1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Ekim Devrimi’nin Üç Önemli Kadın Figürü Üstünden Rusya’da Devrim ve Kadın
Ekim Devrimi’nin Üç Önemli Kadın Figürü Üstünden  Rusya’da Devrim ve Kadın

Ekim Devrimi’nin Üç Önemli Kadın Figürü Üstünden Rusya’da Devrim ve Kadın

Kadınların oy verme hakkı, kürtaj, boşanma, doğum kontrolü ve eşcinsellik gibi konuları legalize eden yasaların yapılmasına ön ayak olur

A+A-

 

 

Emek Yıldırım
[email protected]

 

 

 

«Товарищи! – закричал Иван. – Я вот не спал и думал о женщинах. Вы о женщинах подумайте, товарищи. [...] Женская доля – трудная, женщина стареет раньше, силы в ней меньше, дети у нее на руках остаются, а ставки одинаковые. Женщины лучше нас, мужиков. [...] Женщины правильно за себя заступились.» (1)

 

1917 yılında Ekim Devrimi’nin öncülü olan Şubat Devrimi’nin ilk kıvılcımları, ilginç bir biçimde aslında (şu an kullanılan Gregoryan takvimine göre) 8 Mart gününe denk gelen (o zamanlar Rusya’da kullanılmakta olan Jülyen takvimine göre) 23 Şubat günü (St. Petersburg’un o dönemdeki adı) Petrograd’da düzenlenen kitlesel bir miting ile çakılmıştır. Hem 1905 Devrimi hem 1917 Şubat Devrimi hem de 1917 Ekim Devrimi’nde kadınların ve mücadelelerinin oldukça mühim bir yer tuttuğunu ise belirtmekte fayda var, her ne kadar Rus coğrafyasında siyasal ve toplumsal muhalefet mücadelesi içinde kadınların varlığı çok fazla görünür ve/veya bilinir değilse de. Hâlbuki, hem siyasal kültürü hem de sosyo-kültürel yapısı paternalist ve patriyarkil bir nitelik taşıyan Rusya’da kadınlar Avrupa’daki hemcinslerinin başlattığı mücadele hattını karşılaştıkları tüm zorluklara rağmen Rusya topraklarına taşımayı, onu burada beslemeyi ve büyütmeyi başarmışlardır. Ekim devrimine ve Sovyetler Birliği’nin kuruluşu sürecine doğru giden yolda, Rus/Rusyalı(2)  kadınların hem devrimci hareketler içinde hem de kadın hareketleri içinde edindikleri faal ve kaydadeğer konumları ile çetin koşullar altında hayata geçirdikleri çalışmalarının neticesi olarak oldukça önemli bir paylarının olduğu da aşikârdır.

Bu minvalde de, Rus tarihine bakıldığında, devrime ve sosyalizmin inşasına giden süreçte oldukça mühim bir rol oynayan kadınların ve mücadelelerinin 18. yüzyıla dayandığı görülmektedir. İlk olarak, I. Petro (Büyük Petro) ile başlayan modernleşme çalışmaları sonucunda Rusya Avrupa ile daha yakından ilişkilenmeye başlar. I. Petro’nun, Avrupa’dan gelen mühendislerin, mimarların ve sanatçıların önderliğinde sıfırdan inşa ettirdiği St. Petersburg şehrinde açtığı St. Petersburg Devlet Üniversitesi’nin de mevcudiyeti ile özellikle Rus aristokrasisi Avrupa standartlarında bilim, felsefe ve sanat ile yoğun bir biçimde ilgilenmeye de başlar. Reform ve Rönesans dönemini yaşayan Avrupa’da ortaya çıkan dönüşüm bu sayede Rusya’ya da sıçrar ve Rus aristokrasisi Batı ile bağlarını kurar. Böylece de, Avrupa’da eğitim almış ve artık Batı görgüsüne, kültürüne, fikirlerine sahip bir Rus entelijansiyasının oluşmasının da ilk adımları atılmaya başlanır. Ayrıca, Avrupa’da ortaya çıkan toplumsal hareketlenmeler ve devrimler, Rus coğrafyasını da etkisi altına alır. Yeni fikirlerle dolup taşan Rus entelijansiyası bu siyasal ve sosyal hareketlenmeler ile, Rusya’daki mevcut siyasal ve sosyal yapıyı da sorgulamaya girişirler. Elbette ki, bu tartışmalar erkekleri olduğu kadar kadınları da etkiler. Bunlara ek olarak, I. Petro’nun ölümünün ardından eşi I. Yekaterina’nın tahta oturması da Rusya’daki kadınlar için oldukça önemli bir kavşaktır. Onun ardından ise üç tane daha çariçe gelir. Sırası ile; I. Anna (Anna İvanovna), I. Yelizaveta (Yelizaveta Petrovna) ve II. Yekaterina (Büyük Yekaterina) idir. Bunlar arasında en önemlisi ise elbette ki II. Yekaterina’dır. Eşi, III. Petro’nun dedesi olan I. Petro’nun başlattığı Rus modernleşmesini II. Yekaterina devam ettirir ve Rusya onun döneminde altın dönemini yaşar. Kadın hareketi için önemi ise, ortaokul eğitimine kadar öğrenim görebilen kadınların, devlet desteği ile yüksekokul okumasını sağlayacak biçimde St. Petersburg’daki Smolniy Enstitüsü’nün kurulmasını sağlamasıdır. Bu başlangıç, aynı zamanda Rusya’daki kadınların da önünü açan ehemmiyetli bir adım olur.     

Bunun ardından ise, 19. yüzyılda da, I. Petro ile başlayıp II. Yekaterina ile devam eden Rus modernleşmesinin yanısıra Avrupa’da vuku bulan Fransız Devrimi ve Aydınlanma hareketinin de etkisi ile ortaya çıkan Dekabrist Ayaklanma da kadınların yeniden siyasal mücadele sahnesine çıkmasına vesile olan ve ilk feminist tohumların da atılmasına yol açan bir olay olagelir. Dekabrist Ayaklanma’ya katılan aristokrat kökenli üst-düzey bürokrat ve askerlerin sürgün edildikleri Sibirya’nın ücra köşelerinde annelerinin, kızkardeşlerinin, eşlerinin iradi kararları sonucunda onları yalnız bırakmamaları ve gittikleri bu yerlerde de boş oturmayıp, orada çalışmaya devam etmeleri başta Rus entelijansiyası olmak üzere Rus toplumunu etkileyen bir durum olur. Eşleri, erkekkardeşleri, oğulları ile aynı fikirleri paylaşan ve bunun bedelini de ödemekten kaçınmayan bu kadınlar gittikleri yerlerde kütüphaneler, klinikler açıp, dersler verirler. Artık eğitimli aristokrat kadınlar siyasal ve toplumsal konularla daha aktif bir biçimde ve daha yakından ilgilenmeye de başlarlar böylece. Bilhassa, bu çabaların tesirlerini Çernişevskiy’den Puşkin’e, Tolstoy’dan Çehov’a kadar birçok yazarın eserlerinde de görmek mümkündür. Özellikle de, Nikolay Çernişevskiy’nin ünlü eseri Ne Yapmalı?’nın kadın başkahramanı Vera Pavlovna da Rus coğrafyasındaki kadınları ve kadın hareketini belirgin bir biçimde etkiler.

Bu kadınların kızları ise elbette ki annelerinden, teyzelerinden, halalarından gördükleri veya belli başlı yazarların eserlerinden okudukları kadınların yaptıklarını bir adım öteye taşımaya kararlı idirler. Rus coğrafyası için, feminist olarak adlandırılabilecek ilk kadınlar olan bu ikinci kuşak kadınlar aynı zamanda hem kurdukları dernekler aracılığıyla örgütlü bir biçimde çalışmalarını yürütmekte hem de kadınlara yönelik olarak yazdıkları makaleler, çıkardıkları dergi ve gazeteler, açtıkları kurslar, verdikleri dersler, düzenledikleri toplantılar yoluyla da Rusya’da belli bir mücadele hattı izleyen bir kadın hareketinin ortaya çıkmasını da sağlarlar. Ayrıca, yine o dönemlerde sayısı hızla artan siyasal hareketlerin içinde yer alan kadınlar aynı zamanda belli düzeylerde içinde bulundukları siyasal yapının hedef kitlesinde olan kadınlara dönük çalışmalar da içindedirler. 19. yüzyılın son onyılları ve 20. yüzyılın ilk onyılları süresince, politik olarak faal kadınlar için bu durum geçerli idi. Kadınları hedefleyen çalışmalar yürütme üzerinden belli bir mücadele hattı izleyen Rus kadın hareketinin yanında devrimci (narodnik, anarşist, sosyalist, sosyal demokrat) örgütlerin, yapıların içinde olan kadınlar da ikili bir mücadele yürütürler. Çünkü büyükşehirlerde sayısı hızla artan atölye ve fabrikalarda çalışan kadın işçilere yönelik olarak, devrimci siyasal hareketlerin içindeki kadın aktivistler tarafından hem devrimci siyasal çerçeve içinde hem de feminist mücadele zemini gözetilerek çalışmalar hayata geçirilmeye çalışılır. Diğer bir yandan da, artık kadın hareketi de yalnızca aristokrat kadınların yürüttüğü bir mücadele olmaktan çıkıp her sınıftan kadının yararına ve her sınıftan kadının katılımı ile yürütülen bir mücadele halini de alır. Bunun sonucunda da ilk önce 1905’te sonra da 1917’de etkin bir biçimde siyasal ve toplumsal hareketlenmelerin içinde yer alıp, ortaya çıkacak büyük dönüşümün de önemli bir eyleyicisi olma isteği ve çabası içindedirler. Bu minvalde, bu dönemde öne çıkmış üç kadını tüm bu çerçeve dâhilinde anmakta da fayda var. 

İlk isim, Nadejda Konstantinovna Krupskaya (Надежда Константиновна Крупска) idir. Vladimir İlyiç (Ulyanov) Lenin’in eşi olarak tanınır ise de aynı zamanda Lenin ile ömür boyu bir yoldaşlık içinde devrimci mücadele içinde aktif bir biçimde bulunmuş bir şahsiyettir de. 1869 yılında Petrograd’da doğar. Devrimci fikirlere sahip, aristokrat kökenden gelen ama zaman içinde yoksullaşmış bir ailede doğup, büyür. Bu arada, hem devrimci fikirlere hem de işçi sınıfına aşina bir biçimde geçer ilk gençlik yılları. Eğitimin ve pedagojinin önemli olduğunu düşündüğü için öğretmen olur. Gençlik yıllarında, özellikle Lev Tolstoy ile Karl Marx ve Friedrich Engels’in eserlerinden çok etkilenir. 1895 yılında Lenin’in de içinde bulunduğu “İşçi Sınıfının Kurtuluşu Birliği” örgütüne girer. Bu örgüt içindeki faaliyetleri nedeniyle sürgüne gönderilir. Yine sürgünde olan Lenin’le evlenir ve bir süre Sibirya’da kalırlar. Sürgünden sonra, Lenin’le beraber Avrupa’ya giderek devrimci mücadeleye orada devam ederler. Iskra’da faal olarak çalışmasının yanısıra yapılan toplantılarda, çalışmalarda da aktif olarak rol alır. Fakat esas üzerinde durduğu konu eğitim meselesidir ve dünyadan çeşitli ülkelerin eğitim sistemlerini inceler ve Marksist bir eğitim sisteminin yollarını, yöntemlerini oluşturmaya çalışır. 1917 yılında Şubat Devrimi’nden sonra Rusya’ya dönerler ve Ekim Devrimi’ne giden süreçte Krupskaya aktif olarak çalışmalara katılır. Hatta, Ekim Devrimi’ni örgütleyen Vyborg Komitesi’nin de bir üyesidir. Ekim Devrimi’nin ardından da, Sovyetler Birliği’nin inşa sürecinde hem Sovyetler Birliği’ne özgü bir eğitim sisteminin kurulmasında belirgin bir rol oynar hem de kadınların haklarına dair çalışmalara da aktif olarak katılır. Sovyet hükümetinde Eğitim Bakanı olur. Lenin’in ölümünden sonra üstlendiği bürokratik görevlerin yanısıra yeni eğitim sisteminin geliştirilmesi için çalışır. 1939 yılında da vefat eder. Kaleme aldığı eserleri de 11 cilt altında toplanmış, çok çeşitli dillere çevrilmiştir.

İkinci isim, Aleksandra Mihaylovna Kollontay (Александра Михайловна Коллонтай) idir. Marksist feminizmin önde gelen isimlerinden biri olan Kollontay; 1872 yılında (St. Petersburg o dönemki adı) Petrograd’da burjuva bir ailede doğar ve aşırı itina altında büyür. Ailesinin itirazlarına rağmen, erken bir yaşta evlenir. Evliliği 5 yıl kadar sürer ve bir oğlu olur bu evlilikten. Eşinin liberal görüşlere sahip olmasına rağmen, evliliği süresince kendini Marksist kuram okumalarına verir. İşçilere yönelik bir akşam okulunda gönüllü olarak dersler verirken Yelena Stasova ile tanışır. Bu arada devrimci, sosyalist mücadelenin de içine girmeye başlar. Evliliği bittikten ve kocasından boşandıktan sonra Zürih’e ekonomi okumaya gider. Avrupa’da Rosa Luxemburg ve Karl Kautsky’nin fikirleri ile tanışır ve diğer yandan da devrimci, sosyalist/komünist hareketlerle ilişkiler geliştirir. Avrupa’dan dönüşte, St. Petersburg’da Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne (RSDİP) üye olur ve faal bir biçimde de çalışmaya başlar. RSDİP’in Bolşevik ve Menşevik kamplara ayrıldığı 1903 yılında başlarda tarafsız kalmayı seçer. 1904 yılında Bolşevik tarafa katılır. Fakat 1906 yılında Menşevik tarafa kayar ve 1915 yılına kadar da Menşeviklerin içinde politik mücadelesini sürdürür. 1908 yılında, St. Petersburg’daki siyasi faaliyetlerinden dolayı Almanya’ya kaçmak zorunda kalır ve 1917’ye kadar da Rusya sınırları dışında yaşar. Bu süre içinde, Rosa Luxemburg, Clara Zetkin ve Karl Liebknecht ile tanışır ve Alman Sosyal Demokrat Parti içinde çalışmalar yürütür. 1913 yılında Nadejda Krupskaya, İnessa Armand ve Konkordiya Samailova, kadın işçilere yönelik olarak Rabotnitsa (Работница / Kadın İşçi) isimli bir gazete kurarlar ve Kollontay da bir yandan yazıları ile bu gazeteye katkıda bulunur. 1915 yılında yeniden Bolşeviklerin tarafına geçer. Bundan sonraki süreçte de, Bolşevik Parti’nin önde gelen isimlerinden biri haline gelir. Bir yandan pratikte siyasal mücadelesini yürütürken de, diğer taraftan kadın sorunları üzerine yazmaya ve çalışmaya devam eder. Mesela, 1917 yılında Şubat Devrimi’nden sonraki süreçte, başka kadın aktivistlerle beraber Bolşeviklere ve sendikalara kadın işçilere daha fazla itina gösterilmesi gerektiği ve St. Petersburg’daki çamaşırcı kadın işçilerin grevi konusunda baskı yaparlar. Fakat bu husustaki çalışmaları yüzünden Bölge Hükümeti tarafından hapse atılır. Sonunda Maksim Gorki gibi aydınların araya girmesi ile serbest bırakılır. Ekim Devrimi sonrasında ise, Sosyal Refah Bakanı olur. Bu görevi sırasında; başta kürtaj ve boşanma gibi kadın hakları, çocuk bakımı, mesleki eğitim, kolektif mutfak, ücretsiz anne ve çocuk sağlığı hizmeti gibi faaliyetlerin hayata geçmesi için çalışır. Kadınların oy verme hakkı, kürtaj, boşanma, doğum kontrolü ve eşcinsellik gibi konuları legalize eden yasaların yapılmasına ön ayak olur. Krupskaya ve Armand ile, 1918 yılında Moskova’da toplanan I. Tüm-Rusya İşçi ve Köylü Kadınlar Kongresi’ni organize eden isimlerden biridir. Yine bu üç kadın, Sovyetler Birliği Komünist Parti’nin (SBKP) kadın kolu olan Jenotdel’in (Женский отдел / Jenskiy otdel / Kadın bölümü) kuruluşunda ve çalışmaların yürütülmesinde etkin roller oynarlar. 1921 yılında “İşçi Muhalefeti” grubuna katılması ve yeni Sovyet yönetimini eleştirmeye başlaması nedeniyle gözlerden ırak bir göreve getirilir ve SSCB’nin Oslo Büyükelçisi olarak atanır. Oslo’nun ardından Meksika ve İsveç’de de büyükelçilik görevlerinde bulunur. 1945 yılında Stokholm büyükelçilik görevini tamamlayıp Moskova’ya döner. 1946 yılında Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilir fakat alamaz. 1952 yılında Moskova’da yaşama gözlerini yumana kadar da zamanını anılarını yazarak ve SSCB Dışişleri Bakanlığına belli konularda danışmanlık yaparak geçirir.

Ve üçüncü isim de, Inessa Fyodorovna Armand idir. Nadejda Krupskaya ve Aleksandra Kollontay ile, Ekim Devrimi’ne giden süreçte ve sonrasında ismi en çok anılan kadınlardan biridir. Kadın işçilerin sorunları üzerinden kadınlara yönelik mücadele yürütmesinin yanısıra toplumsal cinsiyet rolleri, kadınlık, erkeklik, evlilik, aile, aşk, cinsellik gibi konularda gelenekleri ve toplumsal dayatmaları tümden reddeden ve devrim ile bunların yeniden tanımlanması gerektiğini savunan bir marksist feministtir. Sovyet kadınları için oldukça önemli bir şahsiyet olmasına rağmen, Lenin ile arasındaki yakın ilişki nedeniyle Lenin sonrası dönemde yok sayılan bir isim de olmuştur. 1874 yılında Paris’te sanatçı bir ailede doğar. Gerçek adı Elizabeth d’Herbenville idir. Babasını erken yaşta kaybeder. Annesinin de üç çocuğa bakmakta zorluk çekmesi nedeniyle ananesi tarafından Moskova’ya götürülür. Halası ve ananesi; Fransız kökenli zengin bir Rus işadamının evinde öğretmen olarak çalışmaktadırlar. İnessa da bu evde yaşamaya başlar ve işadamının çocukları ile birlikte aynı itinayla büyür. Liberal bir ortama sahip bu evde iyi bir eğitim alır. Babasının Fransız annesinin İngiliz olmasından dolayı Fransızca ve İngilizce’yi akıcı bir biçimde konuşmasının yanında, Armand’ların evinde aldığı eğitim sayesinde Rusça ve Almanca’yı çok iyi bir biçimde öğrenir. 1893 yılında, evin oğullarından biri olan Aleksandr Armand ile evlenir ve bu evlilikten beş çocuğu olur. Bu arada, aynı zamanda öğretmenlik de yapmaktadır. Politika ile ilgisi ise, eşinin kardeşi Boris Armand’ın devrimci fikirlerinden etkilenmesiyle başlar ve böylece politik okumalarına ağırlık vermeye başlar. Onu, sosyalist ve feminist fikirlere yönlendiren başlıca eser ise Çernişevskiy’nin Ne Yapmalı? kitabı olur. Bu kitap aynı zamanda, İnessa’nın hayatındaki -belki de- en önemli kişi olan Lenin’in de başucu kitaplarından biridir. Ayrıca, yine eşinin kardeşlerinden biri olan Vladimir Armand ile de yakın bir ilişki içinde olan İnessa, Moskova Üniversitesi’nde okuyan Vladimir sayesinde devrimci öğrencilerle tanışır ve devrimci hareketlerle ilk irtibatını kurmaya da başlar. 1903 yılında RSDİP Üyesi olur. 1904 yılında eşinden boşanır ve Vladimir Armand ile bir ilişkiye başlar. Bu arada politik mücadele içine bir hayli de girmiştir. Ekim Devrimi öncesi dönemde siyasal hareketlerin içinde faal bir biçimde faaliyet gösteren tüm isimler gibi; kah Rusya sınırları içinde gizli polis ve cezaevi gölgesi altında kah Avrupa’da diğer sürgün politik şahsiyetlerle geçen bir süreci deneyimler. 1909’da Vladimir’in ölümü sonrası, 1910 yılında Paris’e gider. O dönemde hem Bolşeviklerden hem de Menşeviklerden oluşan ciddi bir kitle de Paris’tedir. Siyasal mücadelesi içinde eserlerini okuduğu ve hayran olduğu Lenin ile Paris’te tanışır. Bu tanışmadan sonra hemen hemen hiçbir zaman da ayrılmazlar artık. Yaygın bir kanıya göre, Lenin ile aralarında romantik bir aşk ilişkisi gelişmiştir. Fakat, bu sav doğru olsun ya da olmasın; Lenin’de İnessa’nın oldukça önemli bir yeri olduğu açıktır. Ayrıca, Lenin’in İnessa’ya verdiği bu değerin yanında, İnessa ve Krupskaya yakın bir arkadaşlık ilişkisi de sürdürebilmiş iki kadındır. 1917 yılında Ulyanovlar ile birlikte İnessa Armand da Rusya’ya döner. Ekim Devrimi öncesi ve sonrasında İnessa Bolşevik Parti’nin altında, Lenin’in yanında devrim için mücadele yürütür. Ekim Devrimi sonrasında ise Sovyetler Birliği’nin inşası için çeşitli görevler alır. 1918 yılındaki I. Tüm-Rusya İşçi ve Köylü Kadınlar Kongresi’nin düzenlenmesinde başı çeken isimlerden biri olur. 1919 yılında kurulan Jenotdel’in başına geçer. 1920’de Kafkasya bölgesine yaptığı bir seyahat sırasında koleraya yakalanır ve hayata veda eder. Cenazesi Moskova’da yapılır. Mezarı da, Clara Zetkin’in ve Nadejda Krupskaya’nın da mezarlarının bulunduğu Kremlin Duvarı’nın Kızıl Meydan’a bakan tarafta ve Lenin’in mozolesinin iki yanında konumlandırılmış nekropolistedir.

Sonuçta, bittabi ki Rus coğrafyasının yetiştirdiği devrimci kadınlar sadece bu üç isim ile sınırlı değildir. Özellikle, 1860’larda başlayıp 1930’lara kadar süren siyasal ve toplumsal muhalefet alanında politik duruşlarının yanısıra kadınlar ve hakları için de mücadele yürütmüş birçok kadının ismini anmak mümkündür. Mesela; Anna Filosofova, Nadejda Stasova, Anna Şabanova, Mariya Trubnikova, Anna Engelhardt, Mariya Spiridonova, Yevgeniya Konradi, Fanya Kaplan, Natalya Sedova, Larisa Reisner, Anastasiya Bizenko, İrina Kaçovskaya, Olga Şapir, Yevgenina Çebişeva, Yevgenina Avilova, Sofiya Panina, Vera Zasuliç, Rosaliya Zemlyaçka, Sofiya Perovskaya, Natalya Şeremetova, Mariya Volkonskaya, Yekaterina Trubetskaya, Vera Figner, Sofiya Ginsburg, Yekaterina Kuskova, Ariadna Tırkova, Anna Kalmanoviç, Mariya Boçkareva, Nina Krilova, Vera Karelina, Anna Yevreynova, Aleksandra Artyuhina, Anna Milyukova, Yekaterina Şepkina, Lübov Gureviç, Mariya Çehova, Zinayda Miroviç, Mariya Pokrovskaya, Yelena Stasova, Mariya Blandova, Ludmila Ruttsen, Konkordiya Samoilova, Klavdiya Nikolayeva, Praskovya Kudelli, Sofiya Smidoviç, Polina Jemçujina, Anna ve Mariya Ulyanova gibi yaşadıkları çağda kızkardeşleri için hayli önemli mücadeleler vermiş ve bunların bedellerini de çok çeşitli zorluklarla karşılaşarak ödemiş birçok kadın daha eklenebilir bu listeye elbette. (3) Bu tablonun yanında üzücü olan ise hemen hemen iki yüzyıllık bir geçmişi olan Rus kadın hareketinin Sovyetler Birliği’nin kurulmasından sonraki dönemde uğruna mücadele verdikleri hakların hepsine kavuşamamaları ve eksikliğini çektikleri hususları elde etmek için mücadele etmek yerine onlara verilenlerle yetinmeye çalışıp sessizliğe gömülmeleridir. 1920’lerde verilen haklar 1930’larda geri alınır. Ekim Devrimi’nin ardından 1920’lerle birlikte zaten tek siyasal-yönetsel kurum olarak SBKP’nin varlığından dolayı tüm feminist örgütler, dernekler kapatılmıştır fakat 1930’da bu sefer de Jenotdel kapatılır. Hatta, yine 1920’lerde yasal olan kürtaj 1930’da yasaklanır ve önceden daha kolay olan boşanma süreci de zorlaştırılır. Sovyetler Birliği’nin ilk anayasası kadınlara gereken tüm haklarını vermiş ve eşit ve özgür koşullar altında yaşamalarını garanti altına almayı taahhüt etmiştir. Velakin, 1930’larla birlikte Parti ve bürokrasinin orta ve üst kadrolarına yerleşmiş erkekler, kadınlarla bu mevkileri paylaşmak istemezler ve kadınlara yönelik eşitlikçi yaklaşım sadece propaganda afişlerinde ve belli günlerde dile getirilen nutuklarda, demeçlerde kalır. Eşitlik ilkesi gereği kadınlar erkekler ile aynı işlerde, aynı koşullarda çalışmaktadır ama aynı zamanda ev-içi emek ve aile bakımı da yine kadının yükümlülüğündedir. Diğer bir taraftan, kadınların gündelik hayatlarının her alanında seksist yaklaşımlardan eviçi şiddete, fiziksel ve/veya psikolojik tacizden çevre baskısına kadar çok çeşitli ataerkil unsurların ise varlığını sürdürdüğünü söylemek de maalesef ki mümkündür. Ayrıca, feminizmin de bütünlüklü olarak bir burjuva ideolojisi olarak görülüp de başta SBKP olmak üzere tüm Sovyet kurumları tarafından külliyen reddedilmesi ve düşmanlaştırılması da Sovyet kadınlarının ihtiyacı olan alanın da kapatılmasına yol açmıştır. Ve zaman içinde de Sovyet coğrafyasında yaşayan kadınlar kendi iradeleri, kararları, seçimleri, tercihleri, redleri, direnişleri olmadan sadece kendisine söylenileni yapan salt bir beden olarak varoluşlarını kurmaya ve bunun üzerinden de yaşamlarını sürdürmeye başlarlar. Bugün de, Rus coğrafyasındaki kadınlar annelerinden, ananelerinden kendilerine miras kalan bu nosyonu büyük bir itina ile yerine getirmeye çalışmaktalar elbette. Son olarak da, dünyanın her yerindeki kadınlara atfen Vera Pavlovna’nın, ünlü “Dördüncü Rüyası”nda da belirttiği gibi:

Bir insan, tam anlamıyla kendisine eşit olan başka bir insanla rahat edebilir sadece. İnsan kendisinden daha alt seviyede olan bir kimse ile sıkılabilir. Tam anlamıyla neşelenebilmesi için kendisiyle eşit olan kimselerle görüşmesi, eğlenmesi gerek. O nedenle benden önce erkek, aşkta gerçek mutluluğun ne demek olduğunu bilmiyordu. Benden önce hissettikleri şey mutluluk değil, yalnızca ani bir sarhoşluktu. Bu duygulara “mutluluk” ismini vermeye değmez. Ya kadın? Benden önce kadının hali ne kadar acıklıydı! Kadın, daima emir altında, köle gözüyle bakılan bir yaratıktı. Kadın, sürekli korku içinde yaşıyordu, ben olmadan, aşkın ne demek olduğunu yeterince bilmiyordu. Korku varken, aşk olmaz. Bunun için benim ne olduğumu tek bir deyimle anlatmak istersen “hak eşitliği”dir diyebilirsin. […] Hak eşitliği sayesinde içimdeki özgürlük duygusu doğmuştur ve bu duygu olmazsa, ben de yokum. (4)

 


Kaynakça:

  1. Boris Andreyeviç Pilnyak, 1930, Volga Nehri, Hazar Denizine Dökülür / Борис Андреевич Пильняк, Волга впадает в Каспийское море, 1930 г., http://ruslit.traumlibrary.net/book/pilnyak-ss06-04/pilnyak-ss06-04.html. “Yoldaşlar! – dedi İvan. – Dün gece uyumadım ve kadınlar üzerine düşündüm. Siz de düşünün, yoldaşlar. […] Kadınların nasibine düşenler oldukça çetin, daha erken yaşlanıyorlar, kuvvetleri daha az, çocuklar sürekli kollarında, ama ücretleri aynı. Kadınlar bizden daha iyiler, erkekler. […] Kadınlar hakikaten de kendi kendileri için ayağa kalktılar.”
  2. Rusça’da “Rus” kelimesine karşılık gelen iki kelime mevcuttur. İlki “russkiy” (русский) idir ve esas olarak ırksal olarak “Rus” olma halini anlatır ve köken olarak da Slav/Ortodoks nitelikleri de barındırabilir içnde. İkincisi ise, “rossiyskiy” (российский) idir ve esasında “Rusyalı” manası gelip Rus coğrafyasında yaşayan tüm halkları belirtmektedir. Misal; Rusya Federasyonu’nun Rusçasında bu ikinci kelime kullanılmaktadır: “Rossiyskaya Federatsiya” (Российская Федерация) şeklinde. Bu yazıda da, kullanılan “Rus” sözcüğünden anlaşılması gereken de bu ikinci kelimedir.
  3. Daha çok isim ve ayrıntılı bilgi için bkz.: Norma C. Noonan & Carol Nechemias, 2001, Encyclopedia of Russian Women's Movements, Westport, CT: Greenwood Press; Marianna Muravyeva and Natalia Novikova, 2014, Women’s History in Russia: (Re)Establishing the Field, Newcastle: Cambridge Scholars Publishing; Barbara Evans Clements, 2012, A History of Women in Russia : From Earliest Times to the Present, Bloomington: Indiana University Press; Linda Edmondson, 1992, Women and Society in Russia and the Soviet Union, Cambridge: Cambridge University Press; Richard Stites, 1991, The Women's Liberation Movement in Russia: Feminism, Nihilism, and Bolshevism - 1860-1930, Ann Arbor, Michigan: MPublishing; Natalia Lʹvovna Pushkareva, 1997, Women in Russian History: From the Tenth to the Twentieth Century, trans. Eve Levin,  Armond, New York: M.E. Sharpe; Barbara Alpern Engel & Clifford N. Rosenth, 1992, Beş Kızkardeş: Beş Narodnik Kadının Anıları, İstanbul: Ataol Yayıncılık.
  4. Nikolay Çernişevski, 2011, Nasıl Yapmalı?, çev. H. İlhan, Ankara: Alter Yayıncılık, s. 503-504.

 

 

 

Bu haber toplam 12835 defa okunmuştur
Etiketler : ,
Gaile 441. Sayısı

Gaile 441. Sayısı