Duruş
Türkiye’deki iktidar değişimleri ve siyasi gelişmeler, Kuzey Kıbrıs’taki siyaset alanını sürekli olarak etkilemiş, bazen olumlu bazen olumsuz sonuçlar üretmiştir. Olumlu olumsuz kriterlerini, toplumların en temel siyasal standartları üzerinden ele almaktayım. Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, özgürlük ve barış. Elbette buna ekonomik süreçleri de eklemek isterim.
Türkiye’de 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 15 Temmuz birer darbeydi. Demokrasi ve insan haklarını ihlal eden, askıya alan, insanların canına kasteden birer darbe. Darbelerle birlikte, binlerce insanın işkenceden geçirilmesi, öldürülmesi, asılması yanında 15 Temmuz’da insanların Köprüde en acımasız yöntemlerle katledilmesi nasıl ki asla kabul edilebilecek bir konu değildir, bugün Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın da haksız yere siyaseten cezalandırılmaları da aynı şekilde kabul edilemezdir. Şiir okuyanların, şiirin ne olduğuna bakılmaksızın hapsedilmesi, cezalandırılması nasıl ki benimsenemez, her türlü düşünce özgürlüğüne müdahale de kabul edilemezdir.
Dolayısıyla mesele, hükümette kimdir kim değildirin ötesinde konunun ilkesel bir siyasi duruş olarak ele alınması gerekir.
Demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve barışa Türkiye’nin ihtiyacı yok mu? Ekonomik istikrara ? Herseyden çok var. Bu bir gerçek ve bundan yana taraf olmaktan asla çekinmemek gerekir. Demokrasiyi gündem yapmak, Türkiye’nin iç işlerine karışmaksa varsın demokrasi ve barış gelsin dediğimiz için karışmış olalım. Bu, dünyanın tüm ülkeleri için de geçerli bir ilkesel duruştur, sadece Türkiye için değil.
Unutulmamalıdır; sinizmin her türlüsü körleştirir.
Bugün bizim için esas olan, Kıbrıslı Türklere yaşatılanlar ve bugünden yarına bir halkın geleceği konusudur. Sonuç itibarıyla Türkiye’de iktidara kim gelirse gelsin, biz, Kıbrıslı Türklerin kendi kendini yönetme, Türkiye ile karşılıklı saygıya dayalı ilişki ile Kıbrıs sorununa çözüm ve Avrupa Birliği tercihinden, yani 24 Nisan 2004 iradesinden bir milim sapmamamız gerekir.
Temmuz 2007
Anastasiadis’in insanı körleştiren “güven” sorunu ve basit ayak oyunları ile Ankara’nın “temkinli” siyaseti yüzünden Crans Montana’da testi kırıldı. Bugüne kadar ilk kez kırılmamıştı. Masa pek çok kez bozulmuş, ancak toplumların çıkarına olabilecek geri dönüş kanalları -her iki taraftaki aşırı milliyetçilere rağmen - sürekli açık tutulmuştu. O kadar ki, örneğin Kofi Annan, Annan Planı referandumu sonrası, bu iş bitti demedi. Durum saptaması yapıp, Kıbrıslı Rumlar istediği değişiklikleri bize iletsin devam edelim, dedi. Defteri asla kapatmadı, hemen ardından Gambari’yi gönderdi vd. Diplomaside kapılar her zaman “gındırık” kalır, kapalı değil.
Crans Montana’dan dönen heyetler, akıl tutulmasına uğramış olacaktı ki, her şeyin bitişini ilan etmişti. “Liman” arayışındaydık ve artık “önümüze” bakacaktık. Oysa ki önümüzde olanlar giderken arkamızda bıraktıklarımızdı. Crans Montana’nın başarısızlığında olumsuz bir rolümüz yoktu belki; ancak sonuçta kaybeden biz olduk: Kıbrıslı Türk toplumu.
BM Genel Sekreterinin daveti üzerine, Sayın Akıncı’nın Kasım 2019 üçlü (BM Genel Sekreteri Guterres, Anastasiadis ve Akıncı) buluşmasına katılarak “yoldan çıkan treni yeniden rayına koyma” girişimi, Ekim 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, BM Güvenlik Konseyi kararlarının dışına çıkmaya karar vermiş Ankara’nın seçimlere müdahale etmesi ile karşılık buldu.
Sayın Akıncı bu adımda elbette haklıydı. Kendi halkının çıkarı, treni raya tekrar oturtmaktı. Ancak, KKTC’nin veya Kıbrıslı Türklerin veya ada yarısının değil, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin toprak bütünlüğü, Anayasal düzeni ve Bağımsızlığının Garantörü Ankara uluslararası hukukun dışına çıkarak treni tamamen devirdi.
Hem devirdi, hem de o devrik aracın başına Ersin Tatar’ı getirdi.
Bugün uluslararası konjonktür, Kıbrıs sorunu ile ilgili bir açılım “sağlayabilecek" durumda değildir.
Ancak yeni bir dünya kuruluyor.
ABD emperyalizminin tek kutuplu küresel dünyası yerini iki/çok kutupluluğa bırakacak ve farklılık ya da kamplaşma kültürel, sosyal, siyasal farklılıklar üzerinden gelişecek gibi görünüyor. Elbette burada her bir kutup/kamp, kendi siyasi hegemonya alanını yeniden şekillendirecek, müttefiklerini belirleyecek güçlendirecek, olası düşmanlarını saptayacak ve pozisyon alacaktır. Bu durum ekonomik dinamiklere ve alternatif yakıt arayışlarına yansıyacağı gibi, dünyanın en önemli sorunu iklim krizi çerçevesinde kavga da giderek büyüyecek. Küresel iklim krizi, sanayi devriminin, ama özelde kapitalizmin gelişme dinamiğinin sonucudur. Genişleyecek alan bulamayan kapitalist sistem, kendi kendi ile birlikte dünyayı da yok etmeye doğru yol alıyor. En büyük insanlık krizi budur diye düşünebiliriz. Yine Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması, yeni bölgesel güvenlik alanı yaratma çabaları, bütün dünyanın gıda ve enerji denklemini bozdu. Kriz çok yönlü ve büyük.
Yani bugün, kendilerinden başka kimse ne olacak bu Kıbrıslıların ya da Kıbrıslı Türklerin hali diyebilecek durumda değil. Yeni denkleme göre alınan yeni pozisyonlar, Kıbrıs’ı da doğrudan etkiliyor.
Kurtuluşumuz için, çözüm iradesini sonuna kadar canlı tutmak, Kıbrıslı Türklerin hak ve çıkarlarını her bağlamda korumak en temel görevimiz olarak önümüzde duruyor. Son dönemde, gerek Kıbrıs Cumhuriyeti kapsamı gerekse Annan Planı referandumu sonrası kazanılan uluslararası haklarımızı gözardı eden, sadece içe dönük bir siyasetin toplumsal getirisi olmadığını gördük. Böyle bir siyasetin, bizi doğrudan Türkiye’nin bir iline dönüştüren, sosyal mühendislik projeleri ile Kıbrıslı Türklerin toplumsal kimliğine, kültürüne, demokratik yapısına ve varlığına karşı yıkıcı adımları üç kuruş karşılığında atan zihniyetin etki alanına taşıdığını gördük.
Bu "alt yönetim” anlayışını kırmak ne sadece Meclis çalışması ne de sadece sokak mücadelesi ile olur. Yukarıda bahsettiğim, bugünün olumsuz şartları bir yana uluslararası camianın aktörleri ile sürekli sivil diplomatik temas ile mümkün olur. Kıbrıslı Türklerin her bağlamda nefes alabilecekleri kanalları açmak önümüzdeki en önemli görevlerin başında duruyor.
Türkiye’de demokratik, siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması en büyük temenni olsa da bunun zaman alacağı ortadadır. Biz Kıbrıslı Türkler, Türkiye’deki gelişmelere ve sonuçlarına bağlı bir sürecin ortağı olamayız. Tam tersi, Kıbrıs’ta çözüm ve AB perspektifi ile, Türkiye’nin çok önemli bir eksiğine ciddi katkı sağlayabiliriz. Kardeşlik hukukunun gereği de budur. Bugünün Ankara yönetimi bunun değerini anlasa da anlamasa da.