Düşündüm Düşümden Ayrı Kaldım
Freud’a göre rüyalarımızın bir açık-görünen içeriği olduğunu bir de gizli latent içeriği vardır.
Bengü Berkmen Maner
“Sevip de söyleyemediğim şarkılar var,
Bir dizesini asla hatırlayamadığım şiirler
Keşke, keşke o ben olsaydım dediğim hikaye kadınları
Düşlerim var
Uyandığımda yalnızca başını hatırladığım
Ve asla sonuna kadar görmeyi beceremediğim.
Bir adam var düşümde, tam dokunacakken uyandırıldığım
Bir adam, sonumuzun ne olacağını hiç öğrenemediğim
Düşümde bir adam var diyorum, düşünüp düşümden ayrı kaldığım.....”
Tıpkı Sibel Alaş’ın “Adam” şarkısında anlattığı gibi, gördüğümüz düşlerimiz vardır uyanmak istemediğimiz, tam amacımıza ulaşacakken uyandığımız, bazen çok çabalasak da hatırlayamadığımız... Neden bazı düşler hiç unutulmazken bazıları bir türlü hatırlanamaz? Neden bazen sürekli hep aynı şeyleri rüyalarımızda defalarca görürüz? Rüyaları nasıl yorumlarız?
Belki de yazıma son sorudan başlamak en iyisi olacak. Düşlerimiz bizler için hep merak edilen sır dolu senaryolar gibi gelmiştir. Bir rüyayı gördükten sonra da çoğunlukla gelecekten mesajlar ya da gelecekle ilgili işaretlerle ilgili olduğunu düşünerek ‘’ Hayırdır inşallah, hayra yor,’’ dediğimiz de çok olur. Gelecekle ilgili olduğunu düşündüğümüz bu bilinmeyen mesajları da hep birilerinden yorum alıp anlamlandırmak isteriz. Yapılan bu yorumlarla da gelecekle ilgili doğru kararlar alabilmeye çalışırız. Ancak biliyoruz ki rüyaların içeriğinde, bizim geleceğimizle ilgili değil, aksine geçmişimizle ilgili unsurlar vardır. Rüyalar, yeniden hatırlamalar ve boşluklar hepsi geçmişin izini sürerek bizi bilinçdışına taşıyan süreçlerdir. Yani aslında hayatın ta kendisidir.
Freud, rüyaları bilinçdışına giden altın yol olarak tanımlamıştır. Bunun yanında “Düşlerin Yorumu” adlı eserinde bilinçdışının en temel ruhsal gerçeklik olduğunu söyler. Bilinçdışının kendi mahrem doğası, dış dünyanın gerçeği kadar bilinmezdir ve duyu organlarımız nasıl ki dış dünyadan bize eksik bilgi veriyorsa, bilincimiz de bize bilinçdışıyla ilgili öyle eksik bilgi verir (Gürdal, 2004). O halde psikanalistlere düşen görev hastalarının bilinçdışlarına bu altın yolu kullanarak ulaşmaya çalışmak olacaktır. Freud, hastanın bir seansta gördüğü düşü anlatması ile ilgili olarak, gerçekte rüyayı görenin ne anlatmaya çalıştığını analistin bilmediği gibi, bunu rüyayı görenin kendisinin de bilmediğini dile getirir. Düş yorumlaması, düşün gelişimini ve anlamını keşfetmek için bir girişimdir. Bu keşfin gerçekleşmesi, ancak düşün anlamının kişinin geçmişi, şimdiki durumu ve arzularıyla bağlantısı kurulduğunda mümkün olabilir (Tükel, 2004).
Freud, ‘’Düşbilimin Yeniden Gözden Geçirilmesi’’ adlı makalesinde düşlerin yapısı hakkında iki yeni kavramdan bahseder (Freud, 1933). Freud’a göre rüyalarımızın bir açık-görünen içeriği olduğunu bir de gizli latent içeriği vardır. Bir düşün anlamını bulup çıkarmamızı sağlayan şey, onun görünür içeriği değil, gizli içeriği ya da diğer bir ifadeyle, özel bir yöntemle ulaşılan ‘’düş düşünceleri’’dir. Böylece, düşlerin anlamını bulmaya çalışanlar için önlerine koymaları gereken görev, düşlerin görünür içerikleriyle gizli düş düşünceleri arasındaki ilişkileri araştırmak ve gizli düş düşüncelerini görünür içeriğe dönüştüren süreçlerin izini sürmek olacaktır (Tükel, 2004). Düşleri yorumlarken Freud, kendisinden önceki antik yöntemlerden farklı olarak, yorumlama işini düş görenin kendisine bırakır. Düşün belli bir öğesiyle ilişkili olarak yorumcuda ne olup bittiği ile ilgilenmez, düş gören de olup bitenlerle ilgilenir.
Düşlerin içerisindeki öğeler düzenlenmiş bir şiir tarzında birbirleri ile tutarlı biçimde olabileceği gibi; karmakarışık, dağınık, içinde saçma sapan öğeler ya da ince nükteler barındırabilir (Freud, 1933). Ancak bir rüya bizlere çok şey söylemektedir. Sadece bu söylenenler çok açık değildir. Anlamı olanlar ve olmayanlar (??), hatta rüya sahibinin kolayca “çok saçma” dedikleri. Bütün anlam ve “saçmalıkları ile” bir rüyayı değerlendirmeye çalışan iki temel gücün işlevini göz önünde tutmak gerekir: Bu güçlerden birisi arzuyu taşıyan, diğeri de onu sansürleyen güçtür. Çünkü rüyanın amacı arzuyu doyurmaktır. “Uyku sırasında ön-bilinç ile bilinç arasındaki sansür aralanır ve bu iki sistem arasındaki dolaşım kolaylaşmış olur. Örneğin gün içerisinde öfkelendiğimiz ama bunu kendisine hiçbir şekilde ifade edemeyeceğimiz birine rüyamızda bağırmak, özlediğimiz ama gerçek hayatımızda bir daha görüşemeyeceğimiz birini rüyamızda yanımızda görmek, birlikte olmamanız gereken birisi ile düşümüzde birlikte olmak...”
Bu açıdan Freud, dikkatini uyanıklık yaşamında izin verilemeyen, doyumu elde edecek biçimde sansürden kaçmaya yönelik temel hedefte yoğunlaştırır. Hatta rüyayı tanımlamak için ‘’kaçakçı’’, yani keyif verici malları, denetimden gizli geçirmeyi üstlenen kişi imgesine başvurarak örneklendirir. Freud, her şeyin şüpheli bir dürtü doyumunun sansürden kaçabilmesi için örgütlenmiş gibi göründüğünü vurgular. Tam da bu noktada rüyaların çoğunluğunun ortak özelliği olan uyanınca çarçabuk unutulma, silinme özelliği de buna bağlı görünmektedir. Unutmak, uyanıklıktaki sansürden kaçma amacının belirtisidir (Penot, 2004). Günlük yaşamımızda rüyalarımızın içeriği ve gün içerisinde ne sıklıkla hatırlandığının yanında, kişinin analiz seanslarına rüyalarını getiriş şekli, rüyalarının içeriği ya da rüyalarını seansa getirememesi de analistlerin hastalarını anlaması yolunda oldukça kıymetlidir. Atlanmaması gereken bir nokta da hastanın düşlerini seanslara taşırken, hastanın bu çağrışımlarını engelleyecek olan dirençleridir. Tıpkı seansa geç gelme, seansı unutma ya da seans içerisinde aklına hiçbir şeyin gelmemesi gibi, düşlerin unutulması ya da düşlerin çok detaylı anlatılması, sürekli seansa düşlerin getirilmesi de direncin bir göstergesi olabilir.
Yazıma seanslarına rüyalarını getiren ama rüyalarının bir kısmını net hatırlamayan bir vaka örneğiyle devam etmek istiyorum:
“Eşinden boşanma aşamasında görüştüğüm erkek bir hastamın konuşma içeriğinde rüyaları anlatırken şu şekilde bir konuşma tekrarı yakalıyordum: “ Bir yerdeyim, yeşil ağaçlar var sonra önüme bir taş çıkıyor... orda birşey olmuştu ne olduğunu hatırlamıyorum........” Başka bir seansta ” geçen hafta rüyamda eşimle kavga ettiğimi gördüm, tam ona bağırıyordum ve elimde de bir şey vardı.... neydi... şimdi tam hatırlamadım ama neyse..”
Bir başka durum da, hastanın çok uzun süre analiz seanslarına devam ediyor olsa da hiç bir düşünü hatırlamadığını hatta düş görmediğini ifade etmesidir. Ya da hastanın düşün bir parçasını unutup daha sonra başka anlattığı konulara ekleyerek anlatmasını da örnek verebiliriz. Düşte unutulan bu parçanın en anlamlı parça olduğu ve özel biçimde bir direnmenin arzuyu açığa vurmaya baskı yaptığı da apaçık ortadadır. Buna benzer bir durum da tekrarlanan düşlerde karşımıza çıkar. Bernard Penot, sürekli aynı düşlerin görülmesi ile ilgili olarak bilinçdışının bilince çıkması gereken bir arzu ile ilgili işaret verdiğini ifade eder.
Tekrarlanan düşlerle ilgili bir başka vakadan örnek verecek olursak; 18 yaşında üniversite sınavlarına hazırlandığı dönemde görüşmeye gelen genç bir hastamın seanslar içerisinde hep aynı rüyayı gördüğünden bahsetmesi ile ilgili olarak: “Neredeyse her akşam aynı şeyi görmekten çok yoruldum. Önümde ipten bir köprü var, ne kadar sağlam olduğunu kestiremiyorum. Köprünün ilerisini göremiyorum, geride ve durduğum yerde ayaklarım zemine sağlam basıyormuş ama geriyede gidemiyormuşum. Tam köprüye adım atmaya karar veriyorum ki köprüyü tutan ipler sallanmaya başlıyor ve orada uyanıyorum.. Bu bana bi işaret mi acaba?”
Düşleri yorumlarken bir başka direnç türü de hastanın seansa sürekli rüya getirmeye çalışması ile ilgili olabilir. Yine bir örneğe başvurursak; 22 yaşındaki bir hastam ilk seansa geldiğinde, seansa gelmeden önce gördüğü bir düşünü hatırlayıp hatırlamadığını sormam üzerine: ‘’Aa... ben böyle bir soruyla karşılaşmayı hiç beklemiyordum.. Hazırlıksız yakalandım çok özür dilerim.... Biraz düşünmeme izin verir misiniz? Çünkü muhakkak görmüşümdür.... hımmm.... ama hiç hatırlayamadım... önceden söyleseydiniz ben ona göre hazırlanırdım... Bir sonraki seansa düşünüp size muhakkak söyleyeceğim” dedikten sonraki seanslara gördüğü düşleri getirmeye çalışmış ancak seansa geldiği zaman da düşlerini net hatırlayamadığını söylemişti. Daha sonraki bir seansa ise bu problemi çözdüğünü düşünmenin verdiği gururla: “evet gördüğüm rüyayı bu sefer seansa getirmeyi başardım. Size hemen okumak istiyorum. Uykumdan uyanır uyanmaz yanıma kâğıt kalem almıştım unutmadan herşeyi yazdım!”
Freud, düş görenin bu unutmanın önüne geçmek için girdiği çabanın boşuna bir giriş olduğundan bahseder. Çünkü düşün metnini yazarken uğradığı direnme, sonrasında çağrışımların üzerine de kayar ve görünen düşün yorumlanmasını da engeller. Bir rüyanın unutulmasının, günlük yaşamımızda sansür mekanizmasının devrede olmasına bağlı olduğundan bahsetmiştim. Bunun yanında bir rüyanın unutulmaması rüyanın normal işlevinin gerçekten ihlal edilmesidir ve bilindiği üzere bu istisna kâbus gördüğümüzde doruk noktasına varır. Fakat bu olgu, düşün işleme şekli ile asla bir çelişme halinde değildir. Yalnızca gözetleyicinin, durumu pek tehlikeli bulduğu ve tehlikeli olarak algıladığı bu duruma daha fazla egemen olamayacağını düşündüğünü belirtmek isteyen bir sinyal rolü oynar. Sık sık aynı uyku içinde uyanmayı önleme çabasındaki şu yatıştırıcı düşünceyi zihnimizden geçirmemiş miyizdir? “Fakat bu sadece bir düş!”
Düş her zaman, onun hakkında söyleyebileceklerimizden daha fazla, daha başka bir şeydir ve bu açıdan bizi hep kendi kendimizle eşit olmadığımız gerçeğiyle yüzleştirir. Her hâlükârda, düş çalışmasının doğasına ilişkin teori esasında, bilinçdışı süreçlerin işleyişinin, onların temel mekanizmalarının ve çalışma tarzlarının teorisidir. Psikanaliz de bize düşlerimizi düşünerek düşleme dönüştürebilmeyi öğretir. Tıpkı Nazım Hikmet’in şiirinde bahsettiği gibi:
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum..
Kaynakça
Freud, S. (2011). Psikanaliz üzerine. (Çev. A. Avni Öneş). Say Yayınları. İstanbul. (Özgün eser 1933 tarihlidir)
Gürdal, A. (2004) Rüya, arzu ve zaman. Psikanaliz Yazıları-1, Bağlam Yayınları, İstanbul
Penot, B. (2004) Rüya uğraşı. Psikanaliz Yazıları-1, Bağlam Yayınları, İstanbul
Polantis, J., B. (2006). Bir adam yok oluyor. (Çev. Talat Parman). Bağlam Yayınları İstanbul
Laplanche, J. Ve Polantis, J., B. (2002). Temel düşlem/kökenlerin düşlemleri/düşlemlerin kökeni. (Çev. Talat Parman). Bağlam Yayınları İstanbul
Tükel, R. (2004). Düşlerin yorumu üzerine. Psikanaliz Yazıları-1, Bağlam Yayınları, İstanbul