1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Editörün Notu
Editörün Notu

Editörün Notu

Maraş, artık kapalı, bilinmezler ve belirsizliklerle dolu bir kutu değil. Kulak verirseniz, orada olan bitenlerle ilgili çok şey anlatılacak size.

A+A-

Gaile, bu yılın kapısını yıllardır tartışılan ve Ekim 2020’de Türkiye’nin tek taraflı kararıyla bir kısmı açılan “Kapalı Maraş Dosyası”yla kapatıyor.

Mağusa’da insanların hoşça vakit geçirebilecekleri tek sahil şeridi olan Palm Beach’te o hoş vakitlerimize yıllarca eşlik eden bir hayalet vardı. Orada, yanı başımızda yıkıntılar ve dikenli teller arasından inadına capcanlı fırlayan otlar ve ağaçlarla aslında bir hayalet değil, bir trajedi olduğunu haykıran Kapalı Maraş’ın yaşamımızda neye karşılık geldiğini anlamam –sanırım hepimizin anlaması- uzun sürdü, sürüyor. 1974’ten beri Türk askeri dışında hiçkimsenin adım atamadığı Maraş (Varosha) için bize çocukluğumuzdan beri hep söylenen bir zamanların en popüler ve zengin tatil beldelerinden biri olduğu ve “siyasi bir koz” olarak elde tutulduğuydu. Sanki orada hiç insan doğmamış, yaşamamış, yerleşmemiş, kapısını “gındırık” bırakıp komşusuna gitmemiş, ocakta yemeğini unutup yakmamış, âşık olmamış, sokaklarında çocuklar koşmamış; dondurmacılar, pamukşekerciler gezinmemiş; sinema salonlarının loşluğunda sevgilinin eli tutulmamış, verandalarda kahveler içilmemiş; düğünler, cenazeler, festivaller, piknikler yapılmamış, çocuklar portakal ağaçlarına tırmanmamış, sahilde kumdan kaleler kurmamış; velhasıl “insan” hiç “var olmamıştı” da ezelden beri Maraş ruhsuz bir binalar yığınıydı.

Kapalı Maraş’ın içindeki birkaç bina Orduevi’ne dönüştürülmüştü. Asker bir tanıdığımız vesilesiyle Orduevi’ne gitmek için Maraş’a ilk defa girdiğimde 30’lu yaşlarımın başındaydım ve doğanın yuttuğu, kapısız penceresiz, talan edilmiş evleri, sokakları o ilk görüşüm, burada “siyasi koz” ve “tatil beldesi” oluştan çok öte, irkiltici bir trajedinin varlığını fark etmemi sağladı. Maraşlılar, 1974’te Türk bombardımanı başlayacağı için, bombardıman bitince (belki birkaç gün sonra) geri döneceklerini zannederek yanlarına hatıra niyetine tek bir şey bile alamadan birden bire evlerini ve şehirlerini (kendi deyimleriyle cenneti) terk edip daha güvenli bölgelere kaçmak zorunda kalmışlar; 2003’te adadaki barikatlar açılmasına ve geçişler serbest bırakılmasına rağmen, evlerine değil dönmek, gidip bakamamışlardı bile. 47 yıl evine dönmeyi, dönemese bile en azından evini görmeyi hayal ederek yaşadı ve bu hayalle öldü bazıları. Bu sürede Maraş yağmalandı, ganimet zengini oldu Maraşlılar’ın “komşuları”. İnsanın evinden, yerinden zorla ayrılışını, bir kez daha evini göremeden ölüşündeki derin acıyı, yine evlerinden ayrılmak zorunda bırakılan Kıbrıslı Türkler anlayabilirdi ancak. Ama adaya durmaksızın pompalanan milliyetçilik ve ırkçılık, ne yazık ki her iki toplumun da “insani” olanın ortak zemininde buluşabilme, empati kurabilme beceri ve ihtimalini silip süpürmüştü. Maraşlıların yerinden edilmesini ve evlerinin yağmalanmasını, bir çeşit “intikam” duygusuyla karşılayanlar, kendi toplumunun acısına da yabancılaştığının farkına varamadı. 

1960’lı 70’li yıllarda Maraş, yeni ve gelecek vaat eden bir şehir olarak parlıyor ve göz kamaştırıyordu. Daha çok Rumların ve farklı ülkelerden insanların yaşadığı bir bölgeydi. Türkler, yoğunlukla eski şehir denilen Suriçi’nde yerleşikti. Adada hâkim olan milliyetçilik fırtınası ve toplumlar arası çatışmalar, aynı şehirde -Mağusa’da- yaşayan bu insanların birbirinden tamamen habersiz sürüp giden hayatlarını hiçbir yerde kesiştirmiyordu. Maraş’ın 47 yıldır süren trajik yalnızlığı boyunca Maraşlılar ötekini, Suriçi’ndekini de fark etti. Yıllarca kuzeyden ve güneyden sivil toplum örgütlerinin birlikte yürüttüğü çalışmalar, Maraş’ın katılımcı iki toplumlu bir süreçle hayata geçirilmesi vizyonunun oluşmasını sağladı.  2020 Ekim’inde Türkiye’nin asfaltlar dökerek, Yunanca yazıları kapatarak, ayran-sac böreği-mehteran üçlüsüyle, sahilde piknik fantezisi, ‘millet parkı’ hayalleri ve ardından TOKİ çıkarmasıyla Maraş’ın bir kısmını açıp askersizleştirme kararı, bir bütün olarak Mağusa şehrinin kaderini Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların birlikte şekillendirmesi gerektiğine dair bu vizyonu ve bilinci daha da pekiştirdi. Bu dosyada okuyacağınız yazılarda, hem Türklerin hem de Rumların artık birlikte bir şehir ve bir gelecek yaratmaya ve bir arada yaşamaya hazır oluşlarının altı çizilmekte.

Ne vakit Kapalı Maraş denilse, pek çok toprağının Osmanlı dönemi vakıf malı olduğu ve 1974 öncesi sahiplerine (Rumlara) bu nedenle geri verilemeyeceği tartışmalarına, Maraş özelinde yaptığı çalışmalar ve incelemelerle tanınmış avukat Murat Metin Hakkı, tüm hukuki, yasal süreci belgeleriyle kanıtlayarak açıklık getiriyor.

Barış inşası ile ilgili hem Kıbrıs’ta hem dünyada başarılı projelere imza atmış, ödüllü bir mimar olan Ceren Boğaç, Maraş’ın “dark (karanlık) turizm” iddiasıyla açılışındaki vahşeti, yine “dark turzim” adıyla turizme açılmış, Yahudi soykırımı ile tanınan Auschwitz ve Çernobil nükleer patlamasıyla bilinen Pripyat ile kesişimlerinden sabitliyor acı piyasasının dehşet veren soğukkanlılığına.

Bu dosyayı hazırlamayı birlikte kararlaştırdığımız ve danışmanlığıyla dosyanın yolunu aydınlatan, Kapalı Maraş ve Maraşlılar hakkında doktora tezi hazırlamış olan etnograf, akademisyen ve şair Nafia Akdeniz’in yazısı, Maraşlıların anlatıları üzerinden kendi yerini arayan/sorgulayan bir insanın, kadının, şairin dipdiri bir zihinle sayıkladıklarını uyuşmuş dimağımıza ve yüzümüze savuruyor.

Mağusa İnisiyatifi aktivisti, İnsan Hakları doktoru, ekonomist ve araştırmacı Mertkan Hamit, Maraş’ın Ekim 2020’deki açılma sürecini, bu sürecin politik olarak ne ifade ettiğini, bugünkü noktaya nasıl gelindiğini ve bundan sonra ne olabileceğini irdelerken kaçınılmaz olarak Türkiye’nin dış politikasını, Birleşmiş Milletler’i ve Avrupa Birliği’ni merceğine alıyor.

Uzun süre İki Toplumlu Kayıp Şahıslar Komitesi’nde çalışmış olan Mine Balman, Kapalı Maraş’ı bellek çalışmaları ve kayıplar üzerinden değerlendirirken buranın çok önemli bir “geçmişle yüzleşme” mekânı olduğunun; tıpkı insan gibi, toplumun da yüzleşmeksizin iyileşemeyeceğinin altını çiziyor.

Dosyaya yazan Kıbrıslı Rumların tamamı, Maraş’ta doğmuş ve çocukluğunu ya da gençliğini Maraş’ta yaşamış insanlar. Onların yazılarını Türkçeye çeviren Seda A. Refik ve Maria Siakalli’ye minnetle teşekkür etmek isterim.

Sanat tarihçi, akademisyen Yiannis Toumazis, 14 yaşına kadar yaşadığı Maraş’ı ve anılarını anlatırken Ekim 2020’deki açılım ve sonrasındaki gelişmelerin insanlık onuruna aykırı, başkasının acısına saygısızlıkla gerçekleştiğini; yaşadıkları trajedinin süslenerek acı piyasasına “dark turizm” adı altında sunuluşundaki ahlak dışı sömürüyü işaretliyor.

Altının Ruhu adıyla Türkçeye çevrilip yayımlanan ve Mağusa’nın 16. yüzyılda Osmanlılar tarafından alınmasının ardından buradan göç etmek zorunda kalanları anlattığı romanından yola çıkarak Maraş’tan göçe zorlanan insanların paylaştığı ortak kaderi sorgulayan yazar Vivian Avraamidou Ploumbis, insanların aslında özlemini çektiği şeyin binalar ya da mallar değil, terk etmek zorunda kaldıkları şehrin ruhu, hissettirdikleri olduğunu sezdiriyor.

74 öncesinde aktif siyasetle uğraşan, Mağusa’nın ilk belediye başkanı olan, ancak barış yanlısı olduğu için 74’ten sonra yönetime gelen milliyetçi zihniyet tarafından politik kulvardan silinmiş, aynı zamanda AKEL’in kurucu üyelerinden Adam Adamantos’un torunu işkadını Emilia Mastri Christoforidou, çocukken ayrıldığı Maraş’a yıllar sonra bir “turist” gibi döndüğünde, onun için değişenlerin neler olduğunu, hissetiklerini ve gözlemlerini anlatırken, bir zamanlar umursamadığı toplumsal ayrılık ve bölünmüşlüğün yerini Kıbrıslı Türklerle kurduğu dostlukların aldığını vurguluyor. Onun için yeni şehir (Varosha) ancak eski şehirle (Suriçi) ve orada yaşayan insanlarla mümkün artık. 

Anna Marangou ülkesini başkalarına anlatabilmek için arkeolog olmuş bir barış aktivisti. Marangou, Maraş’ın da bir parçası olduğu Mağusa’nın geleceğini Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların birlikte inşa etmesi gerektiğine inanıyor.

Maraş, artık kapalı, bilinmezler ve belirsizliklerle dolu bir kutu değil. Kulak verirseniz, orada olan bitenlerle ilgili çok şey anlatılacak size. Siz bu dosyayı okurken yeni bir yıl kapımızı çalıyor olacak. Kendi acımızla yüzleşirken başkasının acısına da dokunabildiğimiz, düşünme ve muhakeme yetimizin kaybolmadığı, kötülüğün sıradanlaşmadığı, vicdanımızın yerine başka şeyler ikame etmediğimiz bir yıl olsun bu gelen.

İyi okumalar...

Emel Kaya

 


Yayın Kurulu:

Ahmet Güneyli

Emel Kaya

Hakan Karahasan

Hakkı Yücel

Koral Özkoraltay

Mustafa Özbilgehan

Niyazı Kızılyürek

Pervin Yiğit

Seda A. Refik

Senalp Canlıbel

Serkan Tansel

Yılmaz Akgünlü

 

Ağ editörü: Ülviye Akın Uysal

Yayıncı: yeniduzen.com

 

Bu haber toplam 4547 defa okunmuştur
Etiketler :
Gaile 488. Sayısı

Gaile 488. Sayısı