Elektrikli teller
Müzakerecilerin Güney Afrika Cumhuriyeti ziyaretinde edindikleri izlenimlere ilişkin paylaşımlarını elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum.
Çünkü Güney Afrika gibi ‘ayrılıkçı’ bir rejime ev sahipliği yapan bir ülkenin kendi içinde yaşadığı uzlaşı deneyimlerini analiz ederken, o ülkenin kendine has koşullarını nasıl okuduğumuzun ve bunu nasıl yansıttığımızın da önem taşıdığını düşünüyorum.
Güney Afrika’da tam 20 yıl önce yıkılan Apartheid’ın ardından yeniden inşa edilen genç demokratik rejimin, kağıt üzerinde varılan toplumsal uzlaşıyı ekonomik ve sosyal alanda günlük hayata ne oranda yayabildiği, mutlaka çok önemli.
Ama mevcut durumdan hareketle sonuçlar üretmek ve Güney Afrika ile Kıbrıs arasında ‘dolaylı’ karşılaştırmalar yapmadan önce, bölgeyi etkileyen diğer bütün dinamikleri de dikkate almak gerekiyor.
***
1488 yılında Hindistan’ı bulmak için yola çıkan Portekizli denizci Bartolomeu Diaz tarafından keşfedilen bu büyük kıtanın güney ucu, sahip olduğu zengin altın, elmas ve platin rezervleri nedeniyle 1967 yılına kadar cazip bir koloni bölgesi olarak yaşam sürmüş.
Ülkenin bugünkü ekonomik gelir kaynaklarının, ihracat gelirlerinin başında da bu madenler geliyor.
En büyük ve en kalabalık şehri olan Johannesburg, finans ve ekonominin de kalbi durumunda.
Johannesburg’un bir diğer özelliği ise son 20 yılda dünyanın en hızlı büyüyen şehri olması.
Ancak insanların ekonomik gelişmişlik düzeyi maalesef pek de parlak değil.
50 milyon nüfusun sadece yüzde 10’u ekonomik olarak rahat yaşıyor.
Nüfusun yüzde 50’sinin aylık kazancı 2 bin ile 3 bin Rahn arasında.
Yani bu aylık 2 yüz ile 3 yüz Euro’ya denk geliyor.
Güney Afrika, madenlerde çalışmak üzere bölgenin fakir komşu ülkelerinden büyük oranda göçmen alan bir ülke.
Ve tabii ki hem göç, hem de düşük gelir düzeyi, suç oranını kayda değer biçimde yükseltiyor.
Doğrudur, Johannesburg’un zengin muhitlerinde evlerin etrafında yükselen elektrikli teller görüyorsunuz.
Ama bu tellerin amacı, hırsızlara karşı tedbir almak.
Ve hemen not etmekte fayda var; zengin muhitin ikamet profili, beyazlardan oluşmuyor.
Yani teller beyazlarla siyahi ırkı değil, zenginlerle fakirleri ayırıyor. (Tıpkı New York ve hatta tıpkı çok daha yakınımızdaki bir örnek olan İstanbul gibi büyük şehirlerde caddelerin ve semtlerin, zenginleri ve fakirleri birbirinden ayırdığı gibi...)
Elbette fakir halkın çok büyük bir çoğunluğu siyahi ırk.
Ama bu, hem beyazların çok uzun yıllar ayrıcalıklı ırk olarak yaşamış olmasının hem de nüfusun yüzde 80’ini siyahi ırkın oluşturmasının doğal bir sonucu.
Ve hükümet, orta sınıfı güçlendirmek amacıyla ciddi politikalar uygulamakta.
Güney Afrika Cumhuriyeti hükümetine göre halkı ekonomik olarak güçlendirmenin yolu, insanları eğitmekten geçiyor.
Tam da bu nedenle eğitim öncelikli sektör.
Yıllık bütçenin yüzde 9’u eğitime ayrılıyor ki bu oran oldukça yüksek.
***
1948 yılında hükümete gelen Ulusal Parti’nin (National Parti), siyah ırkı ikinci sınıf vatandaş haline getiren ‘Apartheid’ politikasını uygulamaya koyduğu ve nüfusun % 80’ini oluşturan siyahi çoğunluğun, rejimin sona erdiği 1990’ların başına değin siyasetten ekonomiye, sağlıktan eğitime her alanda toplumdan yalıtıldığı, yasalarla ırklar arasındaki ilişkiler neredeyse tamamen yasaklandığı, siyahi ırkın oy kullanma hakkının dahi elinden alındığı Güney Afrika örneği, Kıbrıs örneğinden çok ama çok farklı.
Dolayısıyla her anlamda çatışma yaşayan iki unsuru uzlaştırma çabalarından deneyim kazanmak, her halükârda faydalı olsa da, uzlaşının 20 yıllık ekonomik ve sosyal bilançosunu Kıbrıs için göreceli de olsa referans almak, fayda getirici bir bakış açısı olmasa gerek.
Kağıt üzerinde varılan bir uzlaşının, çatışan unsurların da uzlaşacağı anlamına gelmediği çok doğru.
Bizim esas kafa yormamız gereken de zaten, çatışan unsurlar için ‘uzlaşı politikaları’ geliştirmek olmalı.
Ama Kıbrıs’ın gerçeklerini ve insanların ihtiyaçlarını doğru saptayıp ona göre inşa edilen uzlaşı politikaları!