Edebiyata sığınmak
Bu haftaki seçimimi İnci Aral’ın Ölü Erkek Kuşlar’ından yana kullanıyorum. Romanın kahramanı ‘SuNa’ ikiye bölünmüş bir karakter; toplumca bastırılmış birçok kadının yaşadıklarını yaşıyor.
Dilek Öncül KODAN
Merhaba!
Bu haftaki seçimimi İnci Aral’ın Ölü Erkek Kuşlar’ından yana kullanıyorum. Romanın kahramanı ‘SuNa’ ikiye bölünmüş bir karakter; toplumca bastırılmış birçok kadının yaşadıklarını yaşıyor. Bir yanı Su -hanımcık, hanımefendicik, uyumlu- . Bir yanı Na –isyancı ve asi-.
1991 yılında yayımlanan romanda; kurallarla, ön yargılarla, yasaklarla dolu bir toplumda özgür olmak isteyen taşra kökenli orta sınıf aydın konumundaki üç kişi arasındaki aşk anlatılır.
Aral, romanında, “Nice genç kızın, kadının yaşamını köreltmiş, canlılığını, yaşama coşkusunu, yeteneklerini boğup atmış bu ‘hanımlık-hanımefendilik’ kavramının, yalnızca erkeklerin yararına uydurulmuş ama onlar için bile son derece sıkıcı, kapalı, soluk alıp vermez bir tanım olduğu” ifadelerine yer veriyor.
Hanım hanımcık olmak mı bizi böyle yapan? Su ve Na arasında bocalamak mı? “Peki neydim, kimdim ben? Çok yürekli görünürken bu kadar korkak; böylesine evcilken bir o kadar serseri; uysal ve sessiz sanılırken cadı gibi inatçı; çoktan esir alınıp bayrağım çiğnenmişken böyle mağrur ve bağımsız…” cümlelerinden de anlaşılacağı üzere olmak istediğimizle gerçekte olduğumuz kadın arasında gidip geliyor muyuz?
Peki ya olmak istediğimiz kadına dönüşmeye çalıştığımızda? Bazen en yakınlarımız bile bize engel olmuyor mu? Aral, “Çiftler birlikte geziyor, aynı yerde çalışıyor, aynı tepkiler gösteriyor ve ben olmaktan biz olma durumuna geçiyorlardı. Benzemek zorunda kalan daha çok kadın oluyordu. İsyan ettiğinde ise azmakla, kudurmakla, kendini adam edene başkaldırma nankörlüğünde bulunmakla suçlanıyordu.” şeklinde açıklıyor bu durumu.
Yazar kutsal aile kavramını da sorguluyor; “Neden insanları kurulu düzenler içine hapsedip sevme özgürlüklerini ellerinden alıyorlar? Ne diye onları evlerle, eşyayla, çocuklarla bağlayıp özlemler, engeller, olmazlıklar ve acılar içinde bırakmayı düzen sayıyorlar?” …
‘Su’ ve ‘Na’ arasında gidip gelmekten yorulunca, “Yaşamı olduğunca, olanca yalınlığı ile yakalayıp kavrayabilmeyi, sıradanlığın kolaylığını, her şeyi öngörüldüğünce kabullenebilmeyi istedim gizlice.” Diyor Suna. Kim istemez ki! Hele de benim gibi -bizim gibi- hayatı sorgulayan, didikleyenler… Gelin sıradanlığın kolaylığına atlayalım biraz da. Kendimize daha az acımasız davranalım. Hiç kimseye -özellikle de erkeklere- tutunmaya çalışmadan doğaya, hayvanlara, kendi içimizdeki güzelliğe tutunalım. Hemcinslerimizi anlayarak, kendimize inanarak dimdik ayakta duralım. Nefret bizi köreltir, aşkın körlüğü özgürlüğümüzü elimizden alır. Yaşamı sevmek aslolan. Bata çıka ama kendimiz olmaktan vazgeçmeden yola devam etmek.
İki erkek arasında ve ‘Su’ ile ‘Na’ arasında gitti geldi Suna. Su ile Na barıştı mı, yaşayacak bir ‘Düşköy’ buldu mu merak ediyorsanız “Ölü Erkek Kuşlar’ı” okuyun derim.