“Düşmanın” dilini konuşmak…
Mete HATAY
Sanırım 1995 yılıydı. O tarihlerde bir otelde müdür muavini olarak çalışıyordum. İşler o yıl fena gitmiyordu ve yükselen iş gücü ihtiyacını gidermek için, OTEM mezunu altı genci işe almıştık. Bu çocukların yarısına yakını Karpaz bölgesinden geliyordu. İçlerinden sarışın olan bir tanesi ise 1974 yılından sonra oralara yerleştirilmiş Karadeniz kökenli bir aileden gelen çok çalışkan bir çocuktu.
O yıllarda iyice azıtmış olan Türkiyeli/Kıbrıslı tartışmaları otele de ulaşmaya başlamıştı. Bu müessesenin sendika başkanı TC kökenli olmasına rağmen çalışanların çoğu Kıbrıs asıllıydı. Otel genellikle personel ihtiyacını dönemin iyi bir otelcilik okulu olan OTEM’den mezun olan çocuklarla gidermeye çalışıyordu.
1990’larla birlikte, OTEM’de okuyan çocukların çoğunu, Kıbrıs’ın fakir bölgelerinden gelen TC kökenli çocuklar oluşturmaya başlamıştı.
Neyse, kafeteryada çalışan güney göçmeni büfeci bir amcamız da bu Türkiyeli, Kıbrıslı tartışmalarından etkilenmiş ve artan bir sertlikle otelde çalışan bazı Türkiyeli çocuklara sataşmaya başlamıştı.
Kafeteryada çalışmaya başlayan bu sarışın genç çocuk da bu amcamızın saldırılarına maruz kalmıştı. Büfeci çocuk ne zaman siparişlerini almaya gelse, büfeci onun arkasından duyabileceği bir şekilde Rumca ağır laflar ediyor ve aklınca bu çalışkan çocuğu anlayamadığı bir dilde aşağılıyordu. Rumcayı, çocukla kendi arasındaki farklılığın sınırlarını çizmek için kullanıyordu. Ve bunu yaparak çocuğun onun tahakkümü altındaki mekana olan aidiyetini sorgulatmaya çalışıyordu.
Bir gün yine çocuk boş fincanları büfeye getirmiş ve kahve siparişini vermeye çalışıyordu. Büfedeki amcamız her zamanki gibi yine Rumca söylenmeye başlamıştı. Fakat bu defa söylenmeyle kalmamış çocuğun annesini de kapsayan bir küfür patlatmıştı.
Pek uzak olmayan ofisimden şangır diye bir gürültü duydum. Hemen kafeteryaya koştum. Bir de ne göreyim bizim sarışın çocuk mükemmel bir Yunanca ile amcayı haşlıyordu. Çocuğun kendisinden daha iyi bir Rumca konuşmasından dolayı şok olmuş ihtiyar ellerindeki bardakları yere düşürmüş ve hayretle çocuğa baka kalmıştı.
Bu olaydan sonra Kıbrıs’a getirtilmiş ve yerleştirilmiş birçok Karadenizlinin anadilinin Yunancanın bir lehçesi olan Romeika olduğunu öğrenecektim. Bazıları ise Rumlarla birlikte aynı köye yerleştirilmelerinden dolayı, halihazırda bildikleri Romeika haricinde Kıbrıs Rumcasını da öğrenmişlerdi.
Sohbet ettiğim bazı Karadenizli arkadaşlar uzun yıllar Rumca konuştuklarını Kıbrıslı Türklerden ve diğer Türkiye göçmenlerinden saklamaya çalıştıklarını ve çoğunlukla yabancılara konuştukları dilin Lazca olduğunu söylediklerini anlatmışlardı.
İktidara yakın Milliyetçi çevrelerdenlik zamanlarında ana dillerini saklamaya çalışan bazı Karadenizliler, kimi zaman en milliyetçi partilerin ön saflarını tutmaktan da kaçınmamışlardı.
Aynı bölgeden göç etmiş ve İstanbul’a yerleşmiş olan Turgut Çiloğlu Maçka’daki çocukluğunu anlattığı makalesinde şöyle soruyordu:
“Köyümüzde, Maçka’da herkes başka bir dil konuşuyordu;
Annem ve babam İstanbul’daki evimizde gizli birşey konuşacakları zaman bu dili konuşuyordu, aşinaydım ve Rumca olduğunu söylemişti babam.
Okulda öğrendiğime göre en büyük düşmanlarımızdandı, ”Rumlar”, ne diye onların dilini konuşuyordu ailem, akrabalarım ve bütün Maçkalılar?”
Yıllarca birçok Karadenizli utangaç bir şekilde artık “düşman” kategorisine alınmış anadillerini saklamak zorunda kalmıştı, kamusal alandan. 1930’larla birlikte, yoğun bir dil kampanyasına şahit olacaktı Türkiye.
“Türkçe konuş” kampanyası Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar ulaşacaktı. Konuşulan dil haricinde binlerce yer ismi de Türkleştirilecekti. Kürtçe, Zazaca, Karadeniz Romekiacası, Lazca , Boşnakça, Arnavutça, Pomakça, Çerkezce, Abazaca, Çeçence öğretilmesi yasaklanacak ve bu diller evlere hapis olunacaktı.
Aynı çelişkiyi ana dili Rumca olan bazı Dillirga göçmeni arkadaşlarımdan da dinlemiştim. 1963 yılından sonra, Rum paramiliter saldırılarından kaçmak için birçok Kıbrıslı Türk, TMT kontrolündeki gettolara sığınmıştı.
Buralar,özellikle 1963’ten sonra, 1950’lerde şiddete yönelen Yunan milliyetçiliğine karşı sert bir tonla kurgulanmış Türk milliyetçiliğinin kalelerine dönüşmüştü. Yunan kültürünü anımsatan veya temsil eden her şey yasaklanmıştı bu tür mekanlarda. Buna anadil de dahildi.
Niyazi Kızılyürek, çocukluğunu anlattığı anılarında, sığındıkları Luricina köyünde, Rumca konuşanlara para cezası uygulandığını yazmıştı.Dillirgalı bir arkadaşım, Rumcanın yasaklanmasından dolayı kendinin Rumca öğrenemediğini ve Rumcadan başka bir dil konuşamayan nenesiyle hep annesinin aracılığıyla konuşabildiğini anlatmıştı. Birçok aile ocağı bu dönemde sessizleştirilmişti. Bu tür aileler için adeta nesillerarası iletişim kopmuştu.
Mehmet Yaşın’ın deyimiyle bazılarının anadili, üvey ana diline dönüşmüştü.
Yalnız, “düşmanının” dilini konuşan ve 1974 yılından sonra Kıbrıs’a yerleşmiş başka bir topluluk daha vardı.
İlginç olan bunlar Kuzey’e değil güneye getirtilmişlerdi. Sovyetlerin çökmesinden sonra, 20,000 kadar Pontus Rum’u ki, birçoğu Rusya ve Gürcistan’da yaşamaktaydı, Yunanistan’a sığınmış ve dönemin Yunanistan Başbakanı Simitis’in de teşvikiyle Kıbrıs’a yerleştirilmişlerdi. Adanın muhtelif yerlerine yerleştirilen bu topluluk ilk başlarda coşkuyla kucaklanmışlar ve Sovyetlerde rehine kalmış ve yaklaşık bir asır boyunca kimliklerini muhafaza edebilmiş Yunanlı kardeşler olarak karşılanmışlardı. Birçoğuna adaya gelir gelmez Yunan veya Kıbrıs pasaportları verilmişti.
Baf’ta ticaretle uğraşan dostum Andrea Karacasile yaptığım bir sohbette, Andrea, Kıbrıslı Rumların gelen bu toplulukla kısa bir dönem sonra büyük sorunlar yaşamaya başladığını anlatmıştı. Onların ne Yunanlıya benzediğini ne de Kıbrıslıları andırdığını iddia etmişti. Bu kitlenin belki de “gizli Türk” olma ihtimallerinin olduğunu bile öne sürmüştü bana.
O dönemde, hatırladığım kadarıyla, Cyprus Mail’de yayınlanan bir habere göre polislerin, bir akşam Baf’ta yaşayan bazı Pontuslu gençleri kuytu bir plaja zorla sürükleyerek, gerçekten Hristiyan olup olmadıklarına, sünnet olup olmadıklarına bakarak anlamaya çalıştığını yazmıştı.
Evlerinde Türkçe kanalları seyreden, birçoğu Trabzonspor taraftarı olan ve en önemlisi anadil olarak, Türkçe yani sözde “düşmanın” dilini konuşan ve bazı adet ve göreneklerini taşıyan bu topluluk, kısa bir sürede birçok Kıbrıslı Rum’un öfkesini üzerlerine çekecekti.
2003 yılında kapıların açılması ise bu tip toplulukların rahatlamasına bir nebze olsun yardımcı oldu. Kuzey’de artık, uzun süre Rumca konuştuğunu gizleyen veya ön plana çıkartmayan bir sürü Karadenizli asıllı kişinin, Rumların kuzeyi ziyaretleri sırasında Rumca bilmeyen ve aynı köyde yaşayan birçok Kıbrıslı Türk’ün gönüllü tercümanları olarak yardımcı olduklarına şahit olacaktık.
Dönemin Müftüsü Yusuf Suiçmez’in Rumcası karşısında hayretler içerisinde kalmış birçok Rum gazeteciye defalarca şahit oldum.
Aynı şekilde Rumca bilmeyen ve birçok Kıbrıslı Türk’ün veya kuzeyi ziyarete gelen yüzlerce Rum’un tercümanlığını yapan Pontuslu Rumların yardımcı olabilmek için sevimli lehçeleriyle nasıl Türkçe konuştuklarını da hala daha hatırlamaktayım. “Düşmanın” dili birkaç hafta içerisinde yakınlaşma için kullanılan önemli bir enstrümana çevrilmişti.
Artık Türkçe konuşan Ortodokslar güney haricinde gidebilecekleri bir yer bulmanın sevincini yaşıyorlardı. Ve diğer Kıbrıslıları tanıma fırsatına kavuşmuşlardı. Rumca konuşan Müslüman Karadenizliler ise o dönemde iyice gündemi işgal etmiş olan barış sürecine, uzun zamandır bastırmak zorunda kaldıkları anadillerini kullanarak katılmışlar ve Kıbrıs’taki varlıklarına bir nebze olsun güç ve meşrutiyet katmaya çalışmışlardı.
Birçok Rum tarafından Türkiye’ye gönderilmesi gereken yerleşikler olarak görülen Karadeniz asıllı vatandaşların imajının biraz olsun zaman içerisinde değiştiğini bilen biriyim. Doğrudur, bu negatif görüş tamamen ortadan kalkmamıştır fakat onlarla karşılaşmış birçok Rum, kendi dillerini konuşan bu topluluğa karşı biraz daha müsamahakar bir tavır gösterebileceklerinin sinyallerini göstermiştir.
Bugünlerde bir sürü Rumca konuşan Kıbrıslı Türk ve Türkçe konuşan Kıbrıslı Rum veya Ermeni ise uzun zaman önce yasaklanmış bu dilleri tekrardan kullanmanın getirdiği öz güvenle ön plana çıkmakta ve uzun yıllar boyunca Rumca veya Türkçe öğretmekten kaçındıkları çocuklarının dershanelere baş vurarak Rumca veya Türkçe öğrenmeye çalışmalarını acı bir tebessümle izlemektedirler.
(GAZETE360 – Mete HATAY – 16.4.2014)