“Eğer tarihte yaşananları inkar ederseniz, potansiyel olarak aynı suçu tekrar işleme ihtimaliniz var demektir…”
Uluslararası Hrant Dink Ödülleri’nin 7. kez sahiplerini bulduğu, İstanbul Kongre Merkez’inde 15 Eylül akşamı düzenlenen ödül töreninde, açılış konuşmasını tarihçi Taner Akçam yaptı. Töreni izleyenler tarafından büyük bir ilgiyle dinlenen konuşmanın tam metni AGOS tarafından yayımlandı. Akçam’ın, özellikle “tarihle yüzleşme” üzerinde de durduğu bu ilginç konuşmasını AGOS’tan aktarıyoruz:
“Öncelikle Uluslararası Hrant Dink Vakfına bu özel ve anlamlı davet için çok teşekkür ederim.
Bilindiği gibi, içinde bulunduğumuz yıl, Ermeni Soykırımın 100’üncü yılı. Ve benden bunun anlamı üzerine bir şeyler söylemem istendi.
Soykırım bir insanlık suçu; 1948 yılında bir sözleşme ile kabul edildi. Bugün Türkiye’de en çok tartışılan konuların başında 1915’in soykırım olarak adlandırılıp adlandırılamayacağı gelir. Oysa konuyla yakından ilgilenenler bilirler ki soykırım kavramının ortaya çıkmasının en başta gelen nedeni 1915 yılında Ermenilerin imha edilmesidir.
Bu bilgiyi bize, soykırım kavramını bulan Rafael Lemkin’in kendisi verir.
Ama bir tek soykırım değil; bunun dışında uluslararası hukukta; a) insanlık hukuku veya insaniyet kanunları b) insanlığa karşı suçlar olarak bilinen iki diğer hukuk kavramının ortaya çıkması da bizim tarihimizle ilgilidir. ‘İnsanlık hukuku’ ilk defa uluslararası bir hukuk ilkesi olarak 1899 ve 1907 Lahey sözleşmelerinde Martens Hükmü olarak yer aldı.
Martens, Rus bir hukukçudur. Söz konusu ilkeyi ortaya atmasının nedenlerinin başında Osmanlı Devletinin Hıristiyan vatandaşlarına yönelik yaptıkları katliamlar gelir. İkinci kavram, ‘Crime Against Humanity’ (İnsanlığa Karşı Suçlar) kavramıdır. Bu uluslararası suç kategorisi ilk defa 24 Mayıs 1915 yılında, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Ermenilerin katledilmesi ile ilgili yaptıkları ortak açıklamada yer almıştır. Ve daha sonra Nürnberg mahkemelerinde Nazi yöneticilerinin yargılandığı üç temel suçtan birisi olmuştur.
Lemkin’in yorumu
Bu iki hukuk terimi gibi, soykırım suçunun yaratılması da doğrudan bizim tarihimizle ilgilidir. Kavramın mucidi Lemkin ‘Totally unofficial’ (tamamıyla gayrı resmi) başlıklı oto-biyografisinde, Talat Paşa’nın, Ermeni genç Tehlerian tarafından 1921 yılı Mart ayında öldürmesini gazetelerden okuduğunu; çok etkilendiğini söyler ve şunları yazar:
“Mahkeme suç işleyen Türk faillerin yargılanmasına dönüştü... [ve] dünya, Türkiye’de yaşanan trajik olayların gerçek bir resmiyle karşılaştı.
Ermeniler öldürülürken işlerine öyle geldiği için bilerek sessiz kalan ve Türk savaş suçlularını serbest bırakarak olup biteni saklama niyetinde olan dünya, şimdi bu dehşet verici gerçeği dinlemeye mecbur kalıyordu.
Mahkeme, Tehlerian’ın içinde bulunduğu psikolojinin zorlayıcı ve önüne geçilemez etkisiyle davrandığına hükmederek beraatına karar verdi.
İnsanlığın moral değerlerini kendisine ölçü alan Tehlerian, davranışlarının ahlaki doğasını yargılama kapasitesinden yoksun bir ‘deli’ olarak tanımlandı. Oysa o, kendisini insanoğlunun vicdanının yasal koruyucusu ve uygulayıcısı olarak görmüş, bunun gereğini yerine getirmişti.
Fakat bir insan adaletin gerçekleştirilmesini kendi eline alabilir mi? Hırs-ihtiras, böyle bir adalet tarzını tesirsiz hale getirmez ve raydan çıkmasına yol açmaz mı? ... Bu soruların cevaplarını bilmiyordum ancak, ırk veya din adına işlenen bu tür toplu cinayetlerin yargılanabilmesi için dünyanın her yerinde geçerli olacak bir yasa yapılmasının kaçınılmazlığına hükmettim.”
‘İnsanlar tavuk değil ki’
Davadan etkilenen Lemkin edebiyat okumayı bırakır ve toplu cinayetlerin yargılanabilmesi için bir yasa çıkartmak hedefiyle hukuk okumaya başlar. Anılarında Talat Paşa davasını hukuk hocasıyla tartıştığını aktarır. Hocasına Talat’ın niçin mahkemeler tarafından tutuklanıp, yargılanmadığını sorar. Hocası ne bu tür bir kanun ne de bu yetkiye sahip bir mahkeme olduğunu söyler. Bir örnek verir; “Bir çiftçi düşün ve bu çiftçinin tavukları var. Tavuklarını öldürürse, bu çiftçinin bileceği iştir ve seni ilgilendirmez. Eğer müdahale eder, karışırsan, haddini aşmış olursun”, Lemkin itiraz eder, “ama” der, “insanlar tavuk değil ki” ve bir devletin egemenlik hakkı “milyonlarca insanın öldürülmesi demek değildir... insanlarının refahı için okullar inşa etmesi, yollar yapması demektir.”
Lemkin anlamakta zorlanmaktadır; “Tehlerian’ın bir kişiyi öldürmesi suç sayılmakta, ama onu baskı altında tutan kişinin bir milyon insanı öldürmesi suç sayılmamaktadır”, ve sorar, “Burada tuhaf bir durum yok mudur?”
Lemkin bundan sonraki tüm ömrünü, bu tuhaflığı ortadan kaldıracak, soykırım olarak adlandırdığı suç kategorisini yaratmak için harcar! Daha sonra yazı, konuşmalarında bu kavramı yaratmasında Ermeni katliamını oynadığı belirleyici rolü defalarca tekrar eder.
Aktardığım bu bilgilerin bizde pek bilinmiyor olmasının nedeni, tarihimizle yüzleşmemiş olmamızdır. Ve bu nedenle de devletimizin hala kendi vatandaşlarını tavuk olarak görmeye devam ettiğini söyleyebiliriz.
(AGOS – 17.9.2015)
DEVAM EDECEK