“Eğer tarihte yaşananları inkar ederseniz, potansiyel olarak aynı suçu tekrar işleme ihtimaliniz var demektir…” 3
Uluslararası Hrant Dink Ödülleri’nin 7. kez sahiplerini bulduğu, İstanbul Kongre Merkez’inde 15 Eylül akşamı düzenlenen ödül töreninde, açılış konuşmasını tarihçi Taner Akçam yaptı. Töreni izleyenler tarafından büyük bir ilgiyle dinlenen konuşmanın tam metni AGOS tarafından yayımlandı. Akçam’ın, özellikle “tarihle yüzleşme” üzerinde de durduğu bu ilginç konuşmasını AGOS’tan aktarıyoruz:
“Sanıldığının aksine, Ermeni Soykırımı’nın Birinci Dünya Savaşı ile nedensel ilişkisi dolaylıdır. Tehcir esas olarak, devletin başına bir ‘gaile’, bir bela sayılan Ermeni reform meselesinden nihai olarak kurtulmak amacıyla yapılmıştır. Çünkü İttihatçılara göre, Ermeni reform meselesi, hem yabancı devletlere Osmanlının iç işlerine karışma imkânı veriyordu hem de Osmanlı devletini parçalama potansiyeline sahipti.
Bunları ben söylemiyorum; dönemin İçişleri bakanı Talat Paşa söylüyor. 26 Mayıs 1915 tarihinde Sadrazamlık makamına yazdığı uzun bir yazıda tehcirin asıl amacının Ermeni reform meselesini çözmek olduğunu anlatır. Paşa’ya göre, Ermeni Reform Antlaşması “Osmanlı vilâyetlerinin bir kısmı(nın) yabancı nüfuz altına girmesi” tehlikesini ortaya çıkardığı için, “bu derdin [yani Reform meselesinin] esaslı bir şekilde sona erdirilmesi ve tamamen yok edilmesi düşünü(lürken)” savaş çıkmıştı ve Ermenilere yönelik bazı geçici tedbirler alınmıştı. Paşa, askeri amaçlı alınan bu geçici tedbirlerin artık, “uygun bir usûl ve kaideye bağlı olarak” düzenlenmesi gerektiğini söylüyordu.
Özetle soykırım, Osmanlı-Türk yöneticilerinin, 1878’den beri kendilerini uğraştıran Ermeni reform meselesine verdikleri nihai cevaptır.
Kürt reformu
Şimdi tartıştığımız ise Kürt reform meselesidir. Ve tarih Türkleri, Kürtleri eşit ve eşdeğer koşullarda yönetime katılmalarını sağlayıp sağlayamayacakları ile yargılayacaktır. Kürt reformunun özü, Kürtlerin sosyal, siyasal, kültürel her düzeyde Türklerle eşit vatandaşlar olarak yaşamalarının garanti altına alınmasıdır. Bunun yolunun, Anayasal vatandaşlık ile teminat altına alınmış eşitlik ışığında, tüm Türkiye çapında yerel ve yerinden yönetim ilkesinin hayata geçirilmesi olduğunu herkes biliyor.
Bu ilkelerin hayata geçirilmesi, her hangi bir örgütle pazarlık konusu yapılamaz ve her hangi bir örgütün eylemleri gerekçe gösterilerek askıya alınamaz. Adını öyle koymamış bile olsa, PKK’nın sorunu esas olarak bir Kürt devleti kurmak ekseninde çözmek istemesini yanlış ve hatta son derece tehlikeli de bulabiliriz. Ama başkasının yanlışı, sizin yanlışlarınızın ve eksikliklerinizin bahanesi olamaz.
Felaket tellalı olmak istemem. Ama şu anki gelişmelerin alabileceği muhtemel boyutlar hakkında bir bilgi vermesi bakımından hükümete yakın bir gazetede dile getirilen bazı fikirleri zikretmek isterim. Türkiye’nin hem içerden hem de dışardan bir cephe tarafından kuşatıldığını söyleyen gazete, bu cepheyi biçimlendiren iradenin, “Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı siyasi otoritesini darmadağın eden... irade” olduğunu söylüyor.
Gazeteye göre, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehdit büyük bir tehdittir ve “bu tehdit... (bir) senaryo uygulamaktadır.” Bu “senaryo ise, Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı'ya yönelen yıkıcı tehditle aynıdır, nitelik olarak aralarında hiçbir fark yoktur.”
Gazete, “Birinci Dünya Savaşı dönemindekiler kadar vahim bir ihanet daha yaşanıyor” dedikten sonra, bu ihanete karşı yapılması gerekenin “karşı cephede yer alan... iç figüranlara karşı bir tür milli mücadele(nin), arınma(nın) başlatılma(sı)” olduğunu söylüyor.
Ermeni soykırımını inkâr edenlerin, “Ermeni soykırımı yoktur, vatan savunması vardır”, dediklerini bilmem hatırlar mısınız? Eğer vatana ve millete yönelik büyük bir tehdit varsa, bu tehdidin elimine edilmesinden daha doğal ne olabilir ki? İnanın tüm büyük kitlesel katliamlar, bazı devlet ve milletlerin kendi varlıklarına yönelmiş olduğuna inandıkları tehditleri ortadan kaldırmak amacıyla, bir nevi öz savunma olarak gündeme gelmişlerdir.
Gelişmelerin ille de bu yöne doğru devrileceğini iddia etmiyorum. Sadece bir zihniyet sürekliliğine dikkat çekmek istiyorum.
Tarihin yükü
Tarihin yükü omuzlarımızda duruyor ve tarih bir kâbus gibi peşimizden dolanıyor. İnkâr ediyoruz; bilmediğimizi veya hatırlamadığımızı söylüyoruz ama o bizi bir kâbus gibi kovalıyor.
Geçen yüzyıl başında Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması ve ulus devletlerin kurulması sürecinde bu topraklar kan gölüne döndü. Bugün kurdukları ulus devletlerle övünenler, bu ulus devletlerin sınırlarının milyonlarca insanın kanı ile çizildiğini çabuk unuttular. Şimdi benzeri bir süreci yaşıyoruz. Ortadoğu yine bir kan gölü ve bu göl büyümeye devam da edecek gözüküyor. Çünkü birileri hâlâ 1920’lerde kurdukları ulus devletlerde ısrar ediyor ve bunu bir çözüm olarak dayatıyorlar; diğerleri ise, belki çaresiz, belki de dış koşulların bunu olanaklı kıldığı inancıyla, kendi ulus devletlerini kurmak istiyorlar. Bu beklentiler hüsranla da sonuçlanabilir veya bir gerçeklik de olabilir ama yüzbinler değil, belki milyonların kanı pahasına...
Oysa daha kolay bir yol var. Kürt, Türk, Arap, Ermeni, Süryani, Çerkes, Alevi, Sünni birlikte yaşamayı başarmak. 30 yıldır kitlesel katliamlar sorunu ile uğraşırım. İnanın, insanların niçin daha kolay olan yolları seçmediklerini ve ille de silahı, öldürmeyi ve kanla sınır çizmeyi tercih ettiklerini hâlâ anlayabilmiş değilim.
Hrant’ın hayali
2005’li yıllarda Hrant Dink Diyarbakır’da yaptığı bir konuşmada, Kürt dostlarına, “bizim başımıza gelenleri iyi inceleyin”, “bizim başımıza gelenlerden ders alın” mealinde bir şeyler söylemişti. Ona kızanlar, eleştirenler olmuştu. Oysa son derece haklıydı Hrant. Söylediği bu coğrafyada etnik temelli siyasi çözümlerin büyük facia ve yıkımlara yol açtığı ve açacağı gerçeği idi. Bu nedenle, Türkiye’nin demokratikleşmesi, demokratik temellerde yeniden inşa edilmesi onun en büyük hayali idi. Hrant bu hayali nedeniyle öldürüldü. Daha doğrusu, bu hayale sahip bir Ermeni olduğu için öldürüldü. Onun hayalinin, Ermeni kimliği nedeniyle ölümle sonuçlanması, bize bu toprakların ana dramının ve açmazının nerede olduğunu gösteriyor.
Ya Hrant Dink’i, Martin Luther King Amerikan halkları için ne ise öyle, bir sivil haklar önderi olarak yaşatacak ve bu topraklarda onun hayalini yaratacağız; ya da bu coğrafyada daha çok kan dökülmesine şahit olacağız!”
(AGOS – 17.9.2015)