorlar? Toplumlarda adaletsizlik, eşitsizlik neden var? Bunları derinden nasıl çözebiliriz? Bu olaylara “birey” açısından bakıyor. Yazar, “toplumu değiştirmenin, daha iyiye gitmenin yolunu bireylerin değişmesinden geçtiğine inanıyorum…” diyor.
“Dünyanın en mükemmel sistemini de getirseniz eğer insan yapısında sorun varsa, o sistem işe yaramaz, değişmez. Tabii sistemler çok önemlidir. Toplumlar, ekonomik sistemler, öğretiler, kültür insanları biçimlendiriyor ama bir şey değişecekse sadece toplumu, yasaları değiştirmekle değil, önce kendimizi değiştirmekle başlamamız lazım. Çünkü şunu gözlemledim; aslında bizim o toplumu değiştirmeye soyunmuş birçok insan, politika yapan ya da üst mevkilerde olan birçok insan kendi kişisel hırslarından, bencil amaçlarından kurtulmuş değiller. Böyle olunca da aslında toplumun iyiliğine değil kendi çıkarları için çalışıyorlar. Bireyler olarak da biz biraz kurban gibiyiz. Gücü olmayan bireyler bir anlamda bizi yöneten bu mekanizmaların kurbanıyız. Ama bunun yolu, o mekanizmalarla doğrudan savaşmak değil çünkü biraz Don Kişotçuluk olur. Bir sistemi yıksanız bile başka bir sistem gelir, insan aynıdır. Bu şekilde devam eder. Daha zor olanın kendi içimizde yaptığımız savaş olduğuna inanıyorum”
“İnsanın kişisel gelişimini yapmadan önce kavrayışa, anlayışa ulaşması lazım”
Kitabın kişisel gelişim kitabı olmadığının altını çiziyor Yılmaz Akgünlü. Kişisel kitapların çok yetersiz ve saptırıcı olduğunu düşünüyor. “İnsanın kişisel gelişimini yapmadan önce kavrayışa, anlayışa ulaşması lazım. Kendisinden başlayarak, kendi zihninin nasıl çalıştığını, nasıl düşündüğünü, nasıl hissettiğini tanıyıp sonra da toplumun nasıl düşündüğünü, nasıl çalıştığını incelemesi gerekir. Aslında şunu söylemek lazım; bütün bireylere hakiki bir düşünce eğitimi, sosyoloji, psikoloji eğitimi, tarih, coğrafya gibi şeylerin eğitimini vermek lazım. Okullara baktığımızda hem müfredat kısıtlı hem de iyi öğrenciler daha fazla fen bölümlerine teşvik ediliyorlar. Ülkenin doktora, mühendise ihtiyacı var ama dünyayı, toplumu ve kendilerini tanıyacak bilgilere de ulaşmaları lazım. Böyle yapmadıklarında bence insan değişmemiş oluyor. İyi mühendisler, iyi doktorlar oluyoruz ama iyi insanlar ya da olgun insanlar olmuyoruz. Bu işin bir sanat boyutu var. Belli branşlarla kısıtlamak istemiyorum. Bireylere yaratıcı olmayı, özgün olmayı da öğretmemiz lazım. Beni kitabı yazmaya motive eden temel düşünce yapısı bu…
Dişilik ve kadın olmak…
Kitapta yer alan ve gündemde tartışılan “Dişilik ve Kadın Olmak” konusuna da değiniyor yazar. “Burada eksik olan ne var diye düşündüm. Mutlaka söylenen güzel şeyler var. Ben birey olarak ne katkıda bulunabilirim diye düşündüm, kendi bilgilerimden, öğrendiklerimden bunları harmanlamaya çalıştım. Var olan feminizm ya da kadın hareketine ne katabilirim diye düşündüm. Kadınların bir ezilme sorunu var, bu sorun birincisi evrensel plan anlaşılamadan anlaşılamaz. Yani doğanın içerisinde dişi ve kadın ve erkek nedir? Dişi enerji, kadın enerji gibi şeylerden bahsedilir. Mesela Carl Jung’un çalışmalarında ya da Uzak Doğu’da bu vardır. Her erkeğin içinde bir dişi, her kadının içinde bir erkek olduğundan söz edilir. Kısacası bir erkeğin de bir dişi olarak alınması önemlidir. “Bir anlamda doğa da dişidir”. Doğa da kadınları yaptığımız gibi kötüye kullanılır, ezilir, sömürülür. Kadın da üretir doğa da üretir. Dünyada üretkenliği kontrol etmeye çalışan bir zihniyet var. Sonuçta eğer imparatorluklar kurulduysa, bir takım insanlar kendi ülkelerini yönetmeye çalışıyorsa hem doğadaki üretkenliği kullanmışlar hem de kadındaki üretkenliği kullanmaya çalışmışlar. Bunun için de kadına daha çok doğurganlık rolü verilmiş. Bunlar toplumların evriminde ortaya çıkmış olgular. Fakat bir şeye direkt kötü diye yaklaşmak yerine anlamak çabası içerisinde olmak lazım. İnsanı nasıl etkilemiş, sonuçta kaçınılmaz şekilde dünyanın birçok yerinde bu olmuş. Şu anda neler yapılabilir, düzeltilebilir, nasıl tekrar doğa ve dişi ile barışabiliriz?”
Zaman ve zamansızlık… Aylaklık, çalışmak ve üretkenlik
Zaman ve zamansızlık, aylaklık (tembellik) ve üretkenlikle ilgili de kitapta yazılar yer alıyor. Bu yazılarda bireyin nasıl bir zaman baskısı altında olduğunu, zamanın aslında ne olduğunu, nasıl bir kurgu olduğunu, bize nasıl dayatıldığını tartışıyor Akgünlü. “Aylaklık, çalışmak, üretkenlik adlı denememde aslında bizim çalışma anlayışımızın gerçek bir üretkenlikle sonuçlanmadığını, sadece nesneler ürettiğimizden söz ettim. Aylaklık kültürünün tekrar ortaya çıkması ama bu aylaklık yozlaşmış bir miskinlik değil, sadece insanın sevdiği şeylere zaman ayırabilmesi için, sevdikleriyle bir şeyler üretebilmesi anlamında bir aylaklıktır. Öyle sokaklarda aylak aylak gezmeyi unuttuk… Böyle bir şey bize çok yabancı, zaman kaybı gibi görülüyor. Bazı öğretiler var ki hafızamızda o kadar derine işliyor ki mesela “zaman” para demektir! Bilinçaltımıza böyle işlemiş. ‘Aman zaman kaybetmeyelim’ derken aslında daha çok para kaybetmemekten söz ediliyor vakitten değil…”
Din ve bilim…
Yılmaz Akgünlü, başka bir yazısında ise din ve bilimle ilgili sorgulamalar yapıyor. Karşılaştırma, benzerlikler ve farklılıkları sorgulama… “Aslında din nasıl yozlaştıysa aynı şekilde bilimin de yozlaştığını ve yıkım aracı haline geldiğini anlatıyorum. Eskiden dinler yıkım aracı haline gelmişti ve sonra insanlar dinden bıkıp usandılar ve bilime sarıldılar. Bu başlangıçta iyi bir dönemdi ama bilim çok güçlendiğinde şu anki sistem gibi tek hakim duruma geldiğinde, akılcılık, hesapçılık, mantıklı olanı yapmak, daha çok üretmek gibi şeylerle doğa yok edilmeye başlandığında bilim de artık zararlı bir kurum haline gelmiş oldu. Öz yapısı itibariyle din nasıl kötü değilse bilim de öz yapısı itibariyle kötü değildi. Ama güç odaklarının elinde her şey kötüleşiyor.
Gezmek ile tatil yapmak arasındaki fark…
Kitabın bir başka bölümünde yer alan gezilerle ilgili de bilgi veriyor Yılmaz Akgünlü. “Hindistan’a yaptığım gezilerden bahsettim. Gezi ruhunun nasıl bir şey olduğunu, gezerken neler yaşadığımızı. Gezmek ile turist olmak arasındaki farkı, gezmek ile tatil yapmak arasındaki farkları tartıştım. Şu an biz tatil yapıyoruz. Bir ülkeye gittiğimizde kendi ülkemizdeki gibi yaşamaya çalışıyoruz. Otelimizden çıkıp biraz dışarılara bakıp, tekrar otele geri dönüyoruz ya da bize turlarda nereye nasıl bakacağımız empoze ediliyor. Özgür bir şekilde, o toplumla kaynaşarak, turist olduğumuzu unutarak, başkalarını da kendimizin turist olduğunu unutturarak gezmiyoruz. Bu yüzden de gezmek gibi değerli bir şeyin kazandırabileceği şeyleri insana kazandıramıyoruz. İnsanlar Tayland’a veya Hindistan’a gidiyorlar ama aynı kişi olarak geri dönüyorlar. Oradan bir şey kazanıp gelmiyorlar. Sadece hoş vakit geçiriyor, eğleniyor, eksantrik ilginç şeyler görüyor sadece…
Kitabında çevre konusuna da değinen yazar, “Hisarköy’deki çevre katliamı, Çernobil ve Fukişima’dan sonra yakınımıza bir nükleer santral yapılması düşünülüyor. Bunun yanlışlığına ilişkin bir tartışma yapıyorum. Çevre ile ilgili prensiplerden söz ediyorum” diyor.
Tanrıyı düşünmek… “Biz neden dünyada varız?”
Tanrı konusunu da kaleme alıyor Yılmaz Akgünlü, tanrının bir “kavram” olduğunu söylüyor. “Tanrının da bir şekilde insanlığın, dünyanın anlamını kazanma çabasında anahtar bir kavram olduğunu düşünüyorum. Bir kavram olduğunu belirteyim. Tanrı yoktur ya da vardır’ gibi bir tespit değil bu. Biz tanrıyla ilgili bir arayışta ya da aramayıp kaçmamız söz konusu olabilir, gerçeğe gözümüzü kapatabiliriz ama “Biz neden bu dünyada varız” veya “bu evren niye yaratıldı” sorusunun cevabını arıyoruz. Bu temel bir soru, düşünen her insan bu soruyu soruyor. Hayatın anlamını arıyorsun, kaynağını arıyorsun. “Ben bir şekilde kul muyum, bir yaratık mıyım yoksa bir yerde temas edebileceğim başka bir gücüm var mı” sorusunun cevabını arıyorsun. Tanrı kavramı insandan uzaklaştırılmış. Tanrı derken, insanın kendi en iç derin kaynaklarıyla, kendi bilincinin özüyle eskiden arasında bir ikilem yoktu. Budizm’de bu ikilemi ortadan kaldırmaya çalışıyor. Fakat imparatorlukların gelmesi dinin kullanılması Tanrıyı yukarı çekti ve imparator ile Tanrı birleşti. Kral ve Tanrı birleşip halkın bilincinden uzaklaştırıldı. Böylece Tanrı korkusu kullanılarak toplumlar yönetilmeye başlandı. Aslında her insan o korkuları atsa, toplumsal baskı mekanizmalarından kurtulsa kendi içinde çok açık, net hisler bulabilecektir. Kendi içinde bütünlük bulabilecektir. Bu bütünlük çok önemli. Tanrıyı yazarken bile aklımıza hep gelen “yukarıda bir varlık” diyoruz, “içimizde bir güç” demiyoruz. Biz bu kültürde büyümüşüz ama bu Uzak Doğu’da böyle değil. Uzak Doğu’da Budizm’de insanlar kendilerinin tanrının bir parçası olduğunu hissediyorlar.
Kendi olmanın baştan çıkarıcılığı… Anahtarı nerede kaybettik?
Yazar son olarak da “Kendi olmak, içe dönmek” gibi denemelerin yanısıra “Anahtarı nerde kaybettik” denemesiyle insanın içe açılan kapıyı arayış denemesinden söz ediyor. Ve okyanusu aşmak denemelerinde insana biraz da çözüm önerisi getiriyor. “Peki karanlığa nasıl girebiliriz”, “Ben Kimim” gibi konularda gerçekte doğruları söylemek gibi bir iddiası olmadığını belirtiyor. “İlk amacım ne olmadığımızı açığa çıkarmak, önce sahte yüzlerden bir kurtulalım sonra da içeriye, dışarıya nasıl bakabiliriz ki bu da günlük yaşamımıza yansısın ve sevdiklerimize, çevreye mutluluk versin…”