1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Emekli Diplomat Engin Solakoğlu: “Ben ne dersem onu yapacaksın aksi takdirde hainsin gibi çarpık bir anlayış var”
Emekli Diplomat Engin Solakoğlu:  “Ben ne dersem onu yapacaksın aksi takdirde hainsin gibi çarpık bir anlayış var”

Emekli Diplomat Engin Solakoğlu: “Ben ne dersem onu yapacaksın aksi takdirde hainsin gibi çarpık bir anlayış var”

Engin Solakoğlu, alçak gönüllülüğüyle akıl verir bir noktada durmak istemediğini içtenlikle ifade derken, mevcut düzenin ve ilişkilerin niteliğinin nasıl değişebileceğine ilişkin aslında çok net şeyler söylüyor.

A+A-

Aysu BASRİ

Engin Solakoğlu, emekli bir diplomat. Kıbrıs’ı oldukça yakından bilen diplomatlardan biri, zira burada önemli süreçlerde işin mutfağında görev üstlenmiş ama “bilen” denilmenin iddialı olduğunu söyleyecek kadar da alçak gönüllü. 1994-1997 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçiliğinde katiplik görevi yapmış. 1999-2001 yılları arasında Kıbrıs İşlerinden de Sorumlu Türkiye Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in danışmanlığını üstlenen Solakoğlu, 2005-2008 yılları arasında da Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nda Kıbrıs Biriminin Şube Başkanlığını yürütmüş. İki ülke arasında hep bir pazarlık ve tartışma konusu olan ekonomik protokolleri hazırlayan ve bu protokoller için müzakere masasında oturan önemli isimlerden bir olmuş.

O yüzden kendisi mütevazı davransa da 1994’den beri Kıbrıs’ı yakından izleyen birisi olmanın yanında bu süreçlerde önemli bilgiler ve tecrübeler de biriktirmiş, adada.

 

“AKP gitse de yerine gelecek muhalefetin Kıbrıs ile ilgili hata yapma potansiyeli en az AKP kadardır.”

 

Kuzey Kıbrıs’ta “özelleştirme, dinselleştirme ve son olarak da özyönetim mekanizmalarının zayıflatılması ve zaman içinde ortadan kaldırılması” gibi bir hedefin çoktan konduğunu ve “AKP Türkiye’de iktidarda kalmaya devam ettiği takdirde bunların devam edeceğini” söylüyor. Dahası “AKP gitse de yerine gelecek muhalefetin de Kıbrıs ile ilgili hata yapma potansiyelinin en az AKP kadar olduğuna” vurgu yapıyor.

“Bu düzeni beğenmeyenlere kapıyı gösterecekler” diyor, “çünkü Türkiye’de aynen böyle yapıyorlar!”

Türkiye-KKTC arasında imzalanan ekonomik protokollerin mutfağında yer alan, hazırlayan ve müzakere edenlerden biri olarak, Kuzey Kıbrıs’ın kalkınma modelleri ve ekonomik çıkmazlarına ilişkin ortaya konulan çalışmalar ve bu çalışmaların nasıl sonuçlanamadığına ilişkin anlattıkları ise ibret verici. Dünden bugüne birçok açmazı özetler nitelikte.

Engin Solakoğlu, alçak gönüllülüğüyle akıl verir bir noktada durmak istemediğini içtenlikle ifade derken, mevcut düzenin ve ilişkilerin niteliğinin nasıl değişebileceğine ilişkin aslında çok net şeyler söylüyor.

“Bir sonraki seçimde iktidar olma umuduyla eğilip bükülmemek. Kıbrıs Türk halkına güven ve gurur verebilecek bir direniş hattı inşa etmek” gerekir diyor.

“..Bir buçuk yüzyıla yaklaşan bu süreçte Kıbrıs Türkü bir takım mücadele ve özyönetim şekilleri, kültürel eğilimler geliştirmiş. Bunlar bunları hiçe saymak, yıllarca kimliğini kültürünü korumayı ve geliştirmeyi başarmış Kıbrıs Türküne hâlâ bir gece ansızın davulcuya kaçabilecek evin haylaz çocuğu muamelesi yapmak, devlet aklıyla da insan aklıyla da açıklanabilecek bir durum değil.  Bu güvensizlik bana göre ancak Türkiye’nin kendine güvensizliğiyle açıklanabilir…”

Kimlik ve kültür konusunda Türkiye ile çatışma yaşayan sadece Kıbrıslı Türkler değil

“Kıbrıs'ı oldukça yakından bilen diplomatlardan birisiniz. 1983'de kurulan KKTC, aradan 40 yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen hala kimlik ve kültür tartışması yapıyor. Üstelik tarihin çeşitli dönemlerinde bunu sadece Türkiye'ye karşı yaptığını ya da tartıştığını görüyoruz. Sizce bunun sebebi nedir? Kıbrıs Türk siyasetiyle Türkiye arasında bir anlayış sorunu mu var, yoksa ilişkinin bu tartışılan şekliyle devam etmesi mi doğal?” diye soruyorum Solakoğlu’na.

Şöyle diyor;

“Bilen demek belki iddialı ama 1994 yılından beri yakından izlediğim bir yer Kıbrıs. Başta elbette mesleki bir ilgiydi bu ama yıllar içinde farklı bir boyut kazandı. Kıbrıs benim için Akdeniz’de bir ada olmaktan ibaret bir yer değil. Tanıdığım, sevdiğim insanların yaşadığı bir yer. Aklen ve ruhen kopamıyorum açıkçası.

Şunu öncelikle söyleyelim: Kimlik ve kültür konusunda Türkiye ile tartışma yaşayan salt Kıbrıslı Türkler değil.  Türkiye Cumhuriyeti çok uluslu bir imparatorluğun mirasçılığından dönemin koşulları gereği ve birçok komşusu gibi monoblok bir devlete dönüşünce çevresinde yaşayan Türk dilli topluluklarla ilişkileri zayıflamış. Bunun nesnel ve öznel birçok sebebi var. Söyleşiyi boğmamak adına şunu belirtip geçeyim. Türkiye Cumhuriyeti herhangi bir şekilde “irredantizm” olarak nitelendirilebilecek eğilimleri bastırmış. Buralarla bağını mümkün olduğu ölçüde zayıflatmış. Bunun somut sonucu da gerek Devlet belleğinde gerek toplumsal bellekte bu topluluklarla ilgili bilginin seyrelmesi, azalması diyelim. Yıllar sonra bu topluluklarla ilişki kurmak gerektiğinde bu bilgi eksikliği doğal olarak yaklaşım yanlışına dönüşüyor. Azeri veya Bulgaristan Türkleri ile kurulan ilişkilerde de bu hatayı rahatlıkla saptayabiliyoruz. “Madem ki, benimle aynı dili konuşuyorsun, o halde ben ne dersem onu yapacaksın aksi takdirde hainsin” gibi çarpık bir anlayış var. Merak eden okuyucularınız Bulgaristan’daki Hak ve Özgürlükler Hareketi ile Türkiye ilişkilerini araştırsınlar örneğin. Benzer bir durum Irak ve Suriye’deki Türkmenlerle de yaşandı.

Uzatmayalım, Türkiye şu veya bu sebeple 1878’de, 1912’de veya 1918’de “anavatan”la bağlantısı kesilen bu toplulukların farklı kültürel ve toplumsal bir gelişme süreci yaşadığını, farklı değerler benimsemiş olabileceğini ya bir türlü kavrayamıyor ya da anlamazlıktan gelmeyi tercih ediyor. Sonuç ise hep aynı: “Bunlar hain, şucu, bucu!”. Neden? Çünkü benimle aynı şekilde düşünmüyor? Türkiye siyasi tarihine bakarsanız bu üsttenci, dayatmacı ve fikren yoksul olduğu kadar da yoksullaştırıcı bakış açısının Türkiye içindeki Devlet-Vatandaş ilişkisinde de hakim olduğunu görürsünüz. Demek istediğim, Kıbrıs Türkü’nün bu anlamda yalnız olmadığı. Türkiye diğer bölgelerden farklı olarak Kıbrıs’ın kuzeyinde araziye de hakim olduğu için bu çarpıklığın olumsuz etkisi daha fazla hissediliyor sadece.

Kıbrıs Türkleri 1878’den beri, başka bir deyişle 143 yıldır var olma mücadelesi veriyor. Türkiye’nin bu mücadeleye dahil olması aşağı yukarı 65 yıllık, Kuzey’deki fiili denetimi ise 47 yıllık bir hikâye. Yani toplam sürenin yarısı bile değil.  Bir buçuk yüzyıla yaklaşan bu süreçte Kıbrıs Türkü bir takım mücadele ve özyönetim şekilleri, kültürel eğilimler geliştirmiş. Bunlar yokmuş gibi yapmak, bunları hiçe saymak, başka bir yönetim altında yıllarca kimliğini kültürünü korumayı ve geliştirmeyi başarmış Kıbrıs Türküne hâlâ bir gece ansızın davulcuya kaçabilecek evin haylaz çocuğu muamelesi yapmak, devlet aklıyla da insan aklıyla da açıklanabilecek bir durum değil.  Bu güvensizlik bana göre ancak Türkiye’nin kendine güvensizliğiyle açıklanabilir.” 


Özelleştirme İngiltere’de de, Türkiye’de de, Rusya’da da Yağmadır
 

Kamu sektöründe her ne kadar yolsuzluk, hantallık ve verimsizlik yaşansa da özelleştirmeyi bir yağma olarak nitelendiren Engin Solakoğlu, AKP’nin neo-liberal bir parti olarak paraya tahvil edilemeyen, rant elde edilemeyen hiçbir şeye değer vermediğinin altını çiziyor.

Son dönemlerin mali protokollerinin en tartışmalı konuları arasına girdiğinden bu konulardaki görüşlerini özellikle dinlemek istiyorum, Engin Solakoğlu’nun ve soruyorum;

Son dönemlerde Su projesinden, adadaki özelleştirilmesi hedeflenen kamu kurumlarına, ardı ardına inşa edilen camiler ve dini temelli eğitim anlayışına bakıldığında, AKP hükümetinin Kıbrıs iç politikası ile ilgili tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şöyle cevaplıyor;

“AKP Türkiye’de yaklaşık 20 yıldır iktidarda. Ülkenin bütün kurumlarını denetimi altına almış. Burjuva demokrasilerinin temel niteliklerinden biri olan güçler ayrılığını dahi ortadan kaldırmış bir siyasi yapılanma. Bu yapılanmanın baskıcı, tutucu, adını tam koyarsak siyasi İslamcı niteliğini konuşuyor, eleştiriyoruz ama bir noktayı atlıyoruz çoğu zaman. AKP bütün bunların yanında ve ötesinde neo-liberal bir parti. Paraya tahvil edilemeyen, rant elde edilemeyen hiçbir şeye değer vermiyor. Türkiye’de ve dünyada esasen kamu kaynaklarının örgütlü şekilde yağmalanmasından başka bir anlam taşımayan özelleştirmeye ilgisini başka türlü değerlendirmek yanlış olur. Kamu sektöründe yolsuzluk, hantallık, verimsizlik yaşanabilir ama özelleştirme İngiltere’de de, Türkiye’de de, Rusya’da da yağmadır. Bunu akılda tutalım. Bizim bölgemizde de başka yerlerde de bu yağmanın halka yutturulmasının en pratik yöntemi dinselleştirmedir. Hakkınızı bu dünyada çatır çatır yerler, size de ahirette hesap sorma seçeneğini bırakırlar.

Kıbrıs özeline gelirsek. AKP ve onun öncülü olan Refah Partisi (RP) için din her zaman önemli bir referanstı” diyor ve o döneme dair çarpıcı bir anısını paylaşıyor.

“RP-DYP Koalisyonu sırasında ben de Lefkoşa’da görevliyken bir ziyaret anımsıyorum örneğin. Kıbrıs’tan da sorumlu Refah Partili bir Devlet Bakanı Ada’ya geldi. Standart programını yaptı. Gece ortadan kayboldu. Küçük çaplı bir panik yaşadık biz diplomat olarak. Öyle ya, konuk bir Bakanı kaybetmek olağan bir şey değil. Gece geç saatlerde ortaya çıktı ki Beyefendi Lefke’ye gitmiş ve tahmin edin bakalım kimin eteğini öpmeye gitmiş? O Beyefendi şu sıra karnından konuşarak da olsa AKP’ye muhalif pozları veriyor.”

Kıbrıs’ın Temel Meselesi İslamdır. Birlikte Halledeceğiz!

 

“…Annan Planı sürecinde AKP bugün hain muamelesi yaptığı, Türkiye’den içeri sokmadığı kişilerle birlikte hareket edip, Denktaş’a ve taraftarlarına parya muamelesi yapıyordu.”

Emekli diplomat Engin Solakoğlu’nun Annan Planı dönemi sonrasında ilişkin paylaştığı bir anı da Türkiye yetkililerinin Kıbrıslı Türklere bakış açısını anlatması açısından oldukça çarpıcı.

Bakı neler anlatıyor, Solakoğlu;

“Annan Planı sürecinden sonra Kıbrıs’tan da sorumlu Devlet Bakanlığı görevine çok önemli ve Hükümet içinde güçlü bir isim geldi. Dışişleri Bakanlığı’nda Kıbrıs’tan sorumlu birimleri brifinge çağırdı. En kıdemsizi benim, diğer iki kişi Genel Müdür ve Müsteşar Yardımcısı. Uzun uzun anlattık. Ben daha çok ekonomik ve toplumsal yapı üzerinde durduğumu anımsıyorum.  Yanında danışmanı olduğunu tahmin ettiğimiz bir kişi vardı.  Bakan bizi sabırla, sözümüzü hiç kesmeden, tek bir soru dahi sormadan dinledi. En sonunda “Bitti mi?” diye sordu. Olumlu yanıtımız üzerine bize mealen “Bir sürü şey anlattınız, en önemlisini atladınız. Ya bilmediğinizden, ki bu işinizi iyi yapmadığınız anlamına gelir, ya da önemsemediğinizden, ki bu da meseleye yanlış baktığınız anlamına gelir. Kıbrıs’ın temel meselesi İslamdır. Yanımdaki Beyefendi de Diyanet İşleri Başkanı Yardımcısı’dır. Birlikte çalışıp bu meseleyi halledeceğiz” dedi.”

Beğenmeyene Kapıyı Gösterecekler

Ve şöyle devam ediyor;

Bunları üst üste koyun lütfen. Özelleştirme, dinselleştirme ve son olarak da özyönetim mekanizmalarının zayıflatılması ve zaman içinde ortadan kaldırılması. AKP Türkiye’de iktidarda kalmaya devam ettiği takdirde bunlar devam edecek. Beğenmeyenlere de kapıyı gösterecekler. Türkiye’de aynen böyle yapıyorlar. Bu söylediklerim yanlış anlaşılmasın “AKP giderse kurtulursunuz” filan demiyorum. Öyle bir durumda da işimiz çok zor. Türkiye’deki düzen muhalefetinin Kıbrıs Türkü konusundaki cehaleti ve hata yapma potansiyeli en az AKP seviyesinde.

İç politika konusunda doğrudan yorum yapmamaya özellikle özen gösteren “KKTC iç politikası hakkında mümkün olduğunca az yorum yapmaya çalışıyorum zira Kıbrıs Türk halkına saygım var” diyen Solakoğlu’nun yine Kıbrıs Türk siyasetine ilişkin yaptığı bir değerlendirme de üzerinde düşünmeye değer cinsten.

“Gerek önceki Hükümetlerin gerek AKP’nin Kıbrıs Türk yönetim mekanizmalarında yaptıkları tahribat Kıbrıslı Türklerin etkin katkısı olmadan mümkün olamazdı.”
 


YARIN

Türkiye Kıbrıs’ı Hiçbir Zaman Bağımsız Bir Ülke Olarak Görmedi

Müdahale Kıbrıs Türk Siyasi Liderliklerinin Tercihinin de Sonucu

Akıncı Türkiye Kaynaklı Çirkin Bir Tavra İlk Kez Hedef Olmuyor

Türkiye’nin Kara Yazgısını Süratle Değiştiremezsek Kıbrıs İçin de Kurtuluş Yok

Bu haber toplam 10231 defa okunmuştur