Ekonomik Refahın Artması ve Sosyal Adalet
Ekonomik Refahın Artması ve Sosyal Adalet
Gelişmekte olan günümüz dünyasında kıta Avrupası’nın deyişiyle sosyal devlet veya Anglo-Amerikan deyişiyle refah devleti kavramı ortaya çıkmıştır. Sosyal devlet kavramının anlam bulması, sosyal ve ekonomik açıdan toplumsal sorunların çözümünde adaletin savunulduğu ölçüde mümkün olabilmektedir. Dolayısıyla toplumsal muhalefet hareketleri olsun, toplumsal reform düşünürleri olsun ve diğer toplumsal güç odakları olsun bu bağlamda öngörülerinde adalete yönelik bakış açıları geliştirmeleri sosyal devlet anlayışının gelişmesi için çok önemlidir.
Yaşadığımız çevrelerdeki belirsizliğin ve güvensizliğin çok olması, hayatımızın karmaşa ve risk içinde olmasına neden olmaktadır. Bu ortam genelde dünyanın, daha dar kapsamda yaşadığımız çevrenin ne kadar adaletli olduğu konusunu ciddi şekilde sorgulanmasına ve tartışılmasına yol açmaktadır. Refah ve yaşam kalitesi göstergelerinin neredeyse tamamı artan eşitsizliğe ve gerçekten de, hem küresel düzeyde, hem de ayrı ayrı toplumların neredeyse tamamında hızla bir kutuplaşmaya doğru gidildiğini gösteriyor. Bu kutuplaşmanın bir tarafında hızlı zenginleşme, öteki tarafında ise hızlı yoksullaşma yer almaktadır. Dolayısıyla dünyada olması gerektiği gibi ülkemizde de sosyal devlet anlayışının adalet temelinde geliştirilmesi hükümetlerin olduğu kadar muhalefetin ve sivil toplumun da temel sorumluluğudur.
Büyük ölçüde ekonomik gelişim aşamalarının doğru yönetilememesinin sonucu olarak yukarıda bahsettiğim kutuplaşmanın, yani ekonomik eşitsizlik makasının açılması söz konusu olmaktadır. Bir ülke geliştikçe, daha fazla sermaye ve daha fazla sermayeye sahip olan kesimler ortaya çıkmaktadır. Bu sermayenin sahipleri de haliyle daha fazla gelire sahip olmakta ve eşitsizlik ortamını tetiklemektedir. Servet birikimi belirli koşullar altında, yeni yaratılan servetin zaten varlıklı olan bireylerin elinde yoğunlaştığı bir süreçtir. Buna göre, zenginlik sahibi olan insanlar, refah yaratma ya da servet birikiminden başka bir şekilde yararlanma konusunda, zaten yeni kaynaklara yatırım yapma araçlarına sahiptirler. Dolayısıyla ülkedeki ekonomik gelişim sonucunda oluşan ek gelir hala hazırda refah içinde olan zümrede toplanır. Böylelikle zaman içerisinde, refah yoğunlaşması, toplumdaki eşitsizliğin sürmesine önemli ölçüde neden olur.
Öte yandan bireylerin eğitime erişiminde eşitsizliğin yaratılması, önemli bir faktördür. Özellikle dar gelirlinin eğitim seviyesindeki artışlar, onların üretme potansiyelini açığa çıkarmaya yardımcı olur, gelirlerini arttırır ve büyümeyi teşvik ederken, gelir eşitsizliğini azaltır. Sonuç olarak, bir eğitim almayı başaramayan ya da isteğe bağlı eğitimini sürdürmeyi seçmeyenler genellikle daha düşük ücret almak zorunda kalırlar ve gelir eşitsizliğinin aşılabilmesine olumsuz etkileri olur.
Tüm dünyada ciddi bir problem kaynağı haline gelmiş sosyal ve ekonomik adaletsizlikler, ülkemiz özelinde irdelendiğinde ise nispeten çok da şansız bir durumda olmadığımızı söyleyebiliriz. Ancak ülkemizin son yıllardaki gelişim süreçlerine bakıldığında sosyal açıdan iyi bir gelişim yolunda olmadığımız da açık olarak görülmektedir. Son yıllardaki ekonomik gelişime bağlı olarak yabancı iş gücü ihtiyacı, okullarımızın yetersizliği, gelişi güzel verilen vatandaşlıklar ve kişisel siyasi hırslar neticesinde alınan kararlar maalesef sosyal ve ekonomik farklılıklar oluşmasına zemin oluşturmaktadır. Hal böyle iken oluşan bu farklılıkların iyi yönetilememesi ülkemizdeki her kesimce huzurlu yaşamanın önündeki en büyük engeldir.
Sonuç olarak bu farklılıkların iyi yönetilmesi zorunluluğundan yola çıkarak, adil bir siyasi yapının mümkün olduğu inancı ile insanların, mükemmel olmasa da, ilkeleri ve idealleriyle toplumu desteklemek için gereken makûl bir siyasal doğruluk ve adalet anlayışını benimsemelerini sağlanması gerekmektedir. Hükümetler sosyal refah programları gibi vergi uygulamaları gibi çeşitli yeniden dağıtım uygulamaları yaparak, eşitsizliklerin daha düşük seviyelere gerilemesi için çaba harcamak zorundadır. Sosyal adaletin sağlanması etik veya insani bir sorumluluk olmasa bile toplumun gelişmesi ve ülkemizin daha yaşanılır hale gelmesi için çok önemli bir gereklilik olduğu inancındayım.