Duygusal bilginin mantığı ‘’ Estetik ‘’
Duygusal bilginin mantığı ‘’ Estetik ‘’
Fatoş Miralay
[email protected]
Duygular yolu ile algılama, daha öz bir yaklaşımla duyuşsal alan ile algılama, duygunun bilimi ve en geniş anlamıyla estetik, ‘’sanat felsefesini’’ de içine alan felsefenin bir yan disiplinidir. Kelimenin kökensel (etimolojik) yapısı Yunancada aisthanomia / aisthesis, yani duygular yolu ile algılama, algı ve duyum kelimelerinden oluşmuştur. On sekizinci yüzyılda Alman filozoflarından Herder bu bilime Yunanca güzel anlamına gelen ‘’kallos’’ sözcüğünden türetilen ‘’kalligone’’ adını; on dokuzuncu yüzyıl Alman filozoflarından olan Hegel de güzel sanat felsefesi ‘’kalliologie’’ adını vermiştir (Tunalı 1989: 15). Estetik denildiğinde sanırım herkesin aklına, güzelleşmek uğruna yapılan cerrahi operasyonlar ve diğer uygulamalar gelmektedir. Adından da anlaşılacağı gibi ‘’güzellik’’ kaygısı estetiğin temel kavramı olduğu gibi güncel hayatımızın da bir parçasıdır. Estetik eşittir güzellik midir? Evet, Felsefedeki estetik kavramından ilerleyecek olursak, alanının en temel kavramı olduğu bir yere kadar doğrudur. Göreceli olarak çirkin olanı bile estetikle göreceli olarak güzelleştirmek veya estetize etmek olasıdır ki, herhangi canlı bir vahşet örneği bile sanat yoluyla estetize ve dramatize edildiğinde algılama değişikliğine uğrar. Örneğin Picasso’nun 1937 tarihli Guernica tablosunda Nazilerin İspanya’nın Bask bölgesinin Guernica kasabasını dehşetli bir şekilde bombalaması sonucunda ortaya çıkan vahşeti tasvir edilmiştir. Ancak savaştan dolayı ortaya çıkan vahşet ve dehşet, sanatın kendi ifade yoluyla, estetik kaygıları da içine alarak, duygulara karşı estetik bir pencere açmış, çirkin olanı ironik bir şekilde, çirkinlik algısını duygusal anlamda takdir edilen bir güzelliğe çevirmiştir.
Birçok düşünür ‘güzel ’ kavramı üzerine sayısı fikirler öne sürmüştür. Plato’nun güzel ideası, Aristoteles'e göre ahenk ve altın oran, Kant’a göre hiç bir karşılık gözetmeksizin hoşlanmak, Agustinus’a göre Tanrı’dan varlıkların meydana gelmesi ve bana her zaman en yakın gelen sistematik yaklaşımı ile Hegel'in mutlak ruhun nesnelere yansıması veya en güzel ifadesiyle, taklit (mimesis) amacı güdülmeden tinin dışa vurumunun tanımlanmasıdır. Ona göre sanat, taklit etmek gibi bir görevi yüklenmemelidir.
Günümüzde hala güzellik üzerine yapılan tartışmalarda sıkça duyduğumuz, ruhun güzel olmadığı durumlarda onun taşıyan bedenin güzellik algısının geçici bir süreliğine etkileyici olması, ya da tam tersi, maddenin veya bedenin güzel oluşu ile aslında ruhun veya başka etkenlerin özdeşleştirilmesinin o kadar da önemli olmadığıdır. Bunu halk dilinde genellikle şöyle duyuyoruz, ‘’huyu güzel olsun, gerisi önemli değil”, veya “güzelinden olsun, gerisi önemli değil”...
“Huyu güzel olsun” yaklaşımında estetik kaygı ile beden üzerinde değşklikler yapılması ve bunun biraz güzel hale getirilmesinin çok da zararlı olmadığı, aksine kişinin kendisi ile barışıklığının ve özgüveninin bir ifadesi olduğu da söylenebilir. Geçenlerde ilgiyle izlediğim bir televizyon programında ünlü psikiyatrist Cengiz Güleç söyle diyordu: ‘’İnsanın kendi bedenine bir paça yatırım yapmasında bir sakınca görmüyorum, görmediğim gibi bunun insan ruhu ve bedeninin sağlıklı bir denge içinde olduğunun göstergesi olarak düşünüyorum’’. Fakat bunu söylerken “abartılmadığı sürece” ifadesini de sözlerine ekleyerek gerekli olduğuna da vurgu yapıyor ve abartmayı da narsistik kişilik özelliği ile bağdaştırıyordu. Kısaca kişi, kendi görüntüsü, bedeni ve gelişimi üzerinde istediği değişim ve kurgulamayı yapmakta özgürdür. Bu noktada, psikolojiye daha fazla girmeden, estetikle ilgili öze geri dönersek, estetik kavramı, Alexander G. Baumgarten in 18. yüzyıl civarı ‘’Aesthetica’’ adlı yapıtında estetiğin bir bilim gibi ele alınması ile başlangıç yapmıştır. Ona göre mantık, düşünce ve zihne bağlı bilgilerin doğruluğunu inceleyen bir bilimdi. Estetik ise duyu ve duygulara bağlı bilgilerin doğruluğunu inceleyecekti. Yani estetik ile mantık, bir dünyanın gece ve gündüzü gibiydiler. Estetik, duyulara dayalı mantığın sistemi olarak ortaya konmuştu. Baumgarten’in bakış açısıyla ifade edecek olursak, estetik, açıklığı olmayan, kapalı gibi görünen bir dünyanın kendine özgü bir tür açıklığa sahip olmasıdır. Estetik kavramına sadece duygular yoluyla açıklık getirilebilmesi ve olgusal olarak belli kriterler veya formüllerle doğrulanamaz oluşu bizi sanki hiç bitmeyecek bir resmin içine misafir bir figür olarak yerleştirmektedir. Bir anlamda, sınırları belli olmayan, algıya göre etkisi değişken olan, farkını fark ettirdiği ölçüde etkisini zihinde gösteren duyuşsal bir süreçtir.
Estetik ve Sanat felsefesi kavramları birbirinden her ne kadar ayrı gibi görünse de, aslında birbirini tamamlayan, hatta en basit şekilde söyleyecek olursak, estetik, sanat felsefesinin bütünleyicisidir, veya, tam tersidir. Sanat felsefesi, özünde estetikten biraz farklı olarak, sanatı kendi içinde düşünme, sanatın yaratıcılığını, sanat üzerinde bilimsel veya evrensel bir bilgiye ulaşma kaygısını taşıdığı da bir gerçektir.
Sandro Boticelli’ nin 1480 yılında Medici ailesi için yapmış olduğu ‘’Birth of Venus ‘’ (Venüs’ün Doğuşu) tablosu, güzellik, estetik ve sanat felsefesinin bütünleşmesi anlamında bana göre çok güçlü bir örneği teşkil eder. Boticelli’nin Rönesans döneminde yaptığı bu eser güzellik tanrıçası olarak da bilinen Aphrodite’in doğumunu tasvir etmektedir. Bence Venüs, Yunan mitolojisi ve sanat tarihinde ‘güzel’ kavramının en somut örneklerinden bir tanesidir. Sanatçı burada, sezgi ve düşlerini somut bir bedende yarattığı estetik kaygı ile tasvir etmiştir. Bu efsanevi güzellikteki kadın, Yunan mitolojisindeki rolünden sonra, Boticelli’nin yarattığı somut olarak tasviri ile sanat ve estetik dilde yeniden hayat bulur. Köpüklerin arasından doğan Venüs çekici, cilveli, işveli ve altın rengi teni ile ayrıca güçlü bir erotizm simgesidir. Boticelli bu eserinde hiç alışılmadık bir Venüs manzarası ortaya koyar. Burada figür tamamen çıplak, saçlarıyla cinsel blögesini kapatmış, ancak sağ eli göğüslerini kapatmaya yetmemiş bir biçimde durmaktadır. Bu durum belki de yarı açık bir erotizm ifadesidir. Duruş biçimi ile diğer tüm Venüslere oranla daha farklı olan bu Venüs, göğsünü kapatamama tavrı ile sonraları diğer ressam ve heykeltıraşların dikkatini çekecek ve bu kez, “tek göğüs” bir erotizm simgesi olarak sanatta karşımıza çıkacaktır. Bedenin tek göğüsünü açıkta bırakacak şekilde alınan figüratif duruş ile yaratılan erotizm etkisine karşın, figürde iki göğsün de tamamen açıkta bırakılmasında bir teşhircilik tavrı mıdır? O da ayır bir soru işaretidir…