1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Ekmek Kadayıfı…
Ekmek Kadayıfı…

Ekmek Kadayıfı…

Ekmek Kadayıfı…

A+A-

 

Dr. Hale EREL
[email protected]

   Küçükler, çok küçükler. ''Anne masal anlat'' dedikleri zamanlar, gerçekten küçükler. Bir yandan masal anlatır bir yandan kahvemi içerken ''uyusalar da ben de uyusam'' diye gözlerinin içine baktığım o günler. Her akşam başka bir masal, her akşam başka bir macera.

“En güzel ekmek kadayıfını babam yapardı” diye başladım bir akşam masala. İki çift göz bana bakıyor, kıkırdıyor, ben onların ilgisini yakaladığımı anlıyorum.

“Eski ramazanları her hatırladığımda burnumun direği sızlıyor'' diye devam ediyorum. Nasıl sızlamasın, karagöz - hacivat maceralarını, yüzük çevirme oyunlarını babam anlattı bizlere, herkesin sırayla bir fıkra anlattığı ramazan gecelerini dinledik annemden, ama “sizin evde televizyon yok muydu” diye sözlerini kestik, aklımız almadı hayalimize sığamadı. ''Televizyon yok muydu?'' dedi hayretler içindeki minik ses;  ''bizim vardı'' dedim; ama ''dedenizin yokmuş.''

Bizim evde ramazanlar bir başka olurdu, oruç tutsun tutmasın, yaşı büyük veya küçük okullu veya evde, herkes ama herkes aynı anda masanın çevresinde hazır olmak zorundaydı, yoksa eksik olurdu o masanın tadı. Böyle gelmişti, babam böyle istemişti. Annem de bunu bize böylesine kabul ettirmişti. Kimsenin bu saatte işi olamaz, dersi bitmiş olmalıydı.  Bazen misafirlerimiz de olurdu tabii ki ve işin en keyifli kısmı hep bana kalırdı. Kaç kişi olduğumuzu saymak ve bunu anneme söylemek çatal bıçağı masaya yerleştirmek çok önemli bir görevdi o günlerde. Yemek masasında ciğer varsa herkes bilirdi ki halam bizimle birlikte, herse varsa nenem ve dedem yemeğe gelmiş-aslında bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar sayılı günler bu günler, biz hep neneme dedeme giderdik-  dedem varsa oralarda, yoğurtsuz masaya oturulmaz. ''Herse ne ?'' dedi uyukulu bir ses, buğdaydan yapılan etli bir yemek dedim, pişince karıştırırsın dövercesine bundan dolayı da dövme de deniyor buralarda.

Ah o günler ah. Uzun bir masa hazırlanır bahçeye, yaseminin yanına uzayan giden. Bir yanda limon ağacı vardır, üstümüzde de asma ağacı.  Çorbasız olmayan, pilavsız yenmeyen, tatlıyla biten ne güzel günlerdi. Her kafadan bir ses çıkacak ama önce iftar açılacak, çorbalar bitecek sonra konuşulacak. Ben mutlaka büyükleri taklit ederdim elimde zeytin hazırda beklerdim. Ve en çok da tatlıyı gözlerdim.  Ekmek kadayıfı. Kimse babam gibi yapmamıştır bu güne kadar. Pişerken evin içine dağılan çiçek kokusu ile, karamelize olmuş şeker kokusu karışıp dayanılmaz bir iz bırakıyordu çocukluğumun en derin yerinde,  ramazanın geldiğini hatırlatıyordu. Bir tören gibiydi evde ekmek kadayıfı pişirmek. O zamanlar, bugünkü gibi pişmiş hazır satılmazdı ekmek kadayıfı. Ekmek kadayıfının iki yaprağını tepsilere yerleştirir alt ve üst olarak ayrı ayrı ocağın üstünde pişirirsin, şerbetini iyice çekmesini sağlarsın, bunlar bir kenarda soğumayı beklerken, taze tuzsuz nor farklı bir kapta iyice ezilir, içine bol tarçın ve şeker ilave edilir ve iyice karıştırılır. Soğumuş ekmek kadayıfının bir tarafının üstüne bu şekerli tarçınlı nor iyice yayılır ve pişmiş hazırlanmış ekmek kadayıfının diğer kısmı, bu nor yayılmış diğer ekmek kadayıfının üstüne kapatılır. Arası, bol tarçınlı bol norlu bir tatlı. Çocukluğumun tatlısı, yıllardır bir daha tadına bakmadığım tatlı. Buralarda ‘nor'a lor deniyormuş. Tatlı yapmak için günlerce nor aradığımda, kimse ne dediğimi anlamamıştı; böylece öğrenmiştim nor ve lorun aynı şey olduğunu. Nor börekleri, pirohular nenemde yediğimiz unutulmaz lezzetler.

''Çok özledim, çok.''. Yemekten sonra babam ve annemle camiye gitmeyi, her sene caminin aynı köşesinde oturan kadınların birbirleri ile aynı konuşmaları tekrarlamalarını, ''iyi ki şu ramazan var da görüyoruz birbirimizi'' demelerini, son namaz gecesinde herkesin helalleşmesini gerçekten çok özledim. Ne kadar şaşırmıştım babam bizi cami kapısında bırakıp kaybolunca o ilk defa camiye gittiğim gece, ne kadar korkmuştum, soran gözlerle nasıl da bakmıştım anneme. ''Kadın ve erkek aynı yerde oturamaz'' demişti. O günlerde kafamın içindeki hesaplamaları hala hatırlıyorum. ''Kadın ve erkek evde birlikte ama biz birlikte geldik'' demiştim. Selimiye camii çocuk gözlerime ne kadar büyük ve ulaşılmaz görünüyordu. Önce kilise sonra cami olarak neredeyse bin yıldır ayakta durmaya çalışan o devasa yapı Lefkoşalıların gözbebeğiydi.
Arife gecesi namaza gitmezdik. Bu bir kuralmış, zaten ne çok işimiz olurdu o akşam. Yıkanmış bembeyaz, sakız gibi çarşafların içine girebilmek için hepimiz kaynar sudan geçmek zorunda kalırdık. Saçlarımı ya iki örgü yapar veya tülbentle sarardı annem, bayram sabahı güzel olsun diye. O kıvır kıvır saçları biraz düzeltmek için saatlerce beklerdim annemin veya ablaların kapısında. Hepimiz ne çok yorulurduk köşe bucak evi temizlemek için; bayram sabahı erken başlardı bizim evde. Bayram sabahı erkenden kalkmak, ezanı radyodan dinlemek ve babamın eve geleceği saati tahmin etmeye çalışmak ayrı bir telaştı. Sanki babamı ilk defa görüyoruz, evin en kıymetli misafiri gelmiş gibi hazırdık kapıda. Ben gece yatağımın yanına çektiğim sandalyeye sıraladığım elbisemle ayakkabılarımı giyer, ayakta hazır beklerdim, yeni olduğunu herkes farketsin isterdim. Bayram, bahçe kapısından giren araba sesiyle başlardı aslında. Babam, bayram namazından dönmüştür. Kapıyı annem açar, babamın elini öper, biz sırada beklerdik. Sonunda günlerdir hazırlandığımız bayram başlamıştır.
Bayram sabahı yenilen ciğer, içilen çorba; hala tadı damağımda. Gelen, giden, el öpen, nasıl bir karmaşa, kendimi kaybettiğim o tatlı telaşın içinde, lüle lüle olan saçlarımı herkes görsün diye başımı sallayıp gezmelerim tam bir çocuksu haller. Babaannemin eline geçirdiği kumaşlarla yaptığı etrafı dantelli o güzelim mendillerin bayram hediyesi olduğu, içimi sızlatan, ruhumu ferahlatan günler. Öğlen yemeğindeki kurulan masalar, bazen bir, iki, üç sığmayız odalara. Babam yaptığı ekmek kadayıfını ister yemek sonunda, annem şekeri biraz bol oldu der; ne de olsa onun güllacı öyle meşhurdur ki, herkes bilir. Ben bir dilim yerim, tepsinin altında arta kalmış şerbetli nor zaten benim. Ah baba ah, ne çok özledim ekmek kadayıfını.

Ben anlatıyorum ama bakıyorum ki minik gözler çoktan uykuya dalmış, haydi bakalım diyorum, yarın akşam başka birşeyler buluruz, bu akşam bu kadar.

Bu haber toplam 2930 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 117. Sayısı

Adres Kıbrıs 117. Sayısı