Ekonomik Kriz: Daha En Kötüsü Gelmedi mi? – 1
Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik kriz herkes tarafından biliniyor ve bunun Kuzey Kıbrıs’a etkilerini de her geçen gün yaşamaktayız
Mustafa YAŞIN
[email protected]
Giriş:
Türkiye’de son 10 yılda yaşanan bolluk ekonomisinin iyi yönetilmemesiyle birlikte gerileme dönemi başladı. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik kriz herkes tarafından biliniyor ve bunun Kuzey Kıbrıs’a etkilerini de her geçen gün yaşamaktayız. Bu yazıda ekonomik temel göstergeleri analiz ederek içerisinde bulunduğumuz durumu anlatmaya çalıştım ve bunu yaparken de sizlere kaynağını belirteceğim birçok veri sundum. Veri bizlere her şeyi anlatmasa da birçok şeye ışık tutar. Kuzey Kıbrıs ekonomisi analiz edilirken, Türkiye’den bağımsız düşünülemeyeceği için, Türkiye ekonomisini de analiz etmeye çalıştım. Yazıyı temelde iki bölüme ayırdım. Birinci bölümde somut ekonomik verilere dayanarak ekonomiye genel bakış yaptım. İkinci bölümde gidişatla ilgili beklentilerimi ve düşüncelerimi yazdım. Yazıda genellikle, Türkiye İstatistik Kurumu (bundan sonra TÜİK) ve KKTC Devlet Planlama Örgütü (bundan sonra DPÖ) verilerini kullandım. Aksi belirtilmediği sürece, verilerin kaynağı Kıbrıs için DPÖ ve Türkiye için TÜİK’dir.
Üniversitede hocalarımız bir ekonomi makalesi kaleme alırken, ekonomiyi hiç bilmeyen birine anlatır gibi yazmamızı isterdi. Burada da bu yöntemi kullanmayı tercih ettim. Bazılarımıza bu yazı basit gelecek ancak karmaşık olan ekonomik ilişkileri anlatmak adına bu yöntemin sağlıklı olduğunu düşündüm. Yazıyı okurken aklımızda tutmamız gereken bir şey vardır. İçerisinde bulunduğumuz kapitalist ekonomik sistemde bir şeyi elde etmek için bir şeyden vazgeçmek gerekir. Örneğin, devalüasyon ve enflasyonun yüksek olduğu bir dönemde düşük faiz oranlarından söz edemezsiniz. Bu yazının amacı KKTC için bir ekonomik program sunmak değildir. Hedefim ekonomide yaşanan anomalilere dikkat çekmek, içinde bulunduğumuz çarpık sistemi rakamsal olarak göz önüne koymak ve beklentilerimi yazmaktır.
Ekonomik Bakış:
- Enflasyon ve Dışa Bağımlılık
‘’Enflasyon bir insanın taşınmasına gerek kalmadan, daha pahalı bir muhitte oturmasını sağlar’’, (J. Paul Getty).
Tablo 1: Tüketici Fiyat Endeksi: Yıllık değişim (Bir önceki yılın aynı ayına göre değişim)
Şu sıralar, hayat pahalılığı canımızı yakan en önemli ekonomik göstergelerden biridir. Yukarıdaki tabloda açıkça görüldüğü gibi Türk parasında yaşanan devalüasyon enflasyon bazında Türkiye’den çok KKTC’yi etkilemektedir. İşyerlerinin maliyetlerini göz önüne alırsak bunun birçok sebebi (örneğin, dövize endeksli kira ve elektrik maliyetleri) olabilir ancak bence bu farktaki en önemli sebep dışa bağımlılıktır. Dışa bağımlığımızı tablo 2’de ki ödemeler dengesine baktığımız zaman açıkça görebiliriz.
Tablo 2: KKTC 2017 Dış Ticaret Dengesi ve İhracatın İthalatı Karşılama Oranı
2017’de milyon ABD$ olarak gerçekleşen dış ticaret dengesi ( ve ihracatın ithalatın sadece %5,94’nü karşılıyor olması, KKTC’nin dışarıya bağımlılığının çok açık ve acı bir göstergesidir. Türkiye için bu oran 2017’de %67 olarak gerçekleşti.
- İstihdam ve Öğrenci Sayısı
Devlet Planlama Örgütü’nün Ekim 2017 hane halkı işgücü anketi sonuçlarına göre KKTC’de kamu sektöründe istihdam edilenlerin sayısı 34,043 kişi olarak tahmin edilmişti. Toplam istihdam içinde kamu istihdamının payı %28 olarak hesaplanmıştır. Türkiye’de kamu istihdamının payı %14. KKTC’de kamuya yansıyan şişkinliğe ek olarak, özel sektörde istihdam hizmetler sektörünün sırtına binmiş durumda. Türkiye’ye kıyasla tarım ve sanayinin düşük olması Kuzey Kıbrıs gibi küçük bir ülkede doğaldır. OECD raporlarına göre Güney Kıbrıs’ta da tarımın istihdamda payı %4 civarlarındadır.
Tablo 3: Sektörlere Göre İstihdam
Hizmetler sektörünün içerisinde ekonomimiz için önemli bir sektör olan eğitim sektörü de yer almaktadır. Ekonomi için çalan acil siren sesleri bu sektör için de çalmaya başlamış durumdadır. Öğrenci sayısında, geçen yıla kıyasla bu yıl toplamda %24’lük gerileme yaşandı. Bu düşüşte Kıbrıs’ta yaşanan hayat pahalılığının önemli bir faktör olduğunu düşünürüm. Ekonomik bir değişkende yaşanan düşüşün tüm ekonomik sistemi nasıl etkileyebileceğini, öğrenci rakamında yaşanan düşüşle göstermek isterim. Öğrenci sayısında yaşanan düşüş, direkt olarak inşaat sektörünü ve dolaylı olarak da bankacılığı etkileyebilir. Bildiğiniz üzere birçok ev ve yurt, eğitim sektörünün büyüyeceğini temel alarak finanse ve inşa edilmektedir. Öğrenci sayısında yaşanan düşüşle birlikte oluşan ev balonu patlayabilir. Bu da batık krediler anlamına gelir. Annan Planı sonrası dönemde, inşaat sektörü çok büyümüştü ve sonra balon sönünce birçok inşaat yarım kaldı. Eğer öğrenci balonu iyi ve planlı yönetilmez ise yakın zamanda yarım kalan inşaatlar gibi, boş kalan evler veya kompleksler görmemiz işten bile değil. Bu bağlamda eğitim sektörünün daralmasının (öğrenci sayısında devam edecek düşüş) Kuzey Kıbrıs ekonomisine faturası çok çok ağır olabilir.
- Dış Borç Stoku (Türkiye)
Türkiye’de 2001 yılında yaşanan krizle şimdiki dönemde yaşanan kriz arasındaki en büyük farklardan biri bu dönemde inanılmaz şişmiş olan özel sektör dış borç stokudur.
Tablo 4: Kamu ve Özel Sektör Dış Borç Stoku (2001’in 2018’e karşılaştırması)
Daha en kötüsünün gelmemiş olabileceğini dış borç stokuna bakarak söyleyebilirim. 2018 ikinci çeyrek verilerine göre, Türkiye’nin brüt dış borç stoku 450 milyar doları geçmiş durumda ve bunun 317 milyar doları (%70) özel sektöre ait. Özel sektör bu borcun büyük bir çoğunluğunu yabancı finansman kuruluşları ve ticari bankalardan almıştır. Öte yandan, kamu sektör borcunun çoğunu tahviller oluşturmaktadır. Tahvil devlet tarafından ödünç para sağlamak amacıyla çıkarılan, yıllık belli bir faiz getiren ve alınıp satılabilen değerli kağıtlardır.
Türk parasındaki değer kaybı, dış borcu döviz cinsinden bu kadar artmış özel sektörü köşeye sıkıştırmış durumdadır. Dış borcun Gayri Safi Milli Hasılaya (GSMH) oranı %53’e ulaşmıştır, (Türkiye Hazine ve Maliye Bakanlığı) ve bu Türkiye’de son yıllarda yakalanan en yüksek orandır. Diğer bir değişle, bu Türkiye’de bir yıl içerisinde ürettilen toplam mal ve hizmetler değerinin yarıdan fazlasının borç olması demektir. Bu ekonomik dönemde, Türkiye’deki özel sektörün en büyük ekonomik sınavı bu borcu ödeyebilecek kaynağı yaratabilmek olacaktır.
- Ekonomik Güven
Grafik 1: Tüketici Güven Endeksi, Kasım 2018
Bu alanda maalesef ülkemiz veri anlamında çok zengin değildir. Ancak Türkiye’den gelen verilerin bizim için de çok farklı olmadığını düşünürüm. Tüketici güven endeksi aylık tüketici eğilim anketi ile tüketicilerin maddi durum ve genel ekonomiye ilişkin mevcut durum değerlendirmeleri ile gelecek dönem beklentiler, harcama ve tasarruf eğilimlerini ölçümlemektedir, (TÜİK). 22 Kasım 2018’de yayınlanan haber bültenine göre, Ekim ayında 57,3 olan endeks Kasım ayında 59,6 oldu. Ancak geçen senenin aynı dönemine göre düşüşü grafikte açık bir şekilde görebilirsiniz. 2018 Ekim ve Kasım ayları tüketicinin ekonomiye güveninin son 2 yıl içerisinde diplerde olduğu aylar olarak tarihe geçti. Tüketici güven endeksinin alt endekslerine baktığımız zaman; hanenin maddi durum ve genel ekonomik durum beklentisi 77 civarlarında. Genel endeksi aşağıya çeken tasarruf etme ihtimali endeksidir. Bu da bana insanların gözünde daha en kötüsünün gelmediğini göstermektedir. Fakat, yaşanan ekonomik kriz açıkça gösteriyor ki tüketicinin güveni sarsılmış durumdadır. Tüketici güveninde düşüş harcamalarda ve dolayısıyla yatırımlarda düşüş demektir. Güven ortamı olmayan bir yerde tüketici harcamalarını sınırlı tutar ve yatırımın önü kesilir. Bu da ekonomik daralma anlamına gelir. Durumun bizde de pek farklı olmadığını düşünmekteyim.
Sonuç ve Beklentiler:
Kısa dönemde, enflasyon ile mücadele için döviz sabitlemesi, elektrik harçlarında, katma değer vergisinde veya iş yerlerinin vergilerinde indirime gidilebilir ancak dışarıya bu kadar bağımlılık varken ve fiyatların dövize endeksli olduğu düzende bu mücadele çok sınırlı kalır. Uzun dönemde, ihracatın ithalatı karşılama oranını artırmamız elzemdir. Matematiksel olarak düşündüğümüzde bunu yapmanın iki yolu vardır ya ihracat rakamı artmalı ya da ithalat rakamı düşmelidir. Ekonominin dünyaya entegre olması adına Kıbrıs’ta çözümü savunmalı ve bu konuda çalışmalıyız. Ambargolar ithalat yapma yolunu tıkıyor olsa da bu iç piyasaya üretim yapmamızın önünde pek bir engel taşımaz. Ekonominin çözüm ile birlikte getireceği entegrasyon matematiksel denklemde ihracatı artıracak, üretimin artması da dışa bağımlılık anlamında ithalatı azaltacaktır. Üretimin artması demek, farklı iş olanaklarının ortaya çıkması demektir. Bu dolaylı yoldan istihdamda kamunun payını ve devletin kamu maliye yükünü azaltabilecek bir araçtır. Aynı zamanda bu, özel sektörde sağlıksız olabilecek hizmet sektörüne yoğunlaşan istihdamın farklı sektörlere kayması anlamına gelir. Bu da koşullar aynı şekilde devam ederse hizmet sektöründe (özellikle eğitim) kaçınılmaz olabilecek bir krizin etkilerini azaltacaktır. Yukarıda belirtildiği gibi, kiracılığa ve inşaata dayanan ekonomik yapı için de siren sesleri çalmaktadır. İçerisinde bulunduğumuz ekonomik krizle birlikte artan kredi faiz oranları bu sektörü ister istemez daraltacaktır ancak sisteme ek olarak da devletin kredilerinin yönünü, markette yaşanacak arz fazlalığını önlemek adına diğer sektörlere aktarması gerekmektedir.
Bu güvensizlik ortamında tasarruf edemeyen bireyden harcama yapmasını beklemememiz gerekir. Güven duygusunun toparlanması bir günde olabilecek bir şey değildir. Bu toparlama veya toparlayamama süreci de KKTC’den çoğunlukla bağımsız, Türkiye ve Dünya’dan gelecek haberlere ilişkili gelişecektir. Enflasyon ile artan faiz oranları, tüketicinin ve üreticinin kredi almasını çok zorlaştırmıştır. Tüketicinin harcamadığı ve üreticinin yatırım yapamadığı dönemde ekonomik büyümede düşüşler kaçınılmaz olacaktır. Daralan iç piyasaya rağmen, Türkiye’nin Türk parasında yaşanan devalüasyon ile birlikte ucuzlayan ürünlerini dünyaya iyi pazarlaması ve ihracatını artırması, bu dönemde Türkiye için en iyi çıkış yollarından biri olacaktır. Eğer Türkiye özel sektörü bunu başaramaz ve borcu için ihtiyacı olan parayı yaratamazsa, ben ilerleyen dönemlerde Türkiye’den olumlu sinyallerin geleceğini düşünmemekteyim. Daha önce belirtildiği gibi, Türkiye’nin brüt dış borç stoku 450 milyar doları geçmiş durumda ve bunun %70’i özel sektöre ait. 2000 yıllarında yaşanan krizde Türkiye’nin borcunun yarısını kamu sektör borcu oluşturmaktaydı. Şimdi ise özel sektör borcu can yakacak ve özel sektördeki çatlamanın toparlaması daha uzun sürecektir. En yakın zamanda özel sektörden iflas haberleri gelebilir ve bir kötü ekonomik haber domino etkisi yaratabilir çünkü Türkiye’nin içinde bulunduğu kötü finansal tablo çok açık ve nettir.
Yazının ilk serisinde, içinde bulunduğumuz durumu verilere dayanarak analiz etmeye çalıştım. İkinci seride krizden çıkış yollarını (bireysel ve toplumsal), krizin sosyolojik ve psikolojik olabilecek boyutlarını tartışacağım. Bence toplumsal ve bireysel gelişim için krizler büyük fırsatlardır. Viktor E. Frankl’ın dediği gibi: ‘’Acılar yaşama daha derin bir anlam katma fırsatı verir’’.