1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Ekonomik Kriz: Daha En Kötüsü Gelmedi mi? – 2
Ekonomik Kriz: Daha En Kötüsü Gelmedi mi? – 2

Ekonomik Kriz: Daha En Kötüsü Gelmedi mi? – 2

İş yapmadan para kazanma peşinde koşmamalı, kısa yoldan zengin olmaya çalışmamalı, sevgi ve şefkat ile üretilen ürüne saygı duymalı, bilgelik ile üretilen bir ürünün ve yapılan bir harcamanın ne anlama geldiğini anlayabilmeli.

A+A-

 

Mustafa Yaşın
[email protected]

Giriş

Gaile’nin 459. sayısında bu yazının birincisini o zaman gelmekte olan salgın ve salgının ekonomik etkilerinden bihaber yazmıştım. O yazıda, ekonomimizin üretime değil, servis sektörüne (örneğin, turizm ve eğitim) bağlı olduğunu verilere dayanarak göstermiş ve bu sektörde yaşanacak bir sorunun ekonomik krizi daha da derinleştireceğini yazmıştım. Buna ek olarak, ekonomik akıldan bahsetmiş ve devalüasyon ve enflasyonun olduğu bir ülkede düşük faizden söz edilemez demiştim.   

Covid-19 salgını ile birlikte ülkeye uzun bir süre ne turist ne de öğrenci geldi. Ayrıca, mali politikaları yönetenler ekonomik akıldan çıkarak devalüasyon ve enflasyonun yüksek olduğu Türkiye’de kademeli olarak politika faiz oranlarını düşürdü. Dürüst olmak gerekirse, o zaman daha en kötüsü gelmedi mi diye sorduğumda, ben de bu kadar kötüsünün geleceğini düşünmemiştim. Ekonomik kriz hem cebimizde hem de psikolojimizde derinleşerek devam ediyor.

Ekonomik Acı

Ekonomik acı sıradan kullanımda “cebimizdeki acıdır’’. Bir diğer deyişle, alım gücümüzdeki düşüştür. Ancak, bu acının daha derin bir felsefi anlamı vardır. Ekonomik acının içerisinde süreksizlik fikri barınır. 2005-2010 yılları arasında Türkiye’ye yabancı yatırımlarla birlikte bolca sıcak para geldi, Türk parası değer kazandı ve ekonomik bolluk oluştu. Bunun da Kuzey Kıbrıs’a direkt olarak olumlu yansımaları oldu. Ancak, bolluk dönemi sonsuza dek süremezdi ve sürmedi de.

İçinde yaşadığımız kapitalist ekonomik sistem nedeniyle, ülkelerin ekonomik istikrarları değişme tabidir. Sermaye kâr iştahı ile bir ülkeden bir başka ülkeye hareket eder. Bu hareket sonucunda da bir ülke zenginleşirken bir başka ülke fakirleşir. Şunu kesinlikle idrak etmeliyiz ki, eğer gereğinden fazla zenginleşiyorsak, dünyanın bir yerinde birileri de fakirleşiyor demektir. Dünyamızda yokluk sorunundan bahsedilir ancak sorun, yokluk değil varlık sorunudur. Birilerinin fazla varlığı olmasından dolayı birileri yokluk yaşamaktadır.

Ekonomik acıyı doğru anlayabilmek için ne karamsar ne de iyimser olmalıyız. Gerçekçi bir bakış acısı ekonomik acının idrak edilmesinde çok önemlidir. Ekonomik krizler bir ülke için dışsal ve/veya içsel faktörlerden dolayı oluşabilir. Dışsal faktörler kontrol edilemeyen değişkenlerdir (örneğin, salgın hastalık). İçsel faktörler ise kontrol edilebilen değişkenlerdir (örneğin, harcamalar veya politika faizi). Nedeni ne olursa olsun, derinleşerek devam eden ekonomik krize karşı takınacağımız tutum son derece önemlidir. Krizi aşırı derecede abartıp umudumuzu tamamen yitirmemeli ya da krizi görmezden gelip sahte bir teselli ile kendimizi yanıltmamalıyız.

Ekonomik acı hayatlarımızı zorlaştırıyor olsa da buna kızmamalı, hüzünlü ve sabırsız olmamalıyız. Ekonomik acıya karşı takınılacak öfke ve nefret tutumu, bizlerde mutsuzluk ve kötü davranışlar için temel oluşturabilir. Buda der ki, acıya sabırsız ve kızgın olmak, acıyı ortadan kaldırmaz. Birey olarak bizim görevimiz ekonomik acının nedenini ve doğasını olduğu gibi görmek ve acının kaynağını sonlandırmak için ortaya cesur bir irade koymaktır.

Ekonomik Acının Ortaya Çıkışı

Shantideva, MS 8. yüzyılda yaşamış Hint filozof, neden acı çekmeme sebep olan şeyleri sürekli yapmaya devam ediyorum diye sorar. Ekonomik acının temelinde çoğu zaman bencil arzular yatır. Bunu söylerken ekonomide yaşanan kötülükleri ve bozulmaları görmezden geldiğim sanılmasın. Aksine, bu kötülük ve bozulmaların bizde yarattığı derin etkilerin kaynağını anlamaya çalışmaktayım.

Yaşadığımız sistemde bizler bencil arzulara köleleştirilmiş durumdayız. Bencil arzuların peşinde koşarken de ekonomik acı altında ezilmekteyiz. Toplumumuz bencil arzular içerisinde üretmeden harcamakta, kredi yükü altında ezilmekte ve aynı zamanda aşırı ve gereksiz lüks tüketim yapmaktadır. Sistemsel sorunlar bir yana, ben ekonomik acının temelde burada yattığını düşünmekteyim. Şimdi, burada belirtilen noktayı daha açık biçimde göstermek için birkaç veriye bakalım.

Bir toplumun üretmeden tükettiğini gösteren en önemli ekonomik gösterge ithalat ve ihracat istatistikleridir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Ticaret Dairesi yıllık ithalat ve ihracat raporuna göre, 2019 ve 2020 yılları için toplam ithalat ve ihracat rakamı aşağıda verilmiştir.

t1-191.jpg

Tablo 1: Yıllar İtibariyle İthalat ve İhracat.

Yukarıdaki tabloda çok açık ve net bir şekilde görülüyor ki ihracatımızın (yani ülkede üretilen ürünlerin) ithalatımızı (ülkeye getirilen ürünleri) karşılama oranı 2020 yılında sadece %8’di. 2020 yılında ithalat ve ihracat arasındaki fark yaklaşık 1,2 milyar dolar. Peki üretmeden tüketmeyi nasıl finanse ediyoruz? Bunu anlamak için bir sonraki tabloda ülkedeki kredi hacmine bakalım.

t2-177.jpg

Tablo 2: Kredi Hacmi

Tablo 2’de ülkedeki kredi hacminin artışını basitçe göstermek için son üç yılın aralık ayında raporlanan toplam kredi hacmini, KKTC Merkez Bankası veri tabanından aldım. Yukarıda açıkça görülmektedir ki toplam kredi hacmi 2019 yılından 2021 yılına kadar neredeyse iki kat arttı. Bir diğer deyişle, bu veri kredi yükü altında ezilişimizin bir kanıtıdır.

Son olarak, üretmeden yapılan lüks tüketim sorununu da birkaç veri kullanarak gösteremeye çalışacağım. Ticaret Dairesi İthalat İstatistik Raporuna göre 2020 yılında 1,2 milyar dolardan fazla raporlanan KKTC ithalatının yaklaşık 126 milyon dolarını taşıt araçları oluşturmaktadır. Taşıt araçlarına verdiğimiz 126 milyon dolar, ülke olarak yıllık yaptığımız ihracattan fazla. Peki ne tür araçlar alıyoruz?

Trafik Dairesi Müdürlüğünün 2021 yılı marka ve modele göre çok satılan kullanılmış araç istatistiğe göre 5021 kullanılmış araç satıldı. Rapora göre 5021 araç sayısı, bayi ve galerilerde toplam 25 araç ve üzeri satışı gerçekleşen markalardan oluşmaktadır. BMW ve Mercedes gibi aşırı lüks araçlar satışların yaklaşık yüzde 25’ni oluşturmaktadır. Bu oran tek başına bir şey ifade etmeyebilir. Bu sebepten bu araçları üreten Almanya’da durum ne bakmak gerekir. Almanya’da 2021 yılında yapılan araç satışlarının yaklaşık yüzde 17’si BMW ve Mercedes, (Kaynak: Automotive Industry Portal, Marklines). Avrupa’nın en büyük ekonomisi, Mercedes ve BMW üreticisi olan bir ülkede, bu lüks araçların market payı KKTC’den daha az. Sizce de burada bir tuhaflık yok mu? Shantideva’nın dediği gibi, neden acı çekmeme sebep olan şeyleri sürekli yapmaya devam ediyorum? Bizi bu tür bir acıya sürükleyen bencil arzuların kaynağı nerede?

Ekonomik Acının Sona Erişi

Ekonomik acıdan özgürleşmek mümkün müdür? Ekonomik acının ana kökünde bencil arzular vardır ve bu acıyı ortadan kaldırmak istiyorsak bencil arzularımızı bertaraf etmeliyiz. Temelde, acıyı yaratan biz olduğumuza göre, sona erdirecek olan da biziz. Acının sona erişi ancak yaratanın acıyı kabul etmesi ile başlayabilir. Birçok insan acı çekmesine rağmen, acının varlığını kabul etmez çünkü kabullenmek ilk başta daha da acı yaratır. Ancak şunu unutmamalıyız ki eğer bir hastalığımız varsa doğru tedavi doğru teşhis ile başlar.

Bize keyif ve mutluluk veren şeyler bir süreden sonra engellerimiz olabilir. Örneğin, kredi alarak satın aldığımız lüks bir araba, yapay olarak bizi toplumun gözünde ve daha da önemlisi kendi algımızda “değerli” kılabilir. Ancak bizim gerçek değerimiz sürdüğümüz araba ile nasıl alakalı olabilir? İnsan zihni elde etmek istediği yeni bir şeye heyecan duyar ancak zihin sahip olduğu şeylere alışır ve onu sıradanlaştırır. Hepimizin hayatında böyle örnekler vardır. Bir şeyi çok isteriz, onu elde ederiz ve elde ettikten sonra da ona alışırız. Elde ettiğimiz şey artık eski öneminde değildir. Araba örneğinden gidecek olursak, zihnimizde eski öneminde olmasa da cebimizdeki önemi devam eder. Bir de içinde bulunduğumuz dönemde döviz borcu ile yapılan bir kredi söz konusuysa, ilk başlarda mutluluk duyduğumuz şey acımız olmaya başlar. Statü endişesi günümüzde ağır bir sorundur. “Kalitesiz” bir araba sürmek, marka olmayan bir kıyafet giymek bizi değersiz kılacak diye hissederiz. Statü endişesinden dolayı, aslında bunun temelinde yine bencil arzular vardır, ekonomik acıyı yaratırız. Lüks bir araba toplum içinde ve kendi zihnimizde bize “güvenlik” sağlar fakat bu duyguya yakından bakarsak aslında bizi istikrarsız ve güvenilmez kılan şeyin o olduğunu anlayabiliriz.

Öyleyse yarattığımız bu ekonomik acıdan nasıl özgürleşebiliriz? Birey acıyı yaratan zihni ile yüzleşmelidir. Birey kendisine lüks arabayı sürmek isteyen KİM diye sormalıdır! Bu şekilde zihnin içinde bulunan o “kişiyle” tanışma fırsatı bulabilir. Bir diğer deyişle, bizi bencil arzularla hareket ettiren tarafımızı görmüş oluruz. Kendi değerini bir metal parçasında arayan zihin, bu arayışın neden kaynaklandığını idrak etmelidir. Bu idrak sonucunda da ekonomik acının sona erişi mümkün olabilir.

Ekonomik Acının Sona Erişine Götüren Yol

Ekonomik acının sona erişine götüren bir yol vardır. Bu yola “Orta Yol” diyebiliriz. Bu şekilde olmasının nedeni iki aşırılıktan kaçınmasıdır. Bir aşırılık, “duyu zevkleri” yoluyla mutluluk arayışıdır. Diğer uç nokta ise çileci yöntemlerle bireyin kendini cezalandırarak mutluluk aramasıdır. Hep istekleri peşinde koşan ya da isteklerini görmezden gelip kendini cezalandıran biri hayatta mutlu olabilir mi?

Orta Yol’da etik davranış, bilgelik ve zihinsel disiplin çok önemlidir. Etik davranış tüm canlı varlıklar için evrensel sevgi ve şefkattir. Kişi Orta Yol’da yürümek isterse şefkat ve bilgelik niteliklerini eşit şekilde geliştirmesi gerekir. Burada şefkat, sevgi ve hayırseverlik gibi nitelikleri temsil ederken, bilgelik de zihnin entelektüel tarafını temsil eder. Buda’nın dediği gibi, kişi entelektüel tarafını ihmal edip, sadece duygusal bir şekilde gelişirse, iyi kalpli bir aptal olabilir. Duygusal tarafını ihmal eden ve sadece entelektüel tarafını geliştiren kişi de başkalarını hissedemeyen katı yürekli ama akıllı bir kişiye dönüşebilir. Bilgelik ve şefkat ayrılmaz şekilde birbirine bağlıdır.

Etik davranış içerisinde doğru kazanç vardır. Kişi onurlu, alnı açık ve başkalarına zarar vermekten kaçınan bir meslek ile geçinmelidir. İş yapmadan para kazanma peşinde koşmamalı, kısa yoldan zengin olmaya çalışmamalı, sevgi ve şefkat ile üretilen ürüne saygı duymalı, bilgelik ile üretilen bir ürünün ve yapılan bir harcamanın ne anlama geldiğini anlayabilmeli. Örneğin, üretimden kopuk olan bir kişi, raftan aldığı bir ürünün ve harcadığı paranın ne anlama geldiğini çoğu zaman idrak edemeyebilir. Para, kâğıt parçasının çok daha ötesinde olan bir şeydir. O kâğıt parçası karşılığında bir ürün üretilmiş veya bir hizmet verilmiş olması gerekir. Yani orada bir emek söz konusudur. Harcadığımız paranın ve aldığımız ürünün aslında temelde ne anlam ifade ettiği üzerine bilgece düşünmemiz gerekir. Borçlanarak lüks bir arabayı almak günümüz finansal sisteminde çok kolaylaşmıştır, ancak bu yapılan harcamanın karşılığında ne üretilmiştir? Bu harcamanın ülke ekonomisi için anlamı nedir? Buna ek olarak birey kendine, tüm canlı varlıklara ve evrene sevgi ve şefkat duymalı ve böylece yaptığı davranışlarla acı yaratmamalıdır. Pet bir şişe suyu içtikten sonra onu çöpe attığımızda, o pet şişenin bir şişeden çok daha fazlası olduğunu, o şişenin doğada bulunan diğer canlılara zarar verdiğini ve doğada tamamen çözülmesi için 450 yıl (kaynak: WWF) gibi bir sürenin geçmesi gerektiğini bilmeliyiz.

Eğitim sistemimiz entelektüel tarafımızı güçlü bir şekilde geliştiriyor olsa da şefkat konusunda çok eksiklerimiz var. Etrafımızda çok akıllı insan var ama kimse birbirini ne hissedebiliyor ne de anlayabiliyor. Hissedebilse toplum içerisinde veya dünyamızda bu kadar ayrışma ve çatışma olur muydu? Şefkat ve bilgelik her birey tarafından geliştirilebilecek ve uygulanabilecek bir yaşam şeklidir. Buna yürekten inanıyorum. Bilge olmak için çok zeki veya en iyi üniversitelerde okumaya gerek yoktur. Hepimizin içinde acı yaratmaktan özgürleşmek isteyen bilge bir taraf vardır. Ancak bencil arzulara köleleştirilmiş zihin bu bilge tarafımız üzerinde hakimiyet kurmuş durumda. Bu hakimiyeti ortadan kaldırmak zihinsel disiplin ile mümkündür. Zihinsel disiplin bireyin bir şeyi neden, hangi niyetle yaptığını anlamak için ortaya koyduğu çaba, farkındalık ve konsantrasyondur. Çok istediğiniz bir şeyi zihninizin tam merkezine getirip ona yakından hiç baktınız mı? Onu neden istediğinizi, temelinde ne olduğunu gördünüz mü?  Ben zihinsel disiplinden bunu anlıyorum. Bu tüm isteklerimizin faydasız olduğu veya acı yaratacağı anlamına gelmez ancak faydalı ya da faydasız olsun, isteğin temelini görmek bizi acı yaratan davranışlardan uzak tutarak iyiye yönlendirebilir.

Birey ahlaki, manevi ve entelektüel tarafını eşit şekilde geliştirerek ekonomik acının sona erişine giden yolu yürüyebilir. Bu acından nihai anlamda özgürleşmenin başka bir yolu yoktur. Daha adil ve yaşanası bir düzen için tabi ki çalışmaya devam edilmeli ancak zihinsel disiplin ile birlikte şefkat ve bilgeliğini geliştirmemiş bir bireyin daha adil ve yaşanası bir dünya yaratması mümkün olabilir mi? Yaşadığımız sürece acı her zaman olacaktır. Acısız bir hayat düşünemiyorum. Acı var olduğu için ondan özgürleşme fırsatımız var. Geçen ay vefat eden ünlü Zen ustası Thich Nhat Hanh, bir konuşmasında acının olmadığı bir cennete ne gitmek isterim ne de sevdiklerimin gitmesini isterim der. Acı dolu bu dünyada, özgürlüğe birlikte yürüme dileğiyle…

Not: Bu yazı Buda’nın dört yüce gerçek öğretisinin bir uyarlamasıdır.

 

Bu haber toplam 5061 defa okunmuştur
Gaile 490. Sayısı

Gaile 490. Sayısı