Efsane, tarih ve bereket PUGLİA -2-
Efsane, tarih ve bereket PUGLİA -2-
Tamer Öncül
Ve üçüncü gündeyiz. Bugün yolculuk Kapodokya’yı andıran Matera’ya (bu benzerlik, yalnızca yapısal olarak değil; kuruluş/yapılış nedenleri yüzünden de aynı kökene dayanıyor. Burayı kuranların Kapodokyalıların torunları olduğu tezini öne sürüyor birçok tarihçi… Tüm bunlar nedeniyle sürdürülen çabalar, iki yıl önce Ürgüp’le “kardeş şehir” olmasını sağlamış)… Puglia bölgesinin dışında (Basilicata bölgesindedir) olmasına karşın; konaklama evimize uzak sayılmayan bu doğa harikası şehre, verimli bahçeler arasında uzanan tek şeritli bir yoldan götürüyor bizi şoförümüz. “Bu yol hem daha tenha hem de manzara müthiş” diyor şoförümüz… Haklı olduğunu kısa sürede anlıyoruz… Yol boyunca uzanan kiraz ağaçları çekiyor bizi… Kısa bir fotoğraf molası… Üç beş kiraz kesip devam ediyoruz yola… Ama artık her şey farklı… Belki de, “fakir Güney İtalya’nın en fakir bölgesi” buraları… Toprak daha kuru ve verimsiz duruyor; eski evler ve çorak tepelerden geçip; tırmanıyoruz Matera’ya doğru.
1993 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine alınması ile turist sayısının hızla artması; Matera’yı fakirlikten kurtarmış olsa da çevre vilayetlerde, fakirlik ve işsizlik yüzünden Kuzey İtalya ve yurt dışına göçlerin hala sürdüğünü öğreniyoruz…
1952 yıllında sağlıksız yaşam koşulları ve salgın hastalıklar yüzünden, İtalyan hükümeti insanları bu evlerden, (çıkarılan bir yasayla) Yeni Şehir”e taşınmaya zorlamış; bunun için maddi destek de vermiş ama; yine de birçok yoksul insan burayı (1986’da başlayan restorasyona dek) terk etmemiş…
Minibüsümüz bizi, bu Yeni Şehrin ana meydanına (Piazza Vittorio Veneto) indiriyor. Önümüzde 3-4 kilometrelik çetin bir yol var. İki saat sonra Eski şehrin bir meydanında buluşacağız onunla…
Yeni şehir’de ilk dikkatimizi çeken yer, Eski Kentin altında (bizim, Lefkoşa’nın altında yatan sarnıçları nasıl berhava ettiğimiz geldi aklıma) bulunup, restore edilen binlerce yıllık büyük bir sarnıç ve su kanallarının girişi ve onun hemen yanında müthiş bir panoramik görüntü sağlayan (sonradan yapıldığı izlenimi veren) taş köprü oluyor. Sarnıçları ve su kanallarını gezmek için vaktimiz yok. Orada biraz soluklanıp; birkaç resim çektikten sonra eski şehre doğru tırmanışa geçiyoruz…
MATERA-KAPADOKYA BULUŞMASI
Matera’nın dünyaya tanıtılmasında en önemli (ilk) rolü belki de Ünlü İtalyan Sinemacı Pier Paolo Pasolini oynamıştır… “Matta’ya göre İncil”i (1964) bunların en ünlü ve tartışma yaratanıdır. Matera’nın tarihini inceledikçe Kapodokya’yı keşfeden Pasolini, 1969’da, benzer temalı “Medea” filminin bir çok sahnesini de Kapodokya’da çeker… Doğal bir film platosu olması (Kudüs ve Kapodokya benzerliği) Hollywood’un da ilgisini çeker. Ferrara’nın “Meryem” ve Beresford’un Kral Davud’u, Hardwıcke’nin “Doğuş Hikayesi” ve Mel Gibson’nın “İsa’nın çilesi” (son yılların büyük ses getiren bir filmi) filmleri de burada çekilmiş.
Kayaya kazılarak inşa edilen kiliseler ve evler derin bir vadinin kıyısında yükselir… Derin Vadinin diğer yanında, neredeyse 10.000 yıl öncesine uzanan bir tarihe ev sahipliği yapmış mağaralar (antik bölgedeki bu mağaralarda 250 bin yıllık olduğu sanılan iskeletlerin bulunmuş olması büyüleyici) ürkek gözlerle izler sizi…
Henüz keşfedilmemiş bir tarih ve doğa öyküsü: Matera
Matera için yazılabilecek daha çok şey var; ama en iyisi, gerisini sizin gidip görmeniz…
Üçüncü günün ikinci durağı Trani.
Kalesi, ünlü katedrali ve limanıyla tipik bir kıyı kasabası görünümündeki Trani, Matera’nın ardından bir soluklanma yeri oluyor bizler için… Kahve ve dondurma molalarıyla süren küçük bir turun ardından, ertesi günün maratonuna hazırlanmak için, EV’e dönüyoruz…
Meydan’da “Kiraz Festivali” başlamış bile…
Ana girişte bir dönerci, karşısında yerel ürünler satan bir çadır… Marka olmuş, ödül almış kirazların sergilenip satıldığı, dört beş çadır olmasa; bizim festivalleri (yeme içme çadırcıklarıyla) aratmayacak bir havası var… Meydanın ucundaki “anfi tiyatroda” Latin müziklerinden müthiş bir konser… Geceyi orada bitiriyoruz…
ÖZPETEK KENTİ
Gezinin dördüncü günü ilk durağımız, “Güneyin Floransası” olarak tanımlanan, Salento bölgesinin başşehri Lecce, yaklaşık 100 bin nüfuslu… Barok taş binalar, daracık sokaklar ve geniş meydanlarıyla tipik bir İtalyan şehri.
Oldukça geniş ana meydan’da, İkinci yy’da 25.000 kişilik kapasite ile inşa edilen anfitiyator’dan geriye neredeyse üçte biri kalmış.
Meydanın girişinde gençlerden oluşan uzun bir kuyruk dikkatimizi çekiyor. Kitap/müzik market işlevi gören dükkanın karşısında, bölgede görebileceğimiz tek (yabancı patentli) fastfood dükkanı var… Burada gençler sürekli uzun kuyruklar oluşturuyorsa, “iyi yere dükkan açmış” adamlar…
Dönüşte, iriyarı siyahi bir adama yapılan tezahüratlardan anlıyoruz ki, ünlü bir Rapçıymış bekledikleri…
Aklıma, İtalya’da ünlü bir yönetmen olan Ferzan Özpetek’in de uzun süre bu şehirde yaşadığı geliyor… 2010 yılında çektiği “Serseri mayınlar” da bu şehirde ve Salento yarımadasında geçiyor. Film de, Lecce’de yaşayan makarna üreticisi bir İtalyan ailesinin, İtalyan kültürüne göre geleneksel ve ahlâki kalıpların dışına çıkan çocuklarının öykülerini anlatıyordu, birçok ödülü bulunan Özpetek.
Sokak aralarında, makarna yapan kadınlara sıkça rastlamak, bu yüzden şaşırtmıyor bizi.
Şehrin, her biri kendi başına bir sanat eseri olan “Kapıları”nı görünce, Lefkoşa Sur kapılarının sıradanlığı düşüyor aklıma.
Lecce, Barok taş binalar, daracık sokaklar ve geniş meydanlarıyla tipik bir İtalyan şehri.
Lecce’de “makarna ağırlıklı” öğle yemeğinin ardından, minübüsümüz dümeni Güney batıya kırıyor… Hedef “Gallipoli”. Küçük (20 bin nüfuslu), bir Akdeniz /İtalyan kasabası görünümündeki “eski yerleşke” anakaraya bir köprüyle bağlanan bir adacıkta konumlanmış. Kasabanın girişindeki modern binalar, trafiği ve düzensizliği ile bu büyüyü bozmak için kurulmuş hissini doğuruyor.
İTALYA’DA SEÇİMLER
Balık çeşidi olarak zengin olmasa da, kabuklu deniz ürünlerinin zenginliğiyle dikkatimizi çeken, küçük balıkçı halinden “eski yerleşkeye” doğru tırmanırken, deniz kabuklarından hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçip; Pazar yeri gibi düzenlenmiş dar sokaklara dalıyoruz., hediyelik eşya dükkanları yoğun…
Gallipoli’deki Kale, sanki adayı çevreleyen duvarlar üstündeki “eski kenti”, ana karadan gelecek “kötü bakışlardan” gizlemek için inşa edilmiş.
İtalya'da 126 yerleşim yerini ilgilendiren kısmi yerel seçimlerin ilk turunun yapılmasına sayılı günler kalmasına karşın (ilk tur bizim oralardan ayrıldığımız gün, 5 Haziran’da yapıldı); seçimi çağrıştıracak işaretlere (panolardaki afişler ve birkaç seçim aracı) yalnızca bu bölgede rastlamamız; birçok ülkede olduğu gibi İtalya’da da insanların “klasik siyasetten” ne kadar uzaklaştığını gösteriyordu aslında. Nitekim, geçtiğimiz Pazar yapılan ikinci tur oylama sonuçları, oralarda da “sisteme eklemlenmiş eski tip partilere karşı tepkinin giderek büyüdüğünü gösteriyor. 2009 yılında “yolsuzluklara, siyasilerin imtiyazlarına ve AB kurumlarına tepki koyma” adına bir komedyen tarafından kurulan “5 Yıldız Hareketi”, girdiği ilk seçimde (2013) Ana muhalefet konumunu kazanarak gösterdiği başarıyı şimdi de İtalya’nın Başkenti Roma’nın (ve bir diğer büyük şehir Torino’nun) Belediye Başkanlıklarını kazanarak gösterdi.
Yeni belediye başkanı Virgina Raggi'nin Roma’nın ilk kadın Belediye Başkanı olması da bu “yenilikçiliğin” bir işareti olarak değerlendiriliyor.
Çizmenin topuğunda sona doğru yaklaşırken, hafif bir yorgunluk baş gösterse de bizi uzuuun bir yolculuk bekliyor daha… EV’imiz’den yaklaşık 3 saatlik bir yolculukla ulaşacağımız Gargano bölgesi için geceyi uzatmadan dinlenmeye çekiliyoruz.
Sabah kahvaltısının ardından Kuzey’e yolculuk başlıyor…
‘EV’E DÖNÜŞ
Foggia iline yanaştıkça toprak yapısı ve bitki örtüsü değişmeye başlıyor. Sahile yakın yolda giderken, yolun solunda kilometrelerce uzayan tuz gölü ile deniz sahili arasındaki kumul bölgelerde, domates, patates, soğan, havuç ve sarımsak tarlaları da bizi takip ediyor. Foggia’nın düzlük "Tavoliere"(yemek masası demek olan ‘Tavola’ sözcüğünden türetildiği düşünülmektedir) bölümü İtalya'nın, makarnalık sert buğday üretiminin büyük bir bölümünü sağlıyor. Narenciye ağaçlarının yanısıra zeytin bağlar da bölgenin vazgeçilmezlerinden. Gargano bölgesi ise genellikle dağlık ve sık ormanları ve muhteşem plajlarıyla ünlü…
Üç dört tünelden (uzunlukları, 750-2000 metre arasında değişiyor) geçip tırmanışa geçiyoruz. Zeytin ağaçları, çamlar ve makilik örtüsü keskin uçurumlardan yuvarlanıp; Adriatik’in turkuazına karışıyor…
Kilometrelerce uzanan sahil şeridinin tepelerinde yol alırken, yer yer Kormacit burnuna benzerliklerle karşılaşıyorduk… Kıbrıs’ın Kuzey sahilinin daha yeşil, daha korunmuş hali de diyebiliriz…
Puglia bölgesinin neredeyse en çok turist çeken bu bölgesinde, daracık, kıvrım kıvrım yollarda her an bir karavan, turist otobüsü ya da bisiklet grubuyla burun buruna geliyorsunuz. Aşağılarda konumlanmış geniş, neredeyse doğaya saklanmış tesisleriyle cıvıl cıvıl plajlar uzanıyor.
Bu müthiş manzaraya, küçük adacıklar, denizin yumuşak kayalarda yarattığı (sanatsal) mağaralar, oyuntular ve plajların ortasında (uzaydan düşmüşçesine) dikilip duran kocaman kayalar eklenince gözlerimiz bayram ediyor adeta…
Gargano burnunun en ucuna yaklaştığımızda yüksek kayaların üzerine bir kale gibi inşa edilmiş Vieste çıkıyor karşımıza. “Küçük şirin bir balıkçı köyü” deyip geçemeyeceğiniz, müthiş bir kasaba.
Bölge doğa aşıkları olduğu kadar “inanç turizmi” açısından da bir çekim merkezi.. Bunu küçük Viesta kasabasında bile görmek olası.
Hemen hemen tümü denize doğru uzanan, daracık sokaklarda turlayıp; bölgeye özgü elişi dükkanlarına; eski binalara, kemerlere, kiliselere girip çıkıyoruz… Hızlı bir öğle yemeği (yöreye özgü nefis pizzalarla) ve dönüş yoluna hazırlık…
Dönüş yolunda (Medioevo kasabasında) peynirleriyle ünlü bir çiftliğe uğruyoruz. İtalya’da sık rastlanabilecek türden orta ölçekli bir aile işletmesi. Buffalo sütünden taze mozerella ve değişik tatlarda peynirlerle dönüyoruz aracımıza…
Peynirle başlayan “Gurme günleri”, ertesi gün de (gezinin son tam günü) sürüyor… Öğlen, Polignana’nın deniz kenarındaki ünlü balık restoranlarının birinde; zengin deniz ürünleri ve yöresel birayla başlayıp; akşamüstü (yine bir aile işletmesi olan) çiftlik/fabrikada şarapla sürüyor…
Şarap üretiminde kaliteyi belirleyen birçok “tiyo” ve 4-5 bardak şarapla epey bilgilenip(!) dönüyoruz EV’imize…
-BİTTİ-
.