Düşünceler
Kıbrıslı Rum toplumunun iki büyük siyasi partisi olduğu ve samimiyetle çözüm siyaseti yapanlar için bu iki partinin toplam oyunun, olası bir referandum için dikkate alınması gereken esas olduğu herkesin malumudur. DİSİ ve AKEL dışında, “dikkate alınabilecek” siyasi parti ve farklı sosyal kesim temsilcilerinin varlığı da ortada. Örneğin Sayın Vasiliu bence bunlardan biridir, ya da sayın Papapetrou.
Kamuoyu desteği açısından dikkate alınacaklar dışında, her siyasi yapı içerisinde görüş ortaya koyan, değerlendirme yapan çeşitli kesimler de mevcuttur. Devlet aygıtı içerisinde, devleti adına devlet için ideolojik ve ontolojik devamlılık adına mücadele eden, küçük odakların olduğu bilinen bir şeydir. Dünyadaki her devletin de demokratik temsiliyet dışında, varlığını sürdürmek için “kullandığı” askeri, bürokratik kesimler elbette mevcuttur. Daha çok devlet yapısı üzerinden rant veya statü elde edip milliyetçilik veya dini kılıfla örtünmüş kişilerdir bunlar.
Sözde akıl verip, talimat alırlar. Hizmet ettikleri otoritenin kulu kölesidirler. Ölümüne savunurlar, otorite adına konuşurlar, siyaseti, siyasetçiyi ve temsili demokrasiyi küçümserler; devletin sahibi oldukları için devlet adına konuştuklarını anlatırlar.
Bir işleri de elbette, küçümsedikleri demokratik sistemi devre dışı bırakarak, halkı kendi istekleri yönünde manipüle etmek, siyaseti, sahip oldukları ayrıcalıklı imkanlarla etkiledikleri halk üzerinden yönlendirmek ya da genel anlamda sosyal yönü ayarlamaya çalışırlar, ya da buna inanırlar.
Doğrudan demokrasinin yaygınlaşması, demokrasi kültürünün gelişmesi, halkın kendi kaderini özgürce şekillendirmesi bu tür niyetlerin, ve operasyonların panzehri olmuştur, tarih boyunca.
Bir siyaset adamı için, toplumsal gelişim ve dönüşüm adına, refah ve istikrar adına, özgürlüklerin gelişmesi, eşitliğin gözetilmesi, demokrasinin genişlemesi adına… esas alınması gereken halk iradesidir. Ya da halkın bizatihi kendisi adına görüş ortaya koyan temsilcisidir.
Eğer siz halkın iradesi yerine, örneğin Kıbrıs sorunu bağlamında karşı aygıtın marjinal unsurlarını, varlıklarını esas alır, siyasetinizi halk adına değil, halkların beklentisini şekillendiren siyasi partiler üzerinden değil o egemen odakların duruşu bağlamında, o güç unsurlarına dayayarak oluşturursanız, savrulmanız ve toplumları sürüklemeniz, çatıştırmanız işten değildir.
Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi, tarih boyunca Kıbrıs Rum Milliyetçiliğinin karanlık ve derin unsurlarını bağrında taşımıştır. Güney Kıbrıs’taki seküler düzenin tesis edilmesinin ve demokratik kültürün gelişmesinin önünde en büyük engel olagelmiştir. Halkı siyaseten temsil etme kapasitesi yoktur. Ancak elbette siyasi etki alanı açma, günlük hayatı etkileme anlamında etkisi mevcuttur. Kilise bu yönde çalışmakta, bu etkiyi de siyaset üzerinde bir kontrol mekanizması yaratmak amacıyla kullanmaktadır. Çok güçlü bir menkul ve gayrı menkul kapasitesi ile, gerektiği zaman hamle yapmayı çok iyi bilmektedir.
Bugün, adada adil ve onurlu bir barış tesis edememişsek, teslim edelim ki bu süreçte Kilisenin etkisi ve rolü çok büyük olmuştur. Bu etki ve rol, aynı zamanda Güney Kıbrıs’taki demokrasi kültürünün zayıflamasına, teokratik otoritenin gücünü göz ardı edilemeyecek bir düzeye yükselmesine yol açmıştır.
Bir devlet aygıtının salt bir unsuru olan dini otoritenin değerlendirmeleri Kıbrıs sorununun çözümü için esas mı alınabilir mi? Kıbrıs Türk milliyetçiliğinin tarihi dayanağı, kendi milliyetçi reflekslerinin hayranlıkla izledikleri öznesi olan bu unsurun görüşleri üzerinden siyaset yapılabilir mi?
Aşırı Kıbrıs Rum milliyetçileri ve Kilisenin, tarih boyunca, devlet yönetimini Kıbrıslı Türklerle paylaşmak istemediği, dünden bugüne, devlet yönetimindeki ortaklık dışında, sıradan bir istişare ve işbirliği öngördüğü tarihsel anlamda sınanmış basit olduğu kadar da açık bir gerçektir. Yine Kıbrıs tarihi bize yanlış yönetilen ortaklık devletinin, karşılık gösterilen milliyetçi refleksin yarattığı büyük çarpıklığı, kaybı, acıyı ve bölünmüşlüğü göstermiştir. Adanın bölünmüşlüğünün ve çarpık yapısının temelini, karşılıklı milliyetçi reflekslerin yarattığı da çok açıktır.
İster Güneyde ister Kuzeyde olsun, bir siyasetçi, sosyolojik olgu olarak elbette, Kilisenin tavrını gözetmek zorundadır; ada bütünündeki tüm diğer anomaliler gibi.
Siyaset halkın temsilcileri üzerinden konuşulduğu ölçüde meşru olur. Kilise veya bir devletin ideolojik unsurlarını gözeterek siyasi hat açmaya çalışmak, büyük bir oyunun içine düşmekten başka bir şeye yaramaz.
Bu oyun ise, her bağlamda çözümsüzlük ve çatışma üretir.
Çözüm, Kıbrıslı Türklerin en temel hakkı olan adadaki devlet yönetiminde ortak olmak, devlete ortak olarak uluslararası alanda meşru sözü olan bir halk olarak var olmaktır. Bugün esas mesele aslında budur. Ne toprak oranı ne de başka bir şey. Kıbrıslı Türklerin toplumsal varlığı, ancak ve ancak uluslararası hukuk bünyesindeki meşru yönetsel pozisyonunu alması ile ilgilidir. Bunun da yolu Federasyondur.
Dün, Kilise gibi siyaseten marjinal unsurları dikkate alarak pozisyon belirleyen veya kendi arzuları için zemin bulan Türk sağı, bugün de bu büyük hataya savrulmuş ve siyaset yerine Kıbrıs Rum Milliyetçi unsurlarının çizdiği oyuna girmiştir, diye düşünüyorum. Gidişat Kıbrıs Türk toplumun toplumsal varlığını koruma ve geliştirmeye dönük olmayacaktır.
Bu halkı yeniden bir Denktaş dönemine sokarak, toprağından, kökünden koparmaya kimsenin hakkı yoktur.