Egemen eşitliğin “müktesep hak” olduğunu nereden çıkarıyorsunuz?
Son zamanlarda “egemen eşitlik ve “eşit uluslararası statünün” Kıbrıslı Türklerin “müktesep hakkı” olduğu dile getiriliyor ve müzakerelere başlamak için ön şart olarak ileri sürülüyor.
Fakat, bu sözde “kazanılmış hakkın” kaynağının ne olduğu söylenmiyor.
Zaman zaman Zürih-Londra anlaşmalarına ve Kıbrıs Anayasasına gönderme yapılıyor.
Hatta bazıları Kıbrıs Anayasasının önemli bir “hukuk sözleşmesi” olduğunu ifade ederek “müktesep hakkın” buradan kaynaklandığını ima ediyor.
Bazıları da Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs devletinin “eşit kurucu ortağı” olduğunu iddia ediyor ve ayrılıkçılık kokan çözüm modellerini bu iddiaya dayandırmaya çalışıyor.
Oysa Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ne “egemen eşit iki toplum”, ne de “eşit kurucu ortaklar” vardır.
Hatta, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde, dünyanın neredeyse bütün devletlerinin kuruluşunda var olan o meşhur “egemen halk” kavramı bile yoktur...
Çünkü, Kıbrıs Cumhuriyeti “Kıbrıs halkının” veya iki toplumun iradesiyle kurulmadı. Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan Zürih anlaşmasıyla kuruldu ve Zürih anlaşmasının ilkeleri Kıbrıs Anayasasında değiştirilemeyen temel maddeler olarak yer aldı.
Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarının temsilcileri, Türkiye ile Yunanistan arasında Zürih’te varılan anlaşmayı imzalamak üzere Londra’da bir araya geldiler ve anlaşmayı önceden onaylayan Birleşik Krallık, Yunanistan ve Türkiye ile birlikte imzacı oldular. Yani, “kurucular”, kendi kendilerini garantör ilan eden ve bunu iki topluma dayatan üç NATO üyesi ülkedir ve bugün de bu ülkelerin onayı olmadan yeni bir anlaşma yapılamaz!
Bülent Ecevit’in 17 Ağustos 1960 yılında kaleme aldığı bir yazısında belirttiği gibi, Kıbrıs devletinin varlığı, üç devletin dost kalmaları “mutlak şartına” bağlıydı ve bu “tarihte bir yenilikti”.
Kıbrıslı Türkler Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Ne Kadar Eşittirler?
Bu noktada şu soruyu sormakta yarar vardır: Bireysel hakların ötesinde, Kıbrıslı Türkler toplum olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nde ne kadar eşittirler?
Yasamadan başlayalım...
Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların ayrı ayrı 3’te 2’i çoğunluğu olmadan anayasa değiştirilemez. Yani, Yasama erkinin bu boyutunda Kıbrıslı Türklerin ayrı ve eşit toplum olduğunu söyleyebiliriz. Lakin, şunu da belirtelim ki, Zürih’te kayıt altına alınan ve anayasaya Temel Maddeler olarak giren 27 madde iki toplumun ortak kararıyla bile değiştirilemez!
Anayasanın değiştirilebilir maddelerinde olduğu gibi, Temsilciler Meclisi’nde ayrı çoğunluk aranan üç konu daha vardır: Vergi/gümrük Yasası, Seçim Yasası, Belediyeler Yasası...
Bu konularda da Kıbrıslı Türklerin ayrı çoğunluğu olmadan değişiklik yapılamaz!
Fakat diğer bütün konularda basit çoğunlukla karar alınır. Temsilciler Meclisi’nde 35 Rum, 15 Türk vekilin bulunduğunu hesaba katarsak, Kıbrıslı Rumların bir çok konuda tek başlarına karar alabildikleri açıktır.
Yani, Yasama erkinde, anayasa değişikliği hariç, Kıbrıslı Türkler sadece üç konuda toplum olarak eşittiler.
Yargı erkine bakacak olursak...
Yargıda tam eşitlik söz konusudur. Yüksek Anayasa Mahkemesinde biri Türk, biri Rum, biri de tarafsız sayılan bir yabancı hakim görev yapar. Ayrıca, Kıbrıslı Türklerin kendi aralarındaki davalara Kıbrıslı Türk hakimler, karma davalara da karma hakimler bakar.
Yürütmeye gelince...
Üç erkin en önemlisi sayılan Yürütme erkine gelince durum şöyledir: Bakanlar Kurulunda yer alan 10 bakandan 7’si Rum, 3’ü Türk’tür. Kararlar mutlak çoğunlukla alınır. Yani, ayrı çoğunluk söz konusu olmadığı gibi, bugün dile getirilen en az bir Kıbrıslı Türk bakanın “evet” demesi gerekmez. Sadece savunma, güvenlik ve dış politika konularında Kıbrıslı Türkler tarafından seçilen Cumhurbaşkanı Muavininin ve Kıbrıslı Rumlar tarafından seçilen Cumhurbaşkanı’nın veto hakkı vardır. Ayrıca, Temsilciler Meclisi kararlarını geri gönderme hakkına sahiptirler. Fakat Temsilciler Meclisi kararında ısrar ederse, Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Muavini söz konusu kararları ilan etmekle mükelleftirler. Bazı durumlarda Yüksek Anayasa Mahkemesine başvurma hakları vardır.
Çok açıktır ki, Kıbrıslı Türklerin yürütme erkindeki eşitliği sınırlı bir eşitliktir.
Cemaat Meclisleri
Bu noktada, iki toplumun ayrı ayrı seçtiği Cemaat Meclislerinin yetkilerinden de söz edelim. Cemaat Meclisi Üyelerini ve başkanlarını toplumlar ayrı ayrı seçerler. Yani, bir tür otonomi söz konusudur. Fakat Cemaat Meclislerinin yetkileri sınırlıdır. Din işleri, eğitim, kültür ve kişi hakları (medeni haklar) gibi konularda yetkilidir. Bu konular çerçevesinde oluşturulacak kurumları desteklemek için toplumun üyelerinden vergi toplama hakkına da sahiptir.
Cemaat Meclislerinin kararları ile devletin erkleri arasında yetki karmaşası söz konusu olursa, konu Yüksek Anayasa Mahkemesine götürülür.
Özetlersek, Kıbrıslı Türkler Kıbrıs Cumhuriyeti’nde toplum olarak sadece belli konularda eşittir.
Üstelik, Kıbrıs Türk tarafı, 1960’lı yıllarda ve 70’lerin başında Kıbrıslı Rumların değişiklik önerilerinin çoğuna “evet” diyerek bu sınırlı eşitlikten de taviz verip Zürih ve Londra anlaşmalarının gerisine düşmeyi kabul etmiştir.
Egemenlik Meselesine Dair
Kıbrıs Cumhuriyeti devleti sınırlı bir egemenliğe sahiptir ve bu sınırlı egemenlik “egemen Kıbrıs halkından” veya ayrı ayrı “eşit egemen” iki toplumdan kaynaklanmamaktadır.
Kuruluş Anlaşmasında da belirtildiği gibi, egemenlik, Birleşik Krallıktan alınıp Kıbrıs Cumhuriyeti’ne devredilmiştir. Fakat bu “egemenlik transferi” esnasında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğini ve bağımsızlığını sınırlandıran, toprak bütünlüğünü ihlal eden dayatmalar olmuştur ve bunlar anayasaya kaydedilmiştir.
Örneğin, üç ülkenin garantör olmasına dair anlaşma veya Yunanistan ile Türkiye’nin bir ittifak anlaşmasıyla adada asker bulundurması, “anayasa hükmünde” anlaşmalar olarak değerlendirilip Kıbrıs Anayasasının parçası sayılmıştır.
Ayrıca, Kuruluş anlaşmasıyla egemen İngiliz üslerinin varlığı dayatılmıştır ve Kıbrıs’ın toprak bütünlüğü ihlal edilmiştir.
Kısacası, Kıbrıs’ın egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü anlaşmalarla ihlal edilmiştir ve bu anlaşmalar Kıbrıs Anayasasına entegre edilmiştir.
Şu da bir gerçektir ki, Kıbrıs Türk ve Rum toplumları ne ayrı ayrı self-determinasyon, ne de egemenlik hakkına sahiptirler. Tam tersine, bu haklar anayasayla sınırlandırılmıştır. Örneğin Kıbrıs Rum toplumunun self determinasyon hakkını ileri sürerek Yunanistan ile birleşmesi anayasa tarafından yasaklanmıştır. Benzer biçimde, Kıbrıs Türk toplumunun da ayrılma hakkını kullanarak ayrı devlet kurması yasaklanmıştır...
Tankların Namlularında Gelen Siyasi Eşitlik ve Federasyon
Ne kendimizi ne de başkalarını aldatmaya gerek var!
Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs Cumhuriyeti’nde var olan haklarını esaslı biçimde aşıp federal bir devlette siyasal açıdan eşit toplum olarak konumlandırılması, 1974 savaşından sonra gündeme geldi.
Uluslararası hukuku ve garantörlük anlaşmasını çiğneme pahasına adadaki güçler dengesini değiştiren 74-Savaşından sonra Türk tarafının gündeme getirdiği “iki-bölgeli, iki-toplumlu, siyasi eşitliğe dayanan federasyon” fikri zaman içinde kabul edildi. Kıbrıslı Rumlar bu öneriye 1977 yılında Makarios ile Denktaş arasında imzalanan anlaşmayla prensip olarak “evet” dediler.
Siyasi eşitliğe dayalı coğrafi federasyon önerisi uluslararası toplum tarafından da kabul gördü ve BM kararlarına girdi.
Buna göre, Kıbrıslı Türkler toprak ayarlamasından sonra kendilerine kalacak bölgeyi yönetecekler ve federal devletin karar alma organlarına etkin biçimde katılacaklar. Yani, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde yürütme, yargı ve yasama organlarında sahip oldukları haklarının çok ötesinde haklara sahip olacaklar.
Bu yabana atılacak bir kazanım değildir!
Bunun ötesine geçip “egemen eşitlik” talep edenler şunu bilmelidirler ki, “Tankların gücü” buna yetmez!
“Tanklar”, Kıbrıslı Türklere federal bir devlette siyasi eşitlik bahşettiler ve verecek başka bir şeyleri yoktur bundan başka!