“Egemen Eşitlik” Dedikleri ya da “Gandır Çocuğu İlhak İstesin!”
Malum, “yeni” politikanın adını “egemen eşitlik” koydular.
Bundan sonra siyasal eşitlik temelinde federasyon değil, “egemen eşitlik” temelinde iki-devletli çözüm konuşulacakmış...
İki-devletli çözüm biçimi bir tane olduğuna göre, müzakere masasına konfederasyon konacak demektir.
Oysa, konfederasyon, yani iki ayrı ve egemen devletin belli alanlarda işbirliği yapması, rahmetli Rauf Denktaş’ın ömrünü harcadığı bir şiardı. Hatta, 1990’lı yılların ortalarında bunu Türkiye’ye de resmen kabul ettirmişti ama dünyayı ikna edememişti.
Daha sonra, Türkiye de iki-devletli çözüm demekten vaz geçmiş, tekrar federasyona dönmüştü.
Bu U-dönüşünü yapan, AKP hükümetinden başkası değildi.
Şimdi bir başka AKP hükümeti konfederasyon demeye başladı. Yani, yeteneklerini kimsenin inkar etmediği Rauf Denktaş’ın başaramadığını başaracaklarını iddia ediyorlar.
Rauf Denktaş dünyayı ikna edememişti, çünkü “malın” alıcısı yoktu. Herkes biliyor ki, devletler ancak başka devletler tarafından tanındıktan sonra ayrı ve egemen olarak devletler sistemi içinde yerlerini alırlar.
KKTC’nin tanınmaması keyfi bir tutumdan değil, “doğasından” kaynaklanıyor.
Her ne kadar ideolojiler toplumsal olguları “doğallaştırsa” da ve Türk milliyetçiliği KKTC’yi “doğal” bir devlet olarak takdim etse de, hakikat söylemle değişmez.
Gerçekler katı ve inatçıdır. Bazılarını burada hatırlatalım.
Bir devletin devlet olması için şiddet araçlarını tekeline alması gerekiyor.
KKTC, itfaiyesini bile tekeline alamamış...
Devletlerin üzerinde oturduğu bir toprak parçası vardır.
KKTC’nin her yanı Rum koçanı...
Şimdi de resmi biraz büyüterek egemenlik meselesine Kıbrıs tarihi içinden bakalım.
Modern dünyada egemenlik gökyüzünden yer yüzüne indirildiğinde, yani Tanrı iradesinden ve onun yeryüzündeki temsilcisi kraldan/padişahtan alınıp halk iradesine devredildiğinde, Kıbrıs’a değil iki ayrı egemenlik, tek egemenlik bile nasip olmadı.
Bilindiği üzere, Kıbrıs Cumhuriyeti tam egemen bir devlet olarak kurulmadı. Örneğin, anayasasının Temel Maddeleri, bütün Kıbrıs yurttaşları birlikte talep etseler bile değiştirilemez. Garantörlerin onayı olmadan ne Temel Maddeler, ne de Garanti ve İttifak anlaşmaları değiştirilebilir.
Kısacası, Kıbrıs “yarım-egemen” diyebileceğimiz bir devlete kavuşturulmuştu ve devlet iktidarı da iki topluma paylaştırılmıştı.
Yani, her topluma “çeyrek-egemenlik” düşmüştü.
Bu devletin 1964 yılında bütünüyle Kıbrıslı Rumların eline geçmiş olması devletin doğasını değiştirmedi. Kıbrıslı Rumlar “yarı-egemen” bir devlet yönetmeye devam ettiler. AB üyesi olduktan sonra da, Kıbrıslı Türklerle paylaşmak istemedikleri bazı egemenlik haklarını Brüksel ile paylaşmak durumunda kaldıkları için yeniden “çeyrek-egemen” bir topluma dönüştüler.
Kıbrıs Türk toplumu ise Türk tanklarının ülkeyi gayrı-meşru biçimde bölmesinden sonra örgütlü bir siyasal yapıya kavuştular ama bu, egemen bir toplum oldukları anlamına gelmez.
Hakikatte ne iç, ne de dış egemenliğe sahiptirler.
Başka türlü söylersek, 1960’ta sahip oldukları “çeyrek-egemenliği” de fiiliyatta kaybetmişlerdir.
Şimdi, bir yarısında “çeyrek-egemenlik”, diğer yarısında da sıfır egemenlik olan Kıbrıs gibi bir ülkede “iki ayrı egemenlik” yaratılacağı söyleniyor.
Buna ne şapkadan tavşan çıkaran sihirbazların, ne de Türkiye’nin adaya yığdığı tankların gücü yeter!
Bu tarihi ve siyasi gerçekler ışığında Kıbrıs Türk toplumunun vereceği mücadele ancak siyasal eşitlik mücadelesi olabilir.
“Egemen Eşitlik” söylemi, herhalde “Gandır Çocuğu İlhak İstesin!” demenin başka bir yolu olsa gerektir...