Elias Pantelides’in “Savaş ve Biz” (Kıbrıs’tan Biyografiler)” kitabı çıktı…
Savaş ve Biz (Kıbrıs’tan Biyografiler)” isimli kitap Khora Yayınları’ndan çıktı.
Khora Yayınları’ndan yapılan açıklamada Elias Pantelides’in yazdığı kitabın çevirisini İzlem Bomboz’un, editörlüğünü ise Sevgül Uludağ ve Mustafa Keleşzade’nin gerçekleştirdiği belirtildi. Khora Yayınları’nın 63’üncü kitabı olan eser, 215 sayfa ve fotoğraflarla destekleniyor, satış fiyatı ise 30TL.
Kitap, “Laconic Tales Cyprus 1974” ismi ile İngilizce olarak yayımlanan eser temel alınarak hazırlanmış ve 2018 yılı içerisinde Rumca olarak da basılması planlanıyor.
Elias Pantelides'in kitabı 16 anlatıdan oluşuyor ve savaş mağduru kişilerin biyografilerini içeriyor. Kitapta bir Kıbrıslımaronit, bir İngiliz, dört Kıbrıslıtürk ve on Kıbrıslırum konuşuyor. Doğum yılları 1939'dan 1959'a kadar uzanan bu kişilerin 1974'e dair anıları, o günkü kadar canlı ve unutulmazdır. Kitap’ta ropörtajları ve anıları bulunan Kıbrıslıtürkler, Sevgül Uludağ, Niyazi M. Kızılyürek, Halil R. Sadrazam ve Mustafa M. Balcıoğlu.
Kitaptaki anlatılar, Kıbrıs’ın kavurucu 1974 yazının getirdiği iki taraflı korkunç trajediyi gözler önüne seriyor. Kitapta anılarını okuyucuyla paylaşan 16 kişinin hepsi de etnik köken, toplumsal cinsiyet, ana dil ve din veya siyasi inançlarından bağımsız olarak Kıbrıs'a derin bir sevgiyle bağlıdır ve burada dile getirilen acı hikayeler, biraz da bu sevginin ürünüdür. Hepsi de özgür, birleşik, barış dolu ve güvenlik içinde bir Kıbrıs umuyor.
Savaş ve Biz, Elias Pantelides
Khora Kitaplığı: 63, Anı:10
Çeviri: İzlem Bomboz
Yayına Hazırlayanlar: Sevgül Uludağ, Mustafa Keleşzade
Fiyatı: 30TL
BASINDAN GÜNCEL…
“20 kilo valiz, 20 dolar ile gittiler: Burgazadalı Maki 47 yıl sonra yüzmeyi öğrendiği İstanbul'un sularında…”
Adam Georgios Sotiriadis, lakabıyla Burgazadalı Maki, 47 yıl sonra İstanbul'a döndü, yüzme öğrendiği adanın sularına girdi. 47 yıl önce İstanbul'u terk etmek zorunda kalışını anlatan ve 1971 yılında papaportunun alındığını belirten Maki, "Rum Ortodoks olduğumu kaydettiler. Ailem beni göndermek istedi. O zaman ‘20 kilo, 20 dolar’ diyorlardı: ‘Yarın bu vatanı terk edeceksin. Yanına yalnız 20 kilo eşya, cebine de 20 dolar alacaksın. Tüm eşyaların, paraların burada kalacak.’ Öyle terk etti bizimkiler. Kovdular yani" diye konuştu.
Hürriyet'ten Serkan Ocak'ın haberine göre, Maki, neden gittiğini anlatırken zorlanıyor, “İklim öyleydi” diyor. Geçen hafta doğup büyüdüğü Burgazada’ya geri döndü. Yüzme öğrendiği sularda kulaç attı. Eski dostlarına sıkıca sarıldı. Her şeye rağmen geçmişi unuttuğunu, kırgınlığının olmadığını, Atina Üniversitesi’nde 10 bin öğrencisine de sürekli bunu anlattığını söyleyen Adam Georgios Sotiriadis’le geçmişten bugüne uzandık.
Her zamanki etkinliklerden birine katıldığımı düşünüyordum. Yine bir yüzme yarışı... Bu kez Burgazada’dan Heybeliada’ya yüzecektim. Ancak yarışa katılanlardan biri beni derinden etkiledi: ‘Maki’ lakaplı Adam Georgios Sotiriadis (Babasının adı da Adam’mış. ‘Adamaki’ diyorlarmış çocukken; ‘küçük Adam’ anlamında. Yıllar içinde sadece ‘Maki’ye dönüşmüş bu kısaltma, herkes onu bu isimle çağırır olmuş). Buyurun onun etkileyici hikâyesine...
Maki, Arena Aquamasters Yüzme Şampiyonası’nın bu yıl ilk kez Burgazada’dan Heybeliada’ya yapılacağını duyunca hiç düşünmeden kaydını yaptırdı. Yarışma komitesine eski fotoğraflarını gönderip bu yarışın kendisi için önemini anlatan bir de mektup yazdı. Heyecanını o anlatsın:
“Yarışmayı duyduğumda kalbim şaşırtıcı bir coşkuyla çarpmaya başladı. Bunun birinci nedeni, İstanbul doğduğum yer. Yüzmeyi İstanbul’un sularında öğrendim. Hayatı orada anlamaya başladım. İkinci nedeniyse Adalar Su Sporları Kulübü (Heybeliada) sporun kıymetini ve spor ahlakını öğrendiğim yer. Bugün, gençliğimden yarım asır sonra, bir büyükbaba olarak, eski ve yeni dostlarla, sizlerle sevgi, kardeşlik ve karşılıklı saygı içinde kulaç atmak harika bir duygu. Bunu yaşadığımız için minnettar olmalıyız...”
Eski dostlarına kavuştu
Daha Türkiye’ye gelmeden hayaller kurmaya başladı. Çocukluğuna geri dönecekti. Yüzmeyi öğrendiği sulara, doğup büyüdüğü topraklara kavuşacaktı. Belki eski takım arkadaşlarını da görüp sohbet edecek, eskisi gibi şakalaşacaktı onlarla. Öyle de oldu...
Burgaz’dan Heybeli’ye 3 kilometre yüzüp sudan çıktıktan hemen sonra karşılaştım Maki’yle. Aslında yarış öncesinde organizasyonu yapan Selçuk Demirel bahsetmiş, mektubunu okutmuştu. Fotoğrafını hafızama kazımıştım. Bulmam zor olmadı.
Hemen bir köşeye çekildik. Hikâyesini çok merak ediyordum. Hüzünlenip ağlayacağını sandım. Yanıldım. Hep güldü. Gözleri doluyordu ancak hüzünden değil mutluluktan:
“1953’te Cihangir’de İtalyan Hastanesi’nde doğdum. 1971’de ise tamamen Yunanistan’a yerleştim. Yaşanan olaylar yüzünden gitmemiz gerekiyordu ama adaya hep özlem duydum. Burgazada’da yüzmeyi öğrendim, sutopçu oldum. Bu benim için çok gurur verici. Çok kıymetli insanlar vardı, kulübümüzün ilk başkanı Dr. Ahmet Erbelger’di. Değerli başkanımız 1963’te kulübün açılış konuşmasını yaptığı sırada, açılış sevinci ve heyecanına yenik düşerek orada yaşamını kaybetti. Hasretle anıyorum. Burada herkes kardeşçe yaşadı. Türkler, Ermeniler, Rumlar, Lazlar ve Almanlar... Herkes aynı takımdaydı. Gençliğimiz harika geçti.”
‘20 kilo, 20 dolar’ ne demekti?
Maki’ye neden gittiğini defalarca sormama rağmen sadece birkaç cümle alabildim:
“6-7 Eylül’de küçük bir çocuktum. Burgazlılar kimseyi bırakmadı, o dönemki komiser bizi korudu. Burası bambaşkaydı, ‘Burgaz Cumhuriyeti’ vardı; İstanbul’da ise gayrimüslimlere yönelik başka bir iklim... Artık yaşamak çok zordu. Bazı olaylar oldu 1970’te. 1971’de pasaportumu aldılar. Rum Ortodoks olduğumu kaydettiler. O zaman öyleydi. Sonra verdiler pasaportumu tabii. Ama ailem beni göndermek istedi. O zaman ‘20 kilo, 20 dolar’ diyorlardı: ‘Yarın bu vatanı terk edeceksin. Yanına yalnız 20 kilo eşya, cebine de 20 dolar alacaksın. Tüm eşyaların, paraların burada kalacak.’ Öyle terk etti bizimkiler. Kovdular yani.”
Sonra, daha ilkokul dördüncü sınıfa giderken ailesi tarafından Yunanistan’ın bir adasına yatılı olarak gönderildiğini anlattı Maki: “Dördüncü sınıfa kadar Beyoğlu’ndaki Rum Ortodoks Okulu’na gittim. 1971’de de Yunanistan’da bir adada yatılı okumaya. Ailem de 1974’te terk etti burayı. Kimsenin bunu yaşamasını istemem. Kimse doğduğu yerden gitmek istemez. Ama şimdi bunlar unutuldu. Ben unuttum tüm olanları. Derin kafamdadır ama unuttum ve unutmak istiyorum. Kardeşçe yaşamak istiyorum. Gençliğimi, en güzel yıllarımı geçirdim Burgaz’da...”
Maki, liseyi de yine yatılı okudu. Sonra Atina Üniversitesi’ne gitti, Beden Eğitimi bölümünü bitirdi. Hayatında hep spor vardı. Hem bu yönde bir meslek seçmek hem de akademisyen olmak istiyordu. Yüksek lisansını Amerika’da New York Üniversitesi’nde spor yönetimi üzerine yaptı. Eski sutopçu Nusret Elgin, Maki’den iki yaş büyük. Bilek güreşini de o kazanıyor.
Her kulaç, hayatımın bir karesiydi
Amerika’dan yedi yıl sonra döndü. Mezun olduğu Atina Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Burada her yıl 300-350 öğrenci okuttu. Aradan tam 30 yıl geçti. Artık birkaç ay içinde emekli olmak istiyor.
Aslında ilk kez 2012’de bir konferans için geldi Türkiye’ye, bazı arkadaşlarını da gördü ama Burgazada’ya ilk gelişi: “Eski takım arkadaşlarımı görüyorum. Seneler sonra burada ilk kez yüzdüm. Her kulaç atışımda bir anım geçti gözümün önünden, her kulaç hayatımın bir karesiydi. Yüzmeyi burada öğrendim. Denizi, suları ‘ilk aşk’ gibi tarif edebilirim. Sevgilinin kucağına gittiğinde ne hissediyorsun? İşte aynısını ben bu sularda yüzerken hissediyorum...”
İstanbul’u görünce korktum
Yıllar sonra İstanbul’u nasıl bulduğunu da sordum Maki’ye. “Korktum” dedi: “Binalar üstümüze gelecekti. Benim zamanımda sadece sahil yolu vardı. Şimdi dağların üstüne kadar binalar var. İstanbul çok büyümüş. Heybeli ve Büyükada çok değişmiş. Heybeli’de adım atacak yer kalmamış, tıklım tıklım. Büyükada’da ise çok turist var. Yine en sakini Burgaz. Adaların bir rengi var ve devlet bunu korumalı.”
Maki’nin kendisi gibi spor eğitmeni bir eşi; 34 ve 33 yaşlarında iki oğlu, bir de 2.5 yaşında Amarilis (bir çiçek ismi) adında torunu var. Babası artık hayatta değil. Annesini ise üç yıl önce kaybetti. Dedesinin yıllar önce Valikonağı’nda bir pastanesi vardı. “6-7 Eylül döneminde dükkânı toz yaptılar” diyor.
Ona son sorularımı telefonla sordum. Şişli’deki Rum Mezarlığı’nda, dedesine dua ediyordu. “Kendisini yalnız hissetmesin, ne zaman gelsem uğrarım” diyordu.
Eski milli yüzücü Eser Gökçay Hatipoğlu’yla Maki’nin yarım asırlık arkadaşlıkları var. Anılarını konuşurken, “O saniye 50 yıl geriye, gençliğimize dönüyoruz” diyorlar.
Şimdi tek bir arzusu var Maki’nin, o da doğduğu topraklarda ölmek... Dedesinin yanına ya da Burgaz’a gömülmek istiyor. “Şu dakika param olsa Burgazada’dan 50 metrekare bir ev alıp yaşarım ancak zor” dedi telefonu kapatırken. Bugüne kadar yaklaşık 10 bin Yunan öğrenciye hocalık yapmış. Onlara verdiği mesajsa hep ‘kardeşlik’ olmuş... Bana da konuşurken kaç kez bu lafı söyledi hatırlamıyorum: “Biz hep kardeşçe yaşadık, en önemlisi kardeş olabilmek...”
(T24 – 12.8.2018)
OKURLARIMA NOT:
Yıllık iznimin bir bölümünü kullanacağımdan bir süre yazılarıma ara veriyorum… 3 Eylül 2018’de bu sayfalarda yeniden buluşacağız…