“Ekonomik belirsizlik bireyin adil dünya inancını yitirebiliyor, gayri meşru yollara itebiliyor”
Adaya gelen Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyeleri Prof. Dr. Çevik ve Prof. Dr. İlhan YENİDÜZEN’e konuştu
Didem MENTEŞ
Ülkede yaşanan ekonomik belirsizlik toplum bireylerinde strese sebep olurken, stresin bedensel ve ruhsal rahatsızlıklara neden olduğu belirtildi.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülkadir Çevik, belirsizliğin çaresizliğe, şiddete, cinayetlere, gayri meşru yollara sapmaya kadar varabildiğini belirterek, bunalımı aşmak için halka güvence verecek bir yönetimin iş başında olması gerektiğini vurguladı.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Alkol Bağımlılığı Tedavi Birimi öğretim üyesi Prof. Dr. İnci Özgür İlhan ise ekonomik sıkıntının temelde insanlar için adil dünya inancını zayıflattığını dile getirdi.
Sağlık Bakanlığı ile Ankara Üniversitesi arasında imzalanan protokol gereği daha önce Lefkoşa Barış, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde incelemelerde bulunan Prof. Çevik, hastanenin mevcut haliyle tedavi vermeye uygun olmadığını, bir hapishaneye benzediğini söyledi.
10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü dolayısıyla Kıbrıs’ı gelen Prof. Dr. Abdülkadir Çevik ve Prof. Dr. İnci Özgür İlhan, YENİDÜZEN’e değerlendirmelerde bulundu.
“Barış, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi bir depo hastane, hapishane gibi bir şey. Tedavi bu şekilde olmuyor. Hastanede çok kronik olup da bakım isteyen hastalar olduğu için bu sağlık personelinin de motivasyonunu bozan bir durumdur. Bu nedenle hastanenin kesinlikle boşaltılması gerekir. Bu hastalar burada olursa tedavi yapamazsınız. Tedavi olabilecek hastaları almamız lazım. Bunlar bakım hastalarıdır. Bakım hastaları için ayrı kurumlar olması lazım”
“Barış, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi hapishane gibi…”
- YENİDÜZEN: Lefkoşa Barış, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin yeniden yapılandırılması için Eylül ayında Sağlık Bakanlığı ile Ankara Üniversitesi arasında bir protokol imzalandı. Ankara Üniversitesi Ruh Sağlığı Anabilim Dalı’nda bu yöndeki çalışmaların yürütülmesi için oluşturulan koordinasyon kurulunun koordinatörlüğünü yürütüyorsunuz. Bu çalışmalarla ilgili bilgi alabilir miyiz?
- Prof. Çevik: “Sağlık Bakanı Filiz Besim, hastanenin durumunu gördükten sonra hastanede emeği olan Prof. Dr. Vamık Volkan’ın gelip görmesini istedi Vamık hoca hastanenin durumunu görünce çok üzüldü, hastanenin hapishane olduğunu söyledi. Filiz Hanım, Vamık hocadan yardımcı olmasını istedi ancak Vamık hoca yapamayacağını söyledi. Vamık hoca, Filiz hanıma benim adımı verdi. Vamık hoca beni arayarak telefonumu Sağlık Bakanı’na verip veremeyeceğin sordu. Vamık hoca benim de hocam ve ona ‘hayır’ diyemem. Onun üzerin Filiz Hanım beni aradı. Durumu görmek için hastaneye geldim, 2 gün gezip gördüm. Hakikaten Vamık hocanın dediği gibi Barış, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi bir depo hastane, hapishane gibi bir şey. Tedavi bu şekilde olmuyor. Hastanede zeka geriliği, bunamış hastalar ve çok kronik olup bakım isteyen hastalar olduğu için bu doktorların, psikologların ve hemşirelerin de motivasyonlarını bozan bir durumdur. Sağlık ekibi bir sonuç olmasını ister ki motive olsun. Böyle ortamda onlar da ister istemez demoralize (moral bozukluğu) oluyor. Bu nedenle Barış, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin kesinlikle boşaltılması gerekir. Bu hastalar burada olmaz, burada olursa tedavi gibi bir şey yapamazsınız. Tedavi olabilecek hastaları almamız lazım. Bunlar bakım hastalarıdır. Bakım hastaları için ayrı kurumlar olması lazım. Bunlar olurken de yavaş yavaş TV programlarıyla kamuoyu oluşturarak, bu hastaların evlerinde veya bir bakım evinde bakımlarının yapılması daha doğru olacağı, hastane hayatının bunların hayatını daha beter yapacağını, ailelere bunun bildirilmesi gerekiyor. Birçok ülkede ailelere maddi yardım yapılarak bakımı yapılıyor. Ayrıca bu hastane boşaltıldıktan sonra buradaki psikiyatrisiler, psikologlar, hemşirelerin en azından bilgi ve görgülerini artıracak şekilde Ankara’daki kliniğimizde bir süre kalsınlar. Aktif olarak bizim doktor ve hemşirelerimiz ne yapıyorsa onlar da katılıp, yapsınlar. Ve bunun üzerine Ruh Sağlığı Anabilim Dalı’ndaki Akademik Kurulu’nu topladım onlar destek verdi, üniversitenin dekanı ve rektör ile görüştüm olumlu karşıladılar. Daha sonra Sağlık Bakanı Filiz Hanım’a haber verdim. O da Ankara’ya gelerek bizim kliğini gördü, hoşuna gitti. Eğitim bakımından ve tedavi işlevleri bakımından bizim klinik Türkiye’de bir numara. Daha sonra Sağlık Bakanlığı ile bir protokol imzaladık. Protokol gereğince bu işin koordinatörlüğünü üstlenmiş oldum. Bunun üzerine Prof. Dr. İnci Özgür İlhan ile birlikte Kıbrıs’a geldik. İnci hanım bir seminer verecek. Bundan sonraki süreçte de Barış, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde gelecek olan personelleri bekliyoruz. Bizim kliniğimizde ne yapılıyor, nasıl tedaviler uygulanıyor bunları görmeleri bakımından önemli bir şey. Bugün de 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü. Bugün de böyle bir şeyin başlatılmasının hoş bir esprisi olacağını düşündük.
“Madde bağımlılığı toplumsal sorun”
- YENİDÜZEN: Bugün 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü ve bu yıl ki tema “Değişen Dünyada Gençler ve Bağımlılık”. Siz bugüne yönelik neler söyleyecek siniz?
- Prof. Özgür: “Öncelikle bağımlılık konusunda düzenli verileri tutmak çok önemlidir. Şuanda Türkiye Sağlık Bakanlığı genelinde de dağılmış olan ana temlerden veriler elde ediliyor. bu verilere göre ön plandaki bağımlılık maddelerinden esrar geliyor. Esrar bağımlılığı gençlerde yeterince önemsenmediği, esrarın sanki bağımlılık yapmadığı bir madde şeklinde ele alındığını görüyoruz. Bu şekilde bu konuya tolerans göstermek sorunu daha da büyütüyormuş gibi görünüyor. Kesin rakamlar veremeyeceğim ama madde kullanımında artış olduğu, gençler arasında daha kabullenilir hal aldığı gözlemlerimiz arasındadır. Madde bağımlılığı tek bir nedenden gösterilemez. Psikiyatrik durumlar için ise hiç söz edilmez. Aslında biz biyopsikososyal bir modelden bahsediyoruz. Yani sorunun hem biyolojik hem psikolojik hem de sosyolojik boyutu var. Bu model için de biyolojik bazı risk etmenlerinden söz ediyoruz. Psikolojik risk etmenleri… Psikolojik risk etmenleri diyince aklımıza bazı davranış özellikleri geliyor. Özellikle gençlerde çok ön plana çıkana davranış özellikleri, dürtüsellik, risk alma gibi… Gözü karalık, maceracılık gibi özellikler daha çok ergenlik döneminde göz önünde olan özellikler ve bunlar risk oluşturuyor. Bir de sosyal risk etmenleri var ki bağımlılık sosyal bir soruna yaygınlık açısından hem de risk etmenlerini düşündüğünüzde madde kullanım olanakları sosyal ortamlar hazırlıyor. Maddenin ulaşılabilirliği, temin edilebilirliğinden seminerimde söz edeceğim. Aile içi çatışmalar, aile içi ilişkiler, anne baba tutumları, tek ebeveynli aileler ve arkadaş çevreleri de daha çok madde kullanıma başlanmasında etkili. Madde bağımlılığı tek boyutu ile ele alınacak sorun değil, çok boyutlu sorundur. Ama sosyal risk etmenlerini iyi tanırsak da Bakanlık düzeyinde, ülke düzeyinde bazı önlemleri almak daha etkili olabilir. Seminerde, klinik durumlardan bahsedeceğim. Acile alkol veya madde kullanımı ile gelen hastalara, tıbbı olarak nasıl müdahale edilir. Genel olarak yaklaşımdan da söz edeceğim. Şöyle; hem toplumun madde kullanımı olan gence veya kişiye yaklaşımı hem kliniklerde bizim yaklaşımımız ne olmalıdır. Sigmatizasyon yani damgalanma sorunu diyoruz. Alkol bağımlılığında da çok önemli bir toplumsal sorun olarak karşımıza çıkabiliyor”
“Devlet madde bağımlılığına göz açtırmamalı”
- Prof. Çevik: “Göçler demografik yapının değişmesi, toplumsal hareketliliğin artışı, iletişim imkanlarının da (sosyal medya) da etkisi var. Çünkü bir kısmı merak uyandıran şeyler. Ve özellikle kalabalıklaşma, ekonomik durumdan dolayı ailelerin yer değiştirmesi, yabancılaşma etkilidir. Gençler bu yabancılık duygusundan bir an önce kurtulmak için de akran etkileriyle veya sosyal medya aracılığıyla kendilerine değişik yollarla buldukları bağımlılık yapan maddelere ulaşabiliyorlar. Tabi ki burada ailelere görev düşüyor ama devlete ve güvenlik güçlerine çok görev düşüyor. Çünkü devlet isterse bunlara hiç göz açtırtmaya bilir. Yani farkında olamadan devletin içinde de göz yuman bazı birimler olabilir. Bu iş göz yumulacak bir şey değil, bunu bilmemiz lazım”
Prof. Çevik: “Stres yapan faktörlerden en önemlisi belirsizlik, gelecek kaygısı… Stres sonucunda bireylerde ve toplumlarda bedensel ve psikolojik rahatsızlıklara kadar değişik tepkiler gelişebilir. Şiddete, çaresizliğe, öfke kontrolü zorluğuna, cinayetlere, gayri meşru yollara sapma durumları içerebiliyor. Ekonomik bunalımı aşmak için de güvence verecek bir yönetimin iş başında olması mutlak gerekiyor”
“Belirsizlik en büyük stres kaynağıdır”
- YENİDÜZEN: Türkiye’de olduğu gibi Kıbrıs’ın kuzeyinde de bir ekonomik sıkıntı yaşanıyor. Bu sıkıntı toplum bireylerini psikolojik açıdan nasıl etkiler?
- Prof. Özgür: “Ben ekonomiden anlamam ama ekonomistlerin anlatımı sonucu bazı temel şeyleri anladığımızı sanıyorum. Türkiye’yi bugüne getiren süreç açısından kendi üretimini yapmadığı, ithal ürünlere 1970’lerden daha fazla bağımlı olduğu görülüyor. Türkiye ekonomisinin ithale dayalı geliştiği söyleniyor bu da ülke içerisinde fazla bir üretim yok demektir. Üretime yönelik sektörlerin çok şişirildiği söylendi. Bu balon patlayacak dendi, bu balon patladı mı patlamadı mı şuanda tartışılıyor ama günlük yaşamda patlayan bir şeyler var. Benim gelir durumumu çok etkiliyor. Ben zaman zaman umutsuzluğa düşebiliyorum. Kendime umut vermeye çalışıyorum ama eskisinden daha zor.
Prof. İlhan: “Ekonomik durum benim gelir durumumu da çok etkiliyor. Umutsuzluğa düşebiliyorum. Psikolojide adil dünya anlayışı diye bir şey vardır. İnsanlarda temelde bir adil dünya inancı toplum açısından da umut yaratan bir şey ama bu durumda adil dünya inancını da çok zayıflıyor”
Bundan 10 yıl öncesine göre psikolojik açısından çok daha fazla etkileniyorum. Kendime umut vermekte, çıkış yolu görmekte. En önemlisi ise Türkiye’de yaşanan toplumsal kargaşa içinde bütün sistemde olan değişikliklerle insanlar adalet duygusunu yitiriyor. Psikolojide adil dünya anlayışı diye bir şey vardır. Özellikle sosyal psikologlar bunun üzerinde çok durur. İnsanlarda temelde bir adil dünya inancı toplum açısından da umut yaratan bir şey ama bu durumda adil dünya inancını da çok zayıflıyor. Kıbrıs’ı tam bilmiyorum. Kıbrıs’ın kaynakları Türkiye kadar zengin değil. Deneyimlerime dayanarak şunu çok net söylüyorum; ülke içi üretimin artışına yönelik herkesi de üretime katacak şekilde politikalar geliştirmeliler diye düşünüyorum. Bu biraz psikiyatri aştı ama bakış açım bu. İnsanlar inançlarını yitiriyorlar”
- Prof. Çevik: “Stres yapan faktörler arasında en önemlisi belirsizliktir… Gelecek kaygısı… İki saat sonra ne olacağının belirsizliği en büyük stres kaynağıdır. Stres sonucunda bireylerde ve toplumlarda çok değişik tepkiler gelişebilir. Bedensel hastalıklardan tutunda psikolojik rahatsızlıklara kadar… Şiddet durumuna, çaresizliğe, öfke kontrolü zorluğuna, cinayetlere, gayri meşru yollara sapma durumlarına her türlü tepkiyi içerebiliyor. Aynı zamanda belirsizlik kaotik bir ortamın da oluşmasına yol açıyor. Birileri bir şey yapıyor ama yaptığı yanına kalıyor, hesap soran yok. Kaotik ortam, ne olduğu belli olmayan bir ortam... Özellikle bir adalet anlayışının yok olması çok önemli bir şey. İnsanların adil bir sistemin olduğunu hissederse en azından bir rahatlama hisseder. Ama bunun da olmadığını, insanların kendi inanışlarına göre kayrıldıklarını, liyakate göre bir iş verilmediği, yakınlara göre yapıldığı gibi durumlar ortaya çıkınca bu inançsızlık ve topluma olan güvensizlik ve geleceğine olan ümitsizlik daha çok artar. Ümitsizlik altında depresyonlar da olur. Herkes depresyonu çöküntü içinde yaşamaz, baktığınızda şiddet görüyorsunuz. Çocuklar depresyonu daha çok hareketlenerek, hiperaktif olarak şiddet ortaya koyarak yaşarlar. Büyükler de bazen toplumsal durumlarda öyle reaksiyona giriyorlar ki çocukların yaptığı abuk sabuk hareketler gibi yaparak, depresyonlarını o şekilde gidermeye çalışıyorlar. Bir savunma olarak yapılıyor. Onun için şuanda Türkiye’de ya da Kıbrıs’ta olsun, bu ekonomik kriz veya çıkmaz hepimizi yakından ilgilendiriyor. Çocuklarını okutanlar var. Dövizle kirada oturanlar var. Büyük bir ekonomik bunalım var. Bu ekonomik bunalımı aşmak için de güvence verecek bir yönetimin iş başında olması mutlak gerekiyor”