Düşen Hükümetin Ardından: Geçmişin Ciddiyetini Kavramak
Kıbrıs’ta yaşayan insanların geleceklerini garantiye alacak olan seçimler değil, iradelerini etkin bir biçimde ifade edebilecekleri yöntemlerdir.
Mertkan Hamit
[email protected]
Adanın kuzey yarısında yaşayanlar için yeni bir hükümetin kurulması ve hükümetin düşmesi senaryoları gündelik politik iklimin belirleyici tartışmalarından biridir ve sık sık tekrarlanır. Yeni hükümete dair arayışlar gündeme geldiğinde, temel olarak kamu yönetiminden sorumlu ilgili dairelerdeki üst düzey yöneticileri bir telaş alır. Özellikle, “tırnakları ile kazıdıkları” bu pozisyona gelebilmek için “bedel” ödeyenler için hükümetin düşme ihtimali son derece ciddidir. Yol kenarında parti bayrağını sallayan, geç vakitlerde adını dahi bilmedikleri bir köyde sabaha kadar “istişare edenler” arzuladıkları noktaya geldikten sonra, ellerindekini kaybetmek istemezler. Ancak, er ya da geç her masal biter. Kıbrıs’ın kuzeyindeki hükümet masalları ise oldukça kısadır.
Zoraki azınlık hükümetinin ömrünün kısa olacağı ise en başından belliydi. Hafızaları biraz zorlarsak, henüz daha hükümetin ilk haftasında, Ersan Saner’in “gerekirse erken seçime gideriz” tehdidiyle, aslında görev sürecinin olabildiğince kısa olacağı ortaya çıkmıştı. Seçim kartının ilk günden açılması, kamu yönetimindeki kadrolar ve siyasi parti üzerinden kariyer kuranlar için bir seçim ziliydi. Herkes pozisyonunu almalıydı.
Bu yazı kaleme alındığında, hükümet istifa edeli 24 saat kadar olmuş ve yeni hükümetin hemen kurulup kurulmayacağı dahi belli değildi. Yine de, halihazırda yaygın tutum UBP kurultayının hükümet kurma ve seçim takvimine dair süreçte belirleyici olacağı açıktır. Ancak, bu hükümeti kurma yetkisinin UBP kurultayından sonraya bırakılıp bırakılmayacağı gibi belirsizlikler vardır. Üstelik bu konuda muhalefetin de ortak bir tavrı henüz oluşmamıştır. Tatar’ın görev ve yetki konusunda muhalefete görev vermesi, muhalefetin bu süreç içinde seçim hükümeti oluşturması, teknokrat bir kabine ile seçim zamanına kadar durumun idare edilmesinin mümkün olup olmadığına dair tartışmalar bile henüz güçlü yanıtlara sahip değildir. Tüm bu bilinmezliklerin ışığında, müneccimlik yapıp farklı formülleri tartışmak önemli bir egzersiz olabilir. Ancak, ben bunun yerine tarihi ciddiye almanın önemini hatırlatmakta yarar görüyorum.
Bu bağlamda, artık toplanması bile mümkün olmayan mevcut temsili demokratik düzenin üyelerinin belirlenmesi ve bu süreçte yaşananlara yakın geçmişten bugüne yaklaşarak ele almanın önemini vurgulamak istiyorum. Belki o zaman, hükmü dolan bu meclisin aslında tükenmesindeki farklı faktörleri ön plana alabilir ve buradan geleceğe dönük bazı çıkarsamalar yapmak mümkün olabilir.
Afrika Saldırı, Meclis Damı Eylemi, Doğuş Deryaya Atılan Kağıt ve Akıncı’nın Yuhalanması…
Sadece birkaç saat içinde gerçekleşen olaylar, tam yeni seçilen meclisin yemin gününe denk gelmişti. Hatırlayacaksınız, Afrika gazetesinin manşetine Recep Tayyip Erdoğan’dan tepki gelmişti. Kasımpaşalı Erdoğan kürsüden çağrı yapmış; Kıbrıs’taki kadrolarını Afrika’ya haddini bildirmeye davet etmişti. Bugün yeniden Avrupa ismiyle yayımlanan ama o günlerde Afrika olarak yayın hayatını sürdüren gazetenin camları indirilmiş, gerçek bir linç ortamı yaşanmıştı. Korku ve öfke dikkate değerdi. Karanlık bir faşist müdahale gerçekleşmişti. Konu sadece Afrika gazetesi ile kalmamıştı, günün sonunda demokratik teamüllerle kendi evinde söz sahibi olmak isteyenlere karşı gerçekleştirilen doğrudan veya sembolik şiddet eylemleri ardı ardına gelmişti. Afrika darmaduman edilmiş, Meclis’in damına çıkılarak daha o an meşrulaşan meclis iradesinin yok hükmü ortaya konulmuş, faşizme karşı omuz omuza diyen Doğuş Derya, faşizmle kol kola olan bir başka seçilmiş tarafından hedef gösterilmiş, kalabalığı yatıştırmak isteyen dönemin toplum lideri Mustafa Akıncı da yuhalanmıştı.
Bu sosyo-politik iklim içerisinde yetkilendirilen milletvekilleri ise yaşanan bu gerçeklerden çok uzak vaatlerle seçilmişlerdi. İyi yönetim üzerinden şekillenen, akılcı ve faydacı politikaları ön plana çıkaran partiler, Kıbrıs sorununu olabildiğince es geçmiş; ancak milliyetçi ve aşırı sağ tonlar ise YDP ve UBP adayları arasında yaygın olarak gözlenmişti. Emete Gözügüzelli isimli milletvekili adayının faşizme bulanmış tiyatral performansı seçilmesine izin vermemişti ama Turancı ilkelerin yaygın olduğu Yeni Doğuş Partisi mecliste yerini almıştı. Bu açıdan baktığımızda, faşizme olanak sağlayacak koşullar ortaya çıkarken ona karşı olan kesimlerin bu konuyu görmezden gelmesi, faşizme karşı durmak bir kenara; Kıbrıs sorunundaki yerleşik BM parametrelerinin bile üstünkörü ifadesi önemli siyasi zafiyeti ortaya koyuyordu. Meclisin açılış programı işte bu kutuplaşma ikliminde gerçekleşmişti. Dahası, yaşanan onca olaya rağmen, faşizm konusunda hassasiyetleri olan partilerin bu konuda yüksek perdeden bir karşıtlık ortaya koymadığı görülmüştü. 22 Ocak saldırılarının üstünden neredeyse 4 yıl geçti. Siyasi partiler tarafından, hala daha bu konuyu etraflı bir biçimde ele alan karar tasarısı kamusal olarak tartışılmış değil. Yaşanan olayların yarattığı siyasi tahribatın etraflı bir şekilde ele alındığına dair bir yaklaşım ise açıkça ifade edilmedi. Siyasi partiler tarafından tek bir rapor dahi yayımlanmadı. İdeolojik bir derinlik kurgulama ihtiyacı görülmedi.
Ancak, büyük bir ders olarak dört partinin katılımıyla koalisyon kuruldu ve UBP ve YDP muhalefette kaldı. Her ne kadar da, bu mesele dörtlü hükümet koalisyonunun oluşması için önemli bir zemin yaratsa da, dörtlü hükümeti oluşturan partilerin YDP ile aralarına mesafe koyma konusunda gerçekçi bir başarı gösteremediği açıktır. Öyle ki, HP ilerleyen dönemde UBP ile koalisyon kurmuş, HP vekilleri ilerleyen dönemlerde UBP’ye katılmıştır. İzleyen dönemde DP, YDP ile UBP ile birlikte koalisyon kurmuştur. YDP Başkanı Arıklı ise, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde CTP Başkanı Tufan Erhürman’a destek açıkladığında, CTP liderliği bu desteğe karşı sessiz kalırken, bu desteği iade etmek gibi bir etik tavır geliştirme ihtiyacı duymamış, UBP ve YDP kadrolarının dahil olduğu bilinen saldırıların normalleştirilmesine katkı sağlamıştır. Siyasi anlamda, bunun zıddına denk gelecek tek elle tutulur reaksiyon, dönemin toplum lideri Mustafa Akıncı’nın yeniden adaylığını açıkladığı zaman gelmişti. Seçim çalışmalarına başladığında, açık bir şekilde linç olayına destek verenlerin oyuna ihtiyacı olmadığını ifade etmişti. Aslında, meclisin ağırlıklı çoğunluğunun bu anlamda yapılan olayları görmezden gelmeyi tercih ettiği gerçeğini ortaya çıkarmış, muhtemelen mecliste temsiliyeti olan partiler arasında sadece TDP’nin göreceli bir karşıtlığı da siyasi bir hat oluşturmaya yeterli olmamıştı.
Bu durumda Erdoğan iktidarı ile karşıtlık yerli siyasi elit tarafından bir politik anlam ifade etmemiş, iktidar olma durumunda Türkiye hükümeti ile yaşanması muhtemel sorunlara dönük kaygılar, toplumsal hassasiyetlerin önüne geçmiştir. Bu da doğal olarak önemli bir demokratik boşluk yaratmış, meclisin ilk gününde siyasi iradesinin zayıflatılması anlamına gelen eylemler karşılığında, siyasi seçkinlerin tutumu, siyasi irade konusunda hassasiyetleri olanların mevcut yapılarla arasına bir mesafe koymasına neden olmuştur.
Covid19 Krizi ve Ekonomik Bunalım
Dörtlü hükümetin, HP’nin önemli “hassasiyetleri” nedeniyle bozulması ve Cumhurbaşkanlığı seçimine dönük HP – UBP arasında bir ittifak yaratma yaklaşımı ise özellikle geleneksel partiler yerine yeni bir anlayışı temsil eden HP’nin kendi kendini yok etme sürecini hazırlamıştı. Özersay’ın hızlı yükselişi, hızlı bir düşüşü takip etmişti. Özersay’ın düşüşü sadece kendi siyasi mağlubiyeti ile sınırlı olmadı; sosyolojik olarak yeni bir hareket yaratılması durumunda umutsuzluğu körükledi. Bununla beraber, pandemi hayatımıza dahil oldu ve adanın kuzey yarısı daha da yönetilemez bir hal aldı.
Aylarca sokağa çıkmanın yasak olduğu süreçte siyasi iradeye dönük kaygılar, bir anda olağanüstü hal koşullarının yarattığı yeni gündemleri ortaya çıkardı. Büyük bir bilinmezlik yaratan pandemi döneminde, daralan ekonomik koşullar; genel anlamda bir yoksullaşma ve güvencesizleşme sorunsalı yarattı. Bununla beraber, Türk lirasının yarattığı tahribat da yaşam koşullarını zorlaştırırken, yeni hükümet krizleri yaşanmasını yanında getirdi. UBP-HP hükümetinin bozulmasının ardından kurulan azınlık hükümeti ile birlikte HP’den ayrılan vekillerin UBP’ye dahil olmasına kadar uzanan süreç içerisinde, yeni bir politik anlayışı temsil ettiğini iddia eden HP’nin aslında iddialarının aksine, günü kurtarma politikalarının bir başka temsilcisi olduğu anlayışı da pekişti…
Eş zamanlı olarak ekonomi yönetiminde elinde yeterli araçları olmayan siyasi alanın, kaynak yaratma çabaları artık, kara para aklama yasası olarak ifade edilen düzenlemelere kadar ulaştı. Toplumun geneline yönelik umut olmayan bu ekonomik çözüm adımları, günün sonunda ekonomik sorunları derinleştirerek adanın kuzeyi Avrupa ve Orta Asya’daki en büyük ekonomik daralmayı deneyimleyerek birinci sıraya yerleşti. 2020 yılında ekonomi resmi rakamlara göre %16,2 daraldı, enflasyon %20 seviyelerine doğru yol aldı ve işsizlik arttı; kitabi karşılığı stagflasyon olan sürece girildi.
Ancak bu başarısızlıklar silsilesinin, diğer taraftan mevcut koşulları suistimal ederek yandaş grupları sistem içinde tutabilecek bazı beklentileri de karşıladığı görülmektedir. Öyle ki, ülkedeki en önemli partinin kendi kurultayını yapmayı bile becerememiş olması konusu da kendi tabanında derin bir tepki yaratmamıştır.
Siyasi iradesi gasp edilmiş Kıbrıslı Türk toplumu, bir diaspora partisine dönüşen UBP ve YDP tarafından milliyetçi nutuklar ile yönetilmeye çalışılmış, Ankara korkusu verilerek hakim siyasi olguların kendileri üzerinden şekillendiği yaklaşımı benimsetilmeye çalışılmıştır. Bununla beraber, Kıbrıs görüşmelerinin sonuçsuzluğu, Kıbrıs Türk liderliğinin katı tutumu; siyasi partilerin arzulanan beklentileri gerçekleştiremeyeceğine yönelik anlayışı güçlendirmeye devam etti.
Özellikle ana muhalefetten beklenen tutumun eksik değerlendirilmesi de, hakim siyasetin Türkiye tarafından belirlendiği yaklaşımını güçlendirmeye yardımcı oldu. Hal böyle olunca, Kıbrıslı Türk toplumunun kayda değer bir bölümü, gerçekleştirilecek seçimlerin siyasi anlamda belirleyici olacağı iddiasına inanmamaya başladı.
Sonuç olarak 22 Ocak 2017’de meclisteki yemin töreni ile başlayan bu süreçte iktidar ve muhalefetin belirleyici olaylarda verdiği tepkiler, bugün ortaya çıkan sosyopolitik ortamın oluşmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu yazı kapsamında anlatılan noktalara farklı örnekler de eklenebilir. Ancak varılacak sonuç farklı olmayacaktır. Yaşanan süreçler, statükonun devamından yana olan cenahın muhalif güçlerden çok daha yerleşik ve etkili olduğunu göstermek için yeterlidir. Bu durumda, ülke yarısındaki muhalif güçler için seçim stratejisi ve ucuz propaganda ile oy devşirmenin ötesinde, siyasi alanının temellerinin kurulmasına olanak sağlayacak bir tutumun geliştirilmesi ve bunun siyasi irade ile birleşmesi gereklidir. Kıbrıs’ta yaşayan insanların geleceklerini garantiye alacak olan seçimler değil, iradelerini etkin bir biçimde ifade edebilecekleri yöntemlerdir.