En az yarısı!
İddia ediyorum, ilk seçimde sandığa giderek oy verecek olanların “en az yarısı” Türkiye'ye giriş yasağı uygulanan basın danışmanının farkında değildir.
Bakanlık pazarlıklarını ve arsa taleplerini hiç duymamışlardır muhtemelen...
Pek çoğu Başbakan’ı yolda görse tanımaz, bakanların kim olduğunu da umursamaz.
Başbakan'ın kız kardeşini, bir diğer bakanın dünürünü, öbür bakanının kız kardeşinin kızını istihdam ettiğini de söyleyen olmamıştır.
Bakan şoförünün düğün davetiyesi dağıttığını işitseler de pek yadırgamazlar.
***
Nereden bilecekler?
Çünkü ilk seçimde oy verecek insanların en az yarısının ne sosyal medyaya girecek zamanı ne siyasi dedikodu dinleyecek dermanı vardır.
Bu yazıyı okuma-yazma ihtimalleri de yoktur zaten!
Siyasetin en önemli sorunu da kendi mahallesine hapsolmasıdır çoğu zaman…
***
Kıbrıs sorununun tarihsel kökenini ya da Garantörlük Anlaşması’nın aslında Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını garanti ettiği gibi yüksek siyaseti ilk seçimde oy vereceklerin yarısından çoğu bilmez.
Meclis binasının aslında Kıbrıslı Rum’a ait Dianeollos sigara fabrikası olduğunu, iki yüz bin insanın evinden kovulduğunu, bir başkasının toprağında devlet kurulduğunu, Kıbrıs kökenli birinin Güvenlik Kuvvetleri Komutanı olamayacağını anlatsanız da çoğuna ninni gibi gelir.
***
Organize bir yalan mütemadiyen yineleniyor ve gerçek üstü bir tablo çiziliyor ısrarla, ne kadar çok tekrar edilirse, o kadar fazla insanın inanacağı teorisinden hareket ediliyor.
O yalan Kıbrıs’ın kuzeyinde gerçek bir demokrasi, egemenlik, irade, devlet olduğudur.
Üstelik bunu en yüksek sesle haykıranların kendileri “yalan” olduğunu biliyor.
Çünkü o iradeyi, demokrasiyi, egemenliği kendileri çiğniyor.
***
Suç, ne olup bittiğini duymayanlarda değil pek tabii…
Dedik ya siyaset ve medya çoğunlukla aynı “mahalle”ye ses veriyor.
Hele “sol”un işi daha zor!
Çünkü sol “mevcut düzen”i değiştirmek adına ayağa kalkar, direnir, sorgular.
Halbuki çoğunluğun isteği mevcut düzenin korunacağı bir çözümdür.
Hem düzen korunacak, hem de dünyaya bağlanılacaktır!
Göremediğimiz ya da görmezden geldiğimiz gerçek açıktır, bu “düzen” değişmediği sürece TC-KKTC ilişkilerinde çok bir değişiklik beklemek hayaldir.
***
Ne kadar acıdır, Türkiye’den gelen makamların en önemli söylemi “mali yardım” ötesine geçemiyor.
Her geldiklerinde kaç para verdiklerini anlatıyorlar.
O kadar para da gelmiyor üstelik!
Birkaç haftada bir aynı rakamlar böbürlenerek söyleniyor.
Bir yurt, bir toplum, bir kimlik “açık artırma” ile satın alınmış gibi duruyor.
***
Kıbrıs’ın kuzeyinde etkin ve fiili kontrol tamamıyla Türkiye’ye geçmiştir.
Bunun en temel sebebi “güç”tür.
Hem mali güç, hem de askeri!
74 sonrası ganimet üzerine inşa edilen pratiği sürdürmek için de böylesi bir güce ihtiyaç vardır.
Yine de göremediğimiz şudur.
Hani derler ya, “Elli senedir federal çözüm görüşüyoruz da ne oldu…”
Çözüme henüz ulaşılmadığı için “ne olduğunu” görme şansımız yoktur.
Ama elli yıldır, adanın kuzeyinde “ayrı devlet iddialı” bir yapılanma vardır ve halimiz ortadadır.
İçinde yaşadığımız bataklık “Birleşik” değil “Bölünmüş” Kıbrıs’ın ürünüdür.
***
Bir kesim bir çözümde evinden olacağını düşünüyor.
Bir başka kesim çözümsüzlükte!
Aslında “yurtsuzluk” korkusu ortaktır ama kaygılar başka başka…
Kiminin derdi geçimdir, kiminin varlık!
Kimi bir gelecek istiyor, kimi bugünü kurtarmak yalnızca!