Eğitimi ‘utanca’ dönüştüren izin belgesi!
Eğitim Bakanı sıfatı gelip, geçicidir.
Vekillik de öyle…
Hâlbuki öğretmen kimliği öyle değil, önemlidir, saygındır.
Nazım Çavuşoğlu kendinden çok kimliğine ayıp etmiştir.
“Kur’an kursları” için izin veriyor.
Camileri okul kabul ediyor, imamları öğretmen!
Ya Atatürk fotoğraflarını sökecek ve atacak makamından ya da kendini…
Ya da bir ömür bu utançla yaşayacak.
Nazım Çavuşoğlu’na sözüm…
Tercih kendisinin…
Kıbrıs’ta laikliğin canına okudunuz, değerlerini ezdiniz bu ülkenin, dinle siyaseti düğümlediniz…
***
Kur’an kurslarını meşrulaştırmak için verdiği izin hep isminin yanında olacak, nereye gitse peşinden kovalayacak. Kıbrıslı Türklere “Laik zorbalar” diyenleri onurlandıran bu iznin ağırlığı altında hep eğilecek boynu, yüzü hep kızaracak.
Bugün Kıbrıs’ta okudum, Kur’an kurslarını aklayan sözüm ona “izin” yazısını…
Eğitim adına utanç belgesi…
“… belirtilen camilerde ismi geçen kişiler tarafından düzenlenecek 'Yaz Dönemi Din Bilgileri Faaliyetleri' eğitim müfredatı ve içeriği incelenmiş olup öğrencilerin pedagojik gelişimlerinin dikkate alınarak, eğitimi verecek olan kişilerin pedagojik formasyonlarının bu yaş gruplarına uygun olması ve eğitimi alacak 18 yaş altı öğrencilerin ailelerinden izin alınması koşulu ile düzenlenmesi Bakanlığımızca uygun görülmektedir.”
İncelenen içerik nedir, merak ediyoruz.
Kim, ne zaman incelemiştir acaba?
Eğitimi verecek kişiler kimlerdir ve pedagojik formasyonları neye göre uygun görülmüştür?
Dünyanın en iyi üniversitesinden mühendis olarak mezun olsanız, ayrı bir pedagoji eğitiminiz yoksa size okullarda ders verdirmezler.
Şimdi “üfürükle” pedagojik uzmanlık yaratıyorlar.
Bu “izin belgesi” talimatla düzenlenmiştir, öyle görünüyor.
Eğitimle, bilimle, ilimle ilgisi olduğunu sanmıyorum.
Yanılıyorsam, tüm bu süreci açıklıkla paylaşırlar, anlarız.
***
Bakanlık, vekillik, müsteşarlık gelir, geçer.
Bu ayıpla nasıl yaşayacaksınız siz?
FIKRA
Üstel "(TC Başkan Yardımcısı) Cevdet Yılmaz 10 gün sonra KKTC'ye gelecek" diyerek güne başladı.
Görevi bu!
Türkiye'den gelecek yetkilileri anons ediyor ve getirdikleri anlaşmaları imzalıyor.
Bu gelişmeden sonra bir başka “görevli” Tatar sahneye çıkıyor ve bağırıyor:
"Egemen eşitliğimiz tanınmadıkça müzakere etmeyiz."
O sırada elektrikler gidiyor, geliyor, irade gidiyor, gelmiyor!
Kimileri de bu fıkraya “devlet” diyor (!)
“Herkesin aynı anda kendini kurban sanması…”
Ne kadar yerinde bir saptama yaptı, sendikacı dostum Ulaş Gökçe…
“Bizim en ciddi meselemiz herkesin aynı anda kendini kurban sanmasıdır. İnanılmaz fantastik bir durum. Kimse bir hatanın sorumlusu değil. Küçük de olsa hataların tümü öksüz. Hatalar öksüz, herkes kurban…”
Geçenlerde bir sendikacıyla dostane ayaküstü tartışmıştım.
Sözün ateşi biraz yükselince kendisinin çok ağır bedeller ödediğini söylemişti.
“Nedir ödediğin bedel” diye sormuştum, “çoğu insandan daha konforlu, güvenli, garanti bir hayatın var, burnun kanamadı, halin vaktin yerinde” diyerek kendimden geçmiştim.
Sonradan gereksizliğini anlamıştım sözlerimin…
Çünkü herkes kendi mağduriyetinde boğuluyor, çoğunlukla…
İşin ilginci, asıl mağdurlar, en az şikâyetçi…
Sesi soluğu çıkmayan biri varsa, anlayınız ki gerçek mağduriyet orada…
Ya yoksuldur ya güvencesiz…
Ya da kimi kimsesi yoktur sırtını yaslayacak.
***
Ortalık “mağdur”la birlikte “temsili” suretlerle de dolu…
Kimi emekçi rolünde, kimi yoksul…
Kimi çalışan rolünde, kimi ezilmiş…
Devletin “temsili” halinden ilhamla insanlar kendilerine de böylesi hayali giysiler dikiyorlar.
***
“Herkes mağdur çünkü kimse yaptığının sorumluluğunu taşımıyor” diyor Ulaş Gökçe…
“Protesto yapmak kolay, hayatı değiştirmek zordur. Oturup bir strateji çizeceksin, irade göstereceksin, hayata geçireceksin. Zor iş... Ama mağduru oynamak ve yapın demek kolay…”
***
Bir yanda “mide bulantısı” bir yönetim var.
Eğilip büküldükleri, süklüm püklüm ezdikleri ve ezildikleri, talimatla ve biatle yürüdükleri yetmezmiş gibi onca yalana, talana, rüşvete de batmışlar.
İyice içimize işleyen “alt yönetim” dayatması içerisinde bir de herkesin kendini kurban ya da mağdur ilan ettiği tabloyla yüzleşiyoruz.
O nedenle midemiz bulanıyor ama kusamıyoruz.
Hep sancıyla yaşıyoruz, kıvrana kıvrana…
İki pasaport!
Erhan Arıklı adlı Bakan’a birisi yazmış, yayınla demiş, sanırım…
O da sıralamış…
“T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın talimatları ile Kıbrıs Türklerinden isteyenler, derhal TC vatandaşlığına alınarak Türkiye vatandaşlarının yararlandığı her türlü haktan yararlanması sağlanacaktır…”
“Yine Sayın Erdoğan’ın talimatları ile İsteyen Kıbrıslı Türkler T.C. vatandaşlığına geçtikten sonra T.C. vatandaşlarının şartları doğrultusunda yeşil ve kırmızı pasaport alma hakkına sahip olabilecektir…”
İlhak manifestosu gibi sıralıyor, bakan...
“Erdoğan’ın talimatları ile…”
Kendisi güya bir başka ülkenin bakanı!
***
“Türkiye vatandaşlarının yararlandığı her türlü hak” diyor da…
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, Avrupa Birliği’nin sağladığı hakları hayal ediyor oysa…
Her “KKTC” yurttaşının önüne iki pasaport konsa…
Biri Kıbrıs Cumhuriyeti…
Diğeri TC…
Arıklı dâhil hangisini seçerler sizce?