Eleni Suzan'ın öyküsü devam ediyor...3
1963'te evinden alınarak 'kayıp' edilen CON Kahveleri sahibi Mehmet Con'un sevigili eşi Eleni Suzan'ın İngiltere'de yaşayan yeğeni, girişimlerimiz sonucu DNA örneği verdi...
Tekke Bahçesi’nde kazıların başlatılması için zorlu bir mücadele verdik ancak özellikle askeri çevrelerin bu konuda direnciyla karşılaşmıştık… Mustafa Akıncı’nın Kıbrıslıtürk liderliğine seçilmesi ve askeri bölgelerin “kayıplar” için kazılara açılması yönündeki ısrarı, bu konudaki inadın biraz kırılmasına, durumun değişmesine yol açtı ve 10 yıllık mücadele ardından nihayet Tekke Bahçesi’ndeki kazılar başladı…
Pek çok “kayıp” Kıbrıslıtürk Tekke Bahçesi’ne defnedilmişti, bazı Kıbrıslırum “kayıplar” da öyle… Yine de kazıların sonucunu beklememiz gerekecek… “Kayıp” edilmelerinin üstünden yarım asır geçtikten sonra “umut” var eğer buna “umut” denilebilirse – çünkü Kıbrıslıtürk yetkililer Tekke Bahçesi’ne bazı “kayıplar”ın defnedilmiş olduğunu bildikleri halde, 50 küsur sene boyunca burada kazı yapılmasına izin vermemişlerdi!!!! Bu ne büyük bir utanç… Tıpkı Kıbrıslırum gazeteci arkadaşımız Andreas Paraskos’un Lakadamya mezarlığına bazı Kıbrıslırum “kayıplar”ın gömülmüş olduğunu, devletin bunu bildiği halde gizlediğini ortaya çıkardığı gibi, biz de Tekke Bahçesi’ne gömülen “kayıplar” hakkında yetkililerimizin bilgi sahibi oldukları halde aileleri bilgilendirmediklerini ve üstüne üstlük buraya kazı izni de vermediklerini gözler önüne sermiştik… Tekke Bahçesi’ne ilişkin tabuları yıkmıştık… Ancak bu hiç de kolay olmamıştı – ortada büyük bir “inkar” vardı, devletin “inkarı” ve bazı askeri çevrelerin “direnci” vardı. Bazı “kayıp” yakınları, sevdiklerinin Tekke Bahçesi’ne gömülmüş olabileceğini ilk kez bu sayfalardaki yazılarımızdan öğrenmişlerdi. Bazı “kayıp” yakınları televizyonlara çıkıyor, röportajlar veriyor, Kayıplar Komitesi’ne yazılı başvuru yapıyor ancak hiçbir sonuca ulaşamıyordu… Küçük Kaymaklılılar’ın oluşturduğu dernek de pek çok girişimde bulunmuş ve bu konu sonuca ulaşırken tüm makamlara taleplerini iletmişlerdi: Tekke Bahçesi kazılmalıdır!
Bir ülke düşünün: “Kayıp” yakınları, bir yerin kazılması için elli seneden fazla bekliyor çünkü devleti elinde tutanlar, buna izin vermiyor! Bir “kayıp” yakınına yapılabilecek en büyük fenalık bu değil miydi? Kendi acıları yetmezmiş gibi, bir de böyle şeylerle uğraşmaya zorlanmaktaydılar… Ancak işte nihayet, en sonunda Tekke Bahçesi kazılmaya başlandı ve burada sevdikleri gömülmüş olabilecek olanlar birazcık rahat bir nefes alabildiler…
Genetik Enstitüsü’nde işimiz bitince, Niki’yle birlikte Alfamega’da birlikte öğle yemeği yemeye gidiyoruz…
Niki bana Trikomolu ailesinin öyküsünü anlatıyor… Nenesinin eşi ölünce, nenesinin erkek kardeşi onu evden atmış, mirasa konmaya çalışmış – o zaman nenesi yanına evlatlarını da alarak Mağusa Surlariçi’ne gitmiş, bir ev kiralamış orada çünkü Mağusa Surlariçi’nde kiralar ucuzmuş… Nenesinin üstüneymiş Trikomo’daki ev de, tarlalar da – ancak nenesi bunu bilmiyormuş o günlerde… Evden atılmış olduğu halde, aslında hepsinin koçanı da nenesinin üstüneymiş ama kadın bunu bilmediği için, Mağusa Surlariçi’ne taşınmış…
Kızı Despinu Hanım, Mağusa’da Kemal Bey’le herhalde böyle tanışarak evlenmiş… Kemal Bey, Mağusa’da demiryollarının başındaymış ve evlenmişler… Despinu Hanım’la Kemal Bey, çocuk sahibi olmamaya karar vermişler – Despinu Hanım, seneler sonra bir gün Niki’ye “Ya bir oğlumuz olursaydı? Hangi orduya katılacaktı? Kıbrıslırum ordusuna mı, Kıbrıslıtürk ordusuna mı? Bu yüzden çocuk sahibi olmamaya karar vermiştik” demiş…
Bu soru bugün bile geçerli bir soru ne yazık ki…
Kıbrıs’ta, Kıbrıslılar için alan yaratmayı başaramadık ne yazık ki – “iki taraf”, bizleri “ikisi arasında bir seçim yapmaya” zorluyor… Sözde “Kıbrıs sorunu”nun özünde bence tam da bu yatar, dökülen onca kan ve akan onca gözyaşının altında bu yatar: Bu topraklarda, ister Türkçe, ister Rumca konuşalım, Kıbrıslılar’ın hayatta kalabileceği herhangi bir yer yoktur. Bu topraklarda yaratılmış olan “sistem” sizi “iki taraftan birini” seçmeye zorlar ve “sade bir Kıbrıslı” olarak yaşamanıza izin vermez…
Niki, teyzesi Despinu Hanım’ı ziyaret ettikleri zaman Veli Beidoğlu’yla oynadıklarını hatırlıyor, “Onun babasını da Barclays Bank’tan alıp kayıp ettiydi bazı Kıbrıslırumlar” diye hatırlıyor. “O zamanlar Veli çok küçücüktü… Sanırım bir kızkardeşi vardı…”
Veli’yi aramaya çalışıyorum ancak telefonu cevap vermiyor… Niki’nin Leymosun’a, benim de gazeteye gitmem lazım – bu yüzden şimdilik vedalaşıyoruz… Niki’yle tanışmış olmaktan çok mutluyum… Ağustos’ta bir haftalığına, Ekim ayında daha uzun süre kalmak için Londra’dan Kıbrıs’a gelecek, o zaman buluşup birlikte bir şeyler yapabileceğiz… Eleni’nin Mehmet Con’la yaşadığı evi göstereceğim ona, belki Trikomo’ya, Karpaz’a, Mağusa’ya veya o nereye isterse oraya gidebiliriz… Eleni ve Despinu Hanımlar’ın akrabalarıyla bağ kurmaktan onur duyuyorum… Koşullar ne olursa olsun dostluğumuz devam edecek ve belki bir gün bu topraklarda Kıbrıslılar’ın hayatta kalabileceği bir alan yaratılabilecek…