1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Emekli Diplomat Engin Solakoğlu: ‘Türkiye Kıbrıs’ı Hiçbir Zaman Bağımsız Bir Ülke Olarak Görmedi’
Emekli Diplomat Engin Solakoğlu:  ‘Türkiye Kıbrıs’ı Hiçbir Zaman Bağımsız Bir Ülke Olarak Görmedi’

Emekli Diplomat Engin Solakoğlu: ‘Türkiye Kıbrıs’ı Hiçbir Zaman Bağımsız Bir Ülke Olarak Görmedi’

“Kendi ülkesinde bağımsız yargıya, laikliğe, başta sendikal olmak üzerine herhangi bir örgütlenmeye tahammül edemeyen bir siyasi anlayışın ‘parasını biz veriyoruz’ gözüyle baktığı küçük bir devlete farklı bir yaklaşımı olacağını bekleyemezdik.”

A+A-

* “Annan Planı sürecinde AKP bugün hain muamelesi yaptığı, Türkiye’den içeri sokmadığı kişilerle birlikte hareket edip, Denktaş’a ve taraftarlarına parya muamelesi yapıyordu.”

* “Kendi ülkesinde bağımsız yargıya, laikliğe, başta sendikal olmak üzerine herhangi bir örgütlenmeye tahammül edemeyen bir siyasi anlayışın ‘parasını biz veriyoruz’ gözüyle baktığı küçük bir devlete farklı bir yaklaşımı olacağını bekleyemezdik.”
 

Aysu BASRİ

Son dönemlerde Kıbrıs sorunu ve çözüm süreciyle ilgili başlangıçtan tamamen farklı bir siyaset izlemeye başlayan AKP’nin Kıbrıs politikasındaki değişikliğin nedenlerine dair Kıbrıs’ta da görev yapmış emekli diplomat Engin Solakoğlu’nun değerlendirmelerini alıyorum.

“AKP, Annan Planı sürecinde Kıbrıs'ta çözüm siyaseti ve AB üyeliğini hedef alarak siyasete başladı ancak özellikle son yıllarda artık iki egemen ayrı devletle çözüm olabileceğini söylüyor. Dahası çeşitli senaryolarda KKTC'nin adının değiştirilerek ayrı bir tanınma siyaseti yürütülebileceğinden dahi bahsediliyor oldu. AKP'nin Kıbrıs politikası nasıl bu kadar değişti?” diye soruyorum.

Bakın neler söylüyor;

“AKP ile uzun yıllar çalıştım. Yine de net bir yanıt veremem bu soruya ama temel ve belki de yegâne amacın iktidarda kalmak olduğunu, bunun için mali ve siyasi hiçbir fırsatın kaçırılmadığını amatör bir gözlem olarak söyleyebilirim. Düşünebiliyor musunuz, Annan Planı sürecinde AKP bugün hain muamelesi yaptığı, Türkiye’den içeri sokmadığı kişilerle birlikte hareket edip, Denktaş’a ve taraftarlarına parya muamelesi yapıyordu. Ben o dönemde de CTP’li dostlarımı uyarıyor, Akrep ile kurbağanın hikayesini anımsatıyordum. Her ne ise olan oldu, bugünlere geldik.

Açık söyleyeyim ben iki ayrı devletin bir dönem mümkün olabileceğini düşündüm. O da tam Annan sonrası, diplomatik deyimle “ahlaki üstünlüğün (moral high ground)” bizde olduğu dönemde. AKP’nin tuttuğu altın oluyordu o sıra. AB ve ABD ile canciğer kuzu sarmasıydı Türkiye. Bölgesel ilişkileri mükemmele yakındı. Ekonomi uçuyordu. Gerçekten böyle bir niyet olsaydı o dönem çok uygundu. O dönemde atılmayan bu adımın şimdi atılabileceğini ve başarılı bir sonuç vereceğini düşünmek en hafif deyimle saflıktır. Bu uluslararası denklemde isim değiştirmenin hikmetini anlayabilecek diplomatik bilgiye sahip olmadığımı da söylemek durumdayım. Bu önerinin sahipleri açıklarlar ise öğreniriz.

Şuna da değinmeden geçmek istemiyorum. Türkiye KKTC’yi hiçbir zaman bağımsız bir ülke olarak tanımadığı gibi, tanıtmak üzere de en ufak bir çaba harcamadı. AKP’den önce de sonra da.  Şimdi “tanıtacağız” diyenlere kulak asmak için de bir sebep yok.

Müdahale Kıbrıs Türk Siyasi Liderliklerinin Tercihinin de Sonucu

Türkiye’nin Kıbrıs Türk siyasetinin işleyişine dair müdahalelerin Kıbrıs Türk siyasi liderliğinin tercihinin de sonucu olduğuna vurgu yapan Engin Solakoğlu, destek ve müdahalenin de birbirinden ayrılamayacağını, biri varsa diğerinin de olacağını söylüyor. Özellikle Annan Planı döneminde AKP’nin etkin müdahalesi olmasa o oranın yakalanamayacağına işaret ediyor ve şöyle devam ediyor;

“Türkiye 1950’li yılların sonundan beri Kıbrıs’la ilgileniyor. Daha önce de yazdım ve söyledim. Projedeki emperyalist müdahaleyi ve kurulan devletin işleyebilirliğini sabaha kadar tartışabiliriz ama 1960 Cumhuriyeti müthiş bir diplomatik başarıdır, Türkiye ve Kıbrıs Türkleri için. Müdahale gerçeğinin ve sakatlığının sebeplerini ilk soruya verdiğim yanıtta açıklamaya çalıştım.  Diğer yandan Kıbrıs Türk siyasi liderliğinin tercihinin de sonucudur bu.

Aksini düşünebilir miydik? Emin değilim. Açık söylemek gerekirse destek ve müdahale birbirinden ayrılacak iki kavram değil. Biri varsa, öteki de var. Mesele bunun modalitelerinde düğümleniyor. Kıbrıs Türk toplumunda beliren ve Türkiye’ye ilk bakışta yanlış gelen eğilimleri sağlıklı şekilde tahlil edip gerekli adaptasyonu yapmak öncelikle Türkiye’nin göreviydi. Yapmadı. Buyurmak, dayatmak daha kolay geldi. Bu eğilimin yıllar içinde iniş çıkışlarla devam ettiğini ve zaman içinde iki tarafta da bir tür alışkanlık haline geldiğini söyleyebilirim. Nesnel bakarsanız Annan Planı sürecinde de benzer bir müdahaleyi görebilirsiniz. AKP’nin etkin müdahalesi olmasa da referandumda o oranı bulabilirdik diyen varsa, bölge bölge tartışabiliriz.

Akıncı Türkiye Kaynaklı Çirkin Bir Tavra İlk Kez Hedef Olmuyor

Özellikle son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan yönetimi neden bu kadar taraf oldu ve açık müdahalede bulundu? Bunu sırf Mustafa Akıncı ile farklı düşünmeye yorabilir miyiz yoksa bu tavrın ardında daha farklı bir hedef mi vardır? diye soruyorum bu kez Engin Solakoğlu’na. Şöyle yanıtlıyor sorumu;

“AKP’nin dünya görüşü belli. Mustafa Akıncı’nın da öyle. Zıt kutuplar desek abartmış olmayız. Peki Akıncı’nın ilk döneminde bu bir sıkıntı yaratmaz iken neden sonra yarattı? O sorunun yanıtını Kıbrıs’ta değil Türkiye’de, ülke içi siyasi dengelerde aramak gerekiyor. Hedef tam hegemonya tesisi  olunca Akıncı yanlış bir isim haline geldi. Burada herkesin bildiklerini yineleyerek zaman yitirmek yerine bana göre üzerinde yeterince durulmayan  başka bir-iki konuya değineceğim.

Türkiye’deki düzen muhalefeti KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde skandal ölçeğinde bir yanlış yaptı. Kendine Kemalist, cumhuriyetçi, sosyal demokrat filan diyenler parti flamasına bakarak aday destekleme hatasına düştüler. Türkiye’de kendine muhalif diyen kanallarda bile Akıncı’yı “Rumcu, AB’ci” filan diyen niteleyen, KKTC’nin açılımını bile doğru söyleyemeyen sözde uzmanlar konuşturuldu. Bunun bir kısım Kıbrıs Türk seçmeni üzerinde de ciddi etkisi oldu. Bu kesimlerin şimdi içinde bulunduğumuz durumdan ders aldıklarına dair somut işaretleri de göremiyorum. Bu da Türkiye-KKTC ilişkilerinin geleceği bakımından umut verici değil.”

Bu konuya giriş sebebine ilişkin anlattıkları da son derece çarpıcı, Solakoğlu’nun. Bakın yaşadıklarıyla neler anlatıyor;

“Bu konuya neden girdim biliyor musunuz? Akıncı’nın Türkiye kaynaklı çirkin bir tavra ilk kez hedef olmadığını anımsatmak için. Gazetenizin arşivlerinde duruyor olmalı. Mustafa Akıncı Başbakan Yardımcısı’yken bir tören sırasında Türkiye’den GKK Komutanı olarak gönderilen bir Tuğgeneral’in son derece ağır hakaretlerine uğradı. Herkesin ortasında, kamuoyunun gözü önünde. Bu hakaretleri kendisine has nezaketiyle yanıtladı elbette. Ben o sırada Kıbrıs’tan da sorumlu Devlet Bakanı’nın Kıbrıs Danışmanı olarak görev yapan genç sayılabilecek bir diplomattım. Olayı öğrendiğimde gazete kesitleriyle Bakan’a gittim. Türkiye’nin atanmış bir memurunun Kıbrıs Türkü’nün seçilmiş bir temsilcisine alenen hakaret etmesinin tam da Kıbrıs Rum tarafının görmek isteyeceği bir manzara olduğunu, o Tuğgeneral’in derhal Ada’dan çekilmesi, GKK’nın başına da mutlaka bir Kıbrıslı Türk getirilmesi gerektiğini söyledim. Bakan -en azından benim ateşli çıkışlarıma karşı- anlayışlı, demokrat bir adamdı. Hak verdi. Başbakan Ecevit’le konuyu ele alma sözü verdi. Bildiğim kadarıyla aldı da. Ayrıntıları tam anımsamıyorum ama sonuçta şu oldu. O general süresi bitiminde Ada’dan çekildi ve terfi ettirildi. GKK’nın başına Kıbrıslı Türk bir tuğgeneral getirilmesi önerisi biraz daha ciddiyetle ele alındı ve gerçekleştirildi. Gelin görün ki, o güne kadar Tuğgeneral seviyesinde komuta edilen GKK’nın başına Türkiye’den bir tümgeneral atandı.

Demem o ki, Kıbrıs Türkü’nün ve Mustafa Akıncı’nın Türkiye ile sınavı AKP’yle sınırlı değil ne yazık ki!

Türkiye’nin Kara Yazgısını Süratle Değiştiremezsek Kıbrıs İçin de Kurtuluş Yok

“Hedef, AKP Türkiyesi’nde ne varsa Kıbrıs’ın kuzeyinde de onun olması” diyen Engin Solakoğlu, “AKP, Türkiye’deki uzun iktidarı elverdiği için her alana el attı. ‘Ezber bozma’ mottosuyla eskiden de kötü olan veya zaman içinde bozulmuş olan bazı yapılar da dahil, Cumhuriyetin bütün kazanımlarını ortadan kaldırarak yerine daha da kötülerini koydu. Şimdi sıra KKTC’ye geldi” şeklinde devam ediyor ve şunları söylüyor;

“Kendi ülkesinde bağımsız yargıya, laikliğe, başta sendikal olmak üzerine herhangi bir örgütlenmeye tahammül edemeyen bir siyasi anlayışın ‘parasını biz veriyoruz’ gözüyle baktığı küçük bir devlete farklı bir yaklaşımı olacağını bekleyemezdik. Hedef AKP Türkiyesi’nde ne varsa Kıbrıs’ın kuzeyinde de onun olması. Kıbrıslı kimi dostlarım kızıyorlar ama benim durup durup Türkiye’nin bu kara yazgısını süratle değiştiremez isek, Kıbrıs Türkü için de kurtuluş yok dememin sebebi bu esasen.”
 

“Artık sadece talimatlar uygulanıyor, tartışılmıyor”

Emekli Diplomat Engin Solakoğlu, Türkiye-KKTC arasında imzalanan, gerek içeriği gerekse tartışılma şekli çokça gündem olan mali protokollerin hazırlanmasında, müzakere edilmesinde işin mutfağında çalışmış. Konuların salt neo-liberal politikalarla ele alınmayacağı, Kıbrıslı Türklerin kendine özgü varlık yapılarına da işaret ederek, bu müzakerelerde çoğu zaman Kıbrıs Türk tarafı lehine değişiklikler yapabildiklerini anlatıyor ve bu süreçlerde Mr No olarak anıldığını… O döneme dair altını çizdiği noktalar oldukça dikkat çekici. Şöyle konuşuyor;

“Geçmişte bu protokollerin hazırlanmasında, müzakeresinde görev aldım. TC-KKTC ilişkilerinin ekonomik ve ticari boyutunu ele almakla görevli Teknik Heyet’te Dışişleri Bakanlığı’nı temsilen bulundum. Yine AKP dönemiydi ama o sırada Kıbrıs politikasında Dışişleri’nin belirli bir ağırlığı vardı. Türkiye’deki ekonomi bürokratlarının salt ekonomik gerekçelerle, hatta biraz daha açarsak piyasacı, neo-liberal perspektifle getirdikleri hükümlere, özellikle de bu hükümlerin ültimatom gibi mali yardım şartı haline getirilmelerine karşı çıkabiliyorduk. Bunu yaparken KKTC’deki ekonominin sadece ekonomi olmadığını, liberal anlayışla çelişse de meselenin bir jeostratejik boyutu bulunduğunu, atılacak adımların Kıbrıs Türk halkının esasen Türkiye’nin Ada’da bulunmasını meşru hale getiren varlığını tehlikeye düşürmemesi gerektiğini öne sürüyor ve kabul ettirebiliyorduk. Şayet o dönemde Büyükelçi kariyer diplomatı ise, O da bize mutlaka destek oluyordu. O heyette benimle birlikte görev yapan birçok ekonomi bürokratı benimle “Mr. No” diye dalga geçiyorlardı o zaman. Şimdi artık bunu yapmak ne Kıbrıs özelinde, ne de başka konularda mümkün.

Bunu vurgulamak istememin en önemli sebebi de Türkiye kaynaklı olumsuzlukların sorumluluğunu devletin Ada’daki askeri veya sivil temsilcilerine yükleme kolaycılığına düşülmemesi konusunda Kıbrıslı Türk dostlarımı uyarma ihtiyacı duymam. Karşınızda sizi sevmeyen, size kötülük yapmak isteyen değil, Ankara’dan gelen her türlü karakuşi talimatı uygulamak dışında seçeneği bulunmayan kişiler var artık.



YARIN

Üretim Yükselse de Bağımsızlık ve Özerklik Güçlenemeyecek

Yan Yana Durmak Gerek ama AKP Düzenine Karşı Başarı Şansınız Sınırlı

Uzun Yıllar Hatırlanacak Bir Ziyaret

Bu haber toplam 4795 defa okunmuştur