1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. EKONOMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER – 3
EKONOMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER – 3

EKONOMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER – 3

EKONOMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER – 3

A+A-


Mertkan HAMİT
[email protected]

Piyasa Ekonomisi

Ekonomi üzerine hemen herşey bugün pazar ve pazarın dayattığı akıla göre yorumlanıyor olması alternatif bir ekonomik düşünecinin oluşmasındaki en büyük bariyeri oluşturur. Öyle ki , ben bu satırları yazarken, Türkiye’de malum Gezi Parkına Alışveriş Merkezi yapılması projesine karşı başlayan direnişi de bundan ayıramayız. Şu sıralar verilen mücadele süreç içinde hangi safhaya varır bilinmez fakat Türkiye’de direnişi AKP’nin öncülüğünde piyasanın dayattığı faşizme karşı bir direniş olarak da okuyabiliriz.
Piyasanın Zaferi
‘Piyasanın dayattığı faşizm’ aslında geleneksel liberalizm ve sosyalizm tartışmasının aksine bir iddiayı da dillendirilmektedir. Biraz da geçmişi deşersek, ekonomide otoriter davranmakla suçlanan tarafın sosyalist ekonominin savunucuları olduğunu hatırlayabiliriz. Özellikle, liberal ekonomi savunucularına göre devletin müdahale yetkisini savunmak, ekonomide karar verici olmasını talep etmek kabul edilebilir değildir. Serinin bir önceki yazısında belirttiğim gibi, özellikle Sovyetlerin planlı ekonomide pazarı hiçe sayarak merkezi bir ekonomi oluşturma girişimlerinin olumsuz sonuçları bu iddiaları kuvvetlendirmiştir.
Adil ekonomik paylaşımı sağlamak adına, piyasanın tamamen ortadan kaldırılmasının yarattığı dengesizlik, kelebek etkisi biçiminde Sovyet ekonomisini içinden çıkılmaz dev bir bürokratik makinaya dönüştürmüş, onu tamamen işlevsiz kılmıştı. Bunun üzerine, piyasa ekonomisi savunucuları, piyasayı iyi çalışan bir demokrasiye benzeterek, pazarın insanların hür iradelerine yani taleplerine karşılık verdiğini vurgulamıştır. Özel girişimciler sayesinde ekonominin ikamesini kolaylaştırdığını iddia etmiştir. Pazar ekonomisini savunan birçok ekonomist, pazardan talep yönünde sinyalleri alan girişimcilerin bu sinyallere göre hizmet sağladığını, bunun bir oy verme işlemi olarak görülmesi gerektiğini savunmuştu. Vurdum duymaz devlet müdahelelerinin ise bahsi geçen bu sinyalleri kendi hedefleri uğruna ciddiye almadığını, bu yüzden de demokratik olmayan bir algıyla hareket edenlerin tercihi olabileceği belirtilmekteydi. Ekonomik meselelerde devletin halkın taleplerinin toplu bir biçimde temsil edemeyeceğini kabul eden bu yaklaşım, devletin ekonomiye müdahale hakkını diktatöryal bir rejime benzetmekteydi.
Sovyetlerin gerilemesiyle, sovyetik diktatörlükler yıkılırken dönemin liberal ekonomistlerinin demokrasi ve Pazar ekonomisinin tek ve bütün bir kavram olduğuna dair fikri hegemonyanın merkezini oluşturmayı da başardı. Bu da batıda alternatif ekonomik bir algının ortaya çıkmasının önlenmesinde önemli bir rol oynadı. Çünkü demokrasi ile Pazar ekonomisinin bir bütünün parçaları olarak görülmesi, demokrasi ve adaleti beraber kurgulayan Avrupa merkezli sol hareketleri çıkmaza sokmakta, bu yüzden de Batı’dan Doğu’ya Batımerkezli bir kapitalizmin etraflıca hayatımızı kuşatmasına sebep olmaktaydı. Ekonomide bu alternatifsizlik sosyalizme karşı alınan zaferin ete kemiğe büründüğünü ortaya koymaktaydı.

Piyasa Fetişizmi ve Faşizm

Piyasa fetişizmi özellikle 2000’li yılların başında daha yaygın bir biçimde kullanılmaya başlandı. Piyasanın ve onun ayrılmaz parçası olan demokrasinin sürekli bir barış ortamı sağlayacağına dair inanış, bugün yaşadığımız birçok adaletsizliğin ana temasını oluşturdu. Piyasanın üstünlüğü o kadar genel ve kabul edilir bir ilke olarak belirlendi ki, son yıllarda yapılan askeri müdahalelerin dahi mazareti piyasa ilişkileri üzerinden anlatılmak istendi.
Piyasanın merkezindeki ekonomik aktivitenin en etkin ve en adil yöntem olduğuna o kadar inanıldı ki bugün küresel bazdaki adaletsizliklere karşı oluşturulan siyasi ve ekonomik talepler ‘marjinal’ olarak görüldü. Piyasa sinyallerinin kitlelerin taleplerini temsil ettiği ortaya konulmuş olsa da, piyasa mentalitesindeki oy verme işleminin, ‘bir insan bir oy’ mantığından çok uzakta olduğu, gitgide gelişen sermayenin tercihlerindeki farklılaşmaların yaşanmasıyla günümüzde ortaya çıkmıştır.
Serbest piyasa koşulları dahilinde yapılan talepler ‘ekonomik güce orantılı’ bir biçimde gerçekleşmektedir. Bu yüzden de süre içinde ekonomik olarak daha güçlü olan dar grupların talepleri, kitlelerin taleplerinin ötesinde bir baskı olarak geri dönmektedir. Ekonomizmin merkezindeki demokrasi bu sebepten dolayı daha verimli, daha üretken, rakamsal olarak daha büyük bir biçimde vuku buluyorken, ekonominin özneleri olan kitleler bu kavramların içinde görünmez hale gelmektedir.
Bugün İstanbul’da Gezi Parkı’nda başlayan demokrasi merkezli taleplerin paralelinde, Amerika Birleşik Devletleri’nde Zuccotti Park’da işgal hareketinde ortaya konulan biz toplumun %99’unu temsil ediyoruz söylemi de bunun bir yansımasıdır. İnsanların büyük bir bölümünün isteklerinin toplumun küçük bir bölümü tarafından kararlaştırılmasında mevcut kapitalist düzenin hareket noktası olan ‘piyasa’ önemli bir rol oynamaktadır.
Kapitalizmin kendi işleyiş biçimine bağlı olarak piyasayı sürekli daha büyük bir alan olarak kurgulayan ve kar maksimalizmine dayanan bir anlayışın sonucunda birey hızla önemsizleşmektedir. Piyasa’nın kendi kar güdüsüyle kamusal olarak kar getirmeyen bir alanı, kar getiren alışveriş merkezine doğru yölendirmesi için birey ve toplum ihtiyaçlarını görmezden gelmesi ise piyasanın otoriter yüzüdür. Bugün serbest piyasanın kutsal olduğuna ve ona karşı hiçbir müdahaleyi kabul etmeyen anlayışların tümü, ekonomik gücü elinde bulunduran çok küçük bir grubun taleplerinin, sayıca fazla fakat ekonomik olarak güçsüz olan milyonlarca insana dikte edilmesini desteklemektedirler. Bu açıdan yaklaştığımızda görebileceğimiz piyasa fetişziminin aslında piyasa faşizmine dönüştüğü gerçeğidir.
Kuzey Kıbrıs’ta Piyasa Ekonomisi
Yaşadığımız coğrafyada ise piyasa ekonomisi hakkında konuşurken belli gerçekleri yine akılda tutmak gereklidir. Öncelikle çok küçük bir pazardan konuştuğumuz için, ne olursa olsun böylesi bir pazarın devlet desteği olmadan sürekli olabilmesi mümkün değildir. Çoğu sektörde doğal tekel veya oligopol piyasaların oluşması da bu yüzdendir. Bu noktada piyasa ekonomisini tek kurtuluş yolu olarak görenlerin ölçeği dikkate almadan konuyu evrensel doğrular üzerinden algılamaya çalışması bu açıdan son derece büyük bir problemi teşkil etmektedir.
Tamamen serbest piyasa koşullarında çalışabilecek olan piyasa için gerekli olan kurumsal aygıtların da işlevselliğinin güven yaratmamış olması da piyasa ekonomisine tapınmak konusunda ikinci kez düşünmeyi gerekli kılar. Örneğin karma dahi olsa piyasa ekonomisinin sürekliliğini ve ince dengelerini koruyabilmek için gerekli bağımsız kurumlar (Rekabet Kurulu, Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurulu, İstatistik Kurumu gibi) ya yoktur ya da işlevsellikleri konusunda ciddi soru işaretleri barındırmaktadır.
Bu açıdan bakıldığından son otuz yıllık süre içinde bu tarz kurumların dahi oluşturulamamış olması, iktidarların serbest piyasa ekonomisi değil daha çok ahbap çavuş kapitalizmine ve menfaat ilişkilerine dayalı bir ekonomik yapıyı tercih ettiğini göstermektedir.
Ahbab çavuş ilişkilerinden oluşan piyasa ekonomisinde ise reformlarla serbest piyasa ekonomisini inşaa etmeyi denemek - devletin zayıfı koruyacak bir inisiyatif göstermeden yapıldığı durumda - ahbap çavuz kapitalizminde kazanan tarafların daha avantalı olacağı bir serbestlik yaratır. Bu noktada böylesi bir piyasa ekonomisinde güçlü olanın ayakta kalacağını iddia etmek için müneccim olmaya gerek yoktur.
Piyasa ve devlet ikileminin öneminde tüketim ve üretim ilişkileri penceresinden bir dağıtım aracı olarak piyasaya ihtiyaç olduğu açık olsa da, tüm ekonomik karar mekanizmalarında karar verirken, piyasayı merkeze alarak karar vermenin son derece yıkıcı sonuçlar getireceği aşikardır. Bu noktadan hareketle devletin tek başına kutsanmaması gerektiği ama piyasanın dayatmalarına karşı bir karşı-egemenlik alanı olarak görülmesi gerektiği unutulmamalıdır.

Bu haber toplam 1307 defa okunmuştur
Gaile 217. Sayısı

Gaile 217. Sayısı