En büyük isteği, Kıbrıs sorununun çözümüydü...
Yılların barış atkivisti, iki toplumlu etkinliklerin gerek organizatör, gerekse aktivist olarak değişmez siması Spiros Hacıgrigoriu, geçtiğimiz hafta hayata veda etti... Yaslı ailesine başsağlığı diliyoruz... Spiros Hacıgrigoriu, Yeni Kıbrıs Derneği’nin kurucuları arasındaydı, ayrıca Yorgos Vasiliu’nun partisi EDİ’nin yetkililerindendi uzun yıllar boyunca... İki toplumlu siyasi parti toplantılarının, Kıbrıslılar’ın Sesi iki toplumlu grubunun ve diğer pek çok iki toplumlu organizasyonun her zaman içerisinde bulunmaktaydı...
Kendi evinde yıllarca iki toplumlu grupları ağırlayan Spiros Hacıgrigoriu, yakın tarih boyunca Kıbrıs’tan gelmiş geçmiş Birleşmiş Milletler diplomatlarıyla paylaştığı anıları da kitaplaştırmıştı...
Sprios Hacıgrigoriu, geçtiğimiz yıllarda da kızı Marianna’yı ve ardından da eşi Dimitra’yı yitirmişti... Bu iki ağır darbe onu çok sarsmıştı...
Spiros Hacıgrigoriu’yla iki toplumlu etkinliklerde hep bir arada oluyorduk, en büyük isteği Kıbrıs sorununun çözümüydü... “Ben ölmeden çözülsün artık, dayanamıyorum” diye yakınıyordu sürekli olarak...
Spiros Hacıgrigoriu’nun en büyük isteği, köyü Yerolakko’ya (şimdiki adıyla Alayköy) defnedilmekti... “Öldüğüm zaman Yerolakko’ya gömülmek isterim” diyerek aklınıza gelebilecek bütün politikacılarla görüşmüştü – görüştükleri ve Yerolakko’ya gömülmesi için yardım istedikleri arasında Mehmet Ali Talat, Ferdi Sabit Soyer, Serdar Denktaş gibi politikacılar vardı... Ersin Tatar’la da ahbaplığı vardı, Spiros Hacıgrigoriu muhasipti ve Ersin Tatar da muhasip olduğu için ahbaplıkları oradan geliyordu – hatta Lefkoşa’da kendi evinde iki toplumdan barış atkivistleri için düzenlediği çok kalabalık bir etkinlikte, Ersin Tatar’ı evinin bahçesinde sahneye konuşmacı olarak çıkarmıştı... Barikatların açıldığı günlerdi... Aslında o etkinlikte Ulus Irkad arkadaşımızın konuşmacı olması planlanmış ancak son anda Spiros Hacıgrigoriu, Ulus Irkad’ın yerine Ersin Tatar’ın konuşmacı olmasına karar vermiş... Bunu da seneler sonra öğrenmiş olduk...
Spiros Hacıgrigoriu, Jus Bayada, Petros Yasemidis ve Bekir Azgın, sürekli olarak bir araya gelip sohbet etmekteydiler... Yanlış hatırlamıyorsam her Salı Spiros’un evinde buluşmaktaydılar... Bu buluşmalardan birine ben de katılmıştım fakat konular hep siyaset olduğu için biraz sıkılmıştım...
Spiros, ölünceye dek bu topraklara barış gelsin diye çırpınıp durdu – barışı savunmayı, iki toplum arasında köprüler kurmaya çalışmayı bir “hobi” olarak değil, bir hayat tarzı olarak benimseyip uyguladı... Onun için barışı savunmak “moda” olduğu zaman yapılan, sonra da bir kenara fırlatılıp atılan bir şey değildi... Onun için barışı savunmak, yaşamsal birşeydi... En önemlisi de, Kıbrıslıtürkler’i dinliyor olmasıydı – çeşitli konularda neler düşündüğümüzü sorardı, anlamaya çalışırdı... Dinlerdi... Barışı tek başına hiçbir toplumun bu topraklara getiremeyeceğini, ancak işbirliği yaparsak, birbirimizi dinleyip anlarsak ve birlikte ortak bir vizyon geliştirip birlikte hareket edersek bunun mümkün olabileceğinin bilincindeydi...
Kıbrıs barış hareketi çok değerli bir evladını yitirdi... Ailesinin ve dostlarının acısını paylaşıyoruz... Dinince dinlensin...
“Spiro amca, 47 yıl önceden başlayan dostluk ve bu sana son vedamdır...”
Ulus Irkad
Sevgili Spiro amca,
Ölüm haberini alır almaz çok üzüldüğümü buradan sana açıkça yazıyorum. Sanırım cenazende bulunamayacağım. Pandeminin getirdiği sağlık sorunları hepimizi engelledi. Senin gibi daha birçok tanıdığın cenazesine gidemedim. Gerçi bizim hem ailesel, hem de kişisel kurduğumuz dostlukların en köklü dostluklar olduğunu buradan yazmam gerekir. Biz akraba gibiydik…
Seninle bizim ailemiz arasındaki bağı hiçbir engel ortadan kaldıramaz. Tüm ailenin, tüm aile yakınlarının, yakından duydukları üzüntünün aynısını ben de sana duymaktayım. Biliyorum, Marianna ve Dimitria Teyzenin kayıpları seni oldukça etkilemişti. Fazla dayanamayacağını da biliyordum. Buradaki bu kısıntılı sayfalarda, 47 yıl önceki ortamı ve senin bizim aile ile aramızdaki akrabalık derecesindeki yakınlaşmayı tüm Kıbrıslılara yazmak istiyorum. Bunu yazmazsam sanırım bu sana yazdığım veda mektubunun pek de önemi kalmayacak.
Savaş yeni bitmişti. Hepimiz de korku içindeydik. Galiba Eylül ayıydı. Yıllardan 1974… Baftayız… Evde oturuyorduk ki ansızın ön kapının çalındığını duydum. Seslendim. Dışarıdan İngilizce olarak seslendi birileri. Gerçekten çekinerek ve korkarak kapıyı açtım. 1974’ün acı olaylarının olduğu tarihten henüz birkaç hafta geçmişti. Kapıyı açar açmaz da karşımda seni, Ürdünlü eniştemiz Malik Said’in yeğeni Ziyad’ı ve Cisonergalı yeğenin Themos’un kardeşi Nikola’yı bulmuştum. Sen o zamanlar sanırım kırklı yaşların ortalarında, kısa boylu, beyaz saçlı, gözlüklü ama saçlar da modaya uygun, 74 modası uzunluğunda ve takım elbise giyiyordun. Hafifçe doluydun. Babam da eve gelince babamı hemen tanımıştın. Cardiff’te birlikteydiniz. Babam ve sen birbirinize sarılarak kutladınız bu buluşmayı. Bir anda neşeli bir ortamla dolmuştu evimiz. Ziyad, zaten savaş öncesi de High Technical Institute’de (Yüksek Teknoloji Enistitüsü’nde) okuduğundan dolayı hafta sonları bize gelmekteydi. Sizi de bize o getirmişti. Bu arada Ziyad’ın daha sonra kaybolmasıyla senin, BM ve Kızıl Haç’la birlikte, ta Baf’a gelerek onu araman ama onun bir kız arkadaşının babasına, Girne Dome Otel’de mektup verirken Türk askerine yakalanması ve Ankara’ya kadar götürülmesi olayından dolayı senin ve bizim ailelerimizin çektikleri üzüntüleri de çok iyi hatırlıyorum. Ziyad, aradan uzun bir müddet sonra tekrar Ürdün’den Kıbrıs’a gelip eğitimini tamamlayacaktı. O, şimdilerde Avsutralya’da yaşıyor. Orada üçüncü izdivacını yapmış durumda. Belki Nikola’dan öğrenmiştin, bilmiyorum. Sen “Yeni Kıbrıslılar” Derneği üyelerindendin. Ama şunu da ilave ediyordun konuşmalarına; Sosyalist EDEK Partisi mensubuydun. Çok okuyordun ve de Devrimci bir demokrattın. 15 Temmuz 1974 Darbesi sırasında “EOKA B” milislerinden nasıl kurtulduğunu anlatmıştın o gece bize. Babamla Cardiff anılarınızı yadetmiştiniz. Sonra bize “Yeni Kıbrıslılar” Derneğinizin bir broşürünü vermiştin. Savaşın yaralarını arkadaşlarınla kapatacaktınız. Okulları açacak, Baflı Türklere para ve yiyecek yardımı yapacaktınız. Daha savaşın yansımaları devam ediyordu. “EOKA B” daha etkindi ve polis dahil birçok yerlerde adamları vardı. Buna rağmen kolları sıvadın arkadaşlarınla. Sosyal Yardım Dairesi’nden arkadaşların, Jüs Bayadalar, sen ve diğerleri, aklıma gelmiyor şimdi isimleri... Baf’taki aydınlarla birlikte, örneğin babamla da bir koordinasyon içinde, derhal halka para ve yiyecek yardımına başladınız. Hemen hemen her hafta sen, Dimitria Teyze, Nikola ve Yula ile önce Cisonerga’ya sonra da bize gelmenizi bekliyorduk çünkü bu toplantılar rutin oluyordu artık. Aramızda aile ve akraba sıcaklığı başlamıştı. Benim derhal İngiliz Okulu’na yazılmamı istiyordun. Okulsuzluk kötü bir durumdu. İlkokul çocuklarının da başıboş kalmaları seni çok bozuyordu. Okullar derhal tamir edilmeli ve açılmalıydı. Kıbrıs Cumhuriyeti ve Makarios yardıma hazırdı. Elbette her iki toplumdan belli, bazı unsurlar buna karşıydılar ve bu iyi niyetin olaylarla nasıl baltalandığına şahit olmuştuk. Limasollu ailelere Trodos Dağlarında yapılan katliam sanırım ilk darbeydi. Gene de yılmamıştın. Baf, Akel Milletvekili Mavronikola ile beni ve babamı bir taksi ile Lefkoşa’ya getirmiş ve İngiliz Okulu müdürü ile görüştürmüştün. Ne yazık ki Müdür çok olumsuz konuşmuştu. Savaş ve üslerdeki Türk nüfusun taşınması sırasında ailesine bile yapılanlardan dolayı benim İniliz Okulu’na gitmemi tavsiye etmiyordu. Bu durumdan dolayı senin moralin bozulmuştu. Senin amacın, Kıbrıslıtürkleri ne isterse olsun Güney’de tekrar hayata başlatmak ve taksimi engellemekti. Babamla o günlerde Federal Kıbrıs üzerinde terminolojik konuşmalarınızı hatırlıyorum. Sana göre de taksim yani bölünme, Kıbrıs halklarına acılar getirecekti. Bu nüfusların hareketini de normal karşılamıyordun. Sana göre her iki toplum da bedbaht olacaktı. Nitekim oldu da…
Sonra 1974 sonrası seninle ben Aziz Nesin’in Güney ve Kuzey Kıbrıs’ı ziyaretinde tekrar buluşmuştuk. Sen sanırım Lissaridis’le artık yolunu çoktan ayırmıştın. Onun yeterli şekilde liberal olmamasından ve de milliyetçi olmasından şikayetçiydin ve EDEK’in milliyetçiliğe yenilmesinden dolayı eleştiriler yapıyordun. Vasiliu ile birlikte hareket ediyordun. 1974 yılında olduğu gibi gene hareketli dinamik ve aynı fikirleri savunuyordun. Kıbrıs bölünmemeli tekrar birleşmeliydi. Doğrusunu söylemek gerekirse ben de seninle aynı fikirleri savunuyordum.
Sevgili Spiro amca, Seninle, Dimitria teyzeyle, beni Baf’ta yalnız bırakmayan Nikola ve de birkaç defa karşılaşıp tanıştığım yeğenin Yula Hanımefendi arkadaşlarımı da unutmadım. Nikola ile yaptığımız siyasi konuşmalar hep aklımda… Aslında Nikola ile o sohbetlerimiz de beni hep okumaya ve bilgi sahibi olmaya itti. Bir de senin engin bilgilerin, kütüphanenin zenginliği de beni çok etkiledi. Bu arada beni ve babamı 1975 yılında Baf’tan Lefkoşa ziyaretimizde tanıştırdığın Mütevvefa EDEK eski lideri Lissaridis, AKEL Millertvekili Mütevvefa George Savvidis ve elbette Mütevvefa Baf Akel Milletvekili Mavronikola’yı da unutmadım. George Savvidis’in insancıl ve de nazik konuşmaları da hep aklımda. Bu arada Mütevvefa Baf AKEL milletvekili Mavranikola’nın söylediği şu sözler de hep aklımda: “Eğer insanlar bir ana ve babadan geldiklerini takdir etselerdi, savaşlar olmazdı”… O gün yani Lefkoşa ziyaretimizde sizin evinizde Dimitria Teyzemizin hazırladığı o leziz yemeklerin de inan hala tadları damağımda. Hele hele küçük Mariannamızın bana Rumca hikayeler okuması, oyuncaklarını çıkarıp benimle birlikte oynamak istemesi ise nasıl unutulur ki? Önce onu kaybetmiştik ya…Onun da Dimitria Teyzemizin de acısı büyük oldu Spiro Amca, çok iyi biliyorum. Marianna için yazdığım makaleden sonra Dimitria Teyzemizle bana açtığın telefon sonra onun kaybıyla beni tekrar araman ve geçenlerde bir kahve içmek için annemle beni bir kahve içmek için davetini de unutamadım…
Bugün seni sonsuzluğa uğurluyoruz. Cenazene sağlık nedeniyle katılamıyorum. Tüm Dimitriu ve Ekonomu ailesine, tüm Cisonergalılara, Themos ve Nikola arkadaşlarıma başsağlığı diliyorum. Babama, Dimitria teyzeme, Mariannacığımıza hepsine selam söyle. Yıldızlar yoldaşın olsun dinamik, devrimci, demokrat ve hümanist amcam. Seni çok özleyeceğiz…
“En çok istediği şey, Yerolakko’ya defnedilmekti...”
Themos Dimitriu
“Spiros bizden her zaman kendisini Yerolakko’ya defnetmemizi istedi durdu... Kıbrıs’la ilgili her konuşmasında bunu söyledi... Her bir arkadaşına bu düşüncelerini söyledi – pek çok ortak arkadaşımız vardı... İktidarda olan her bir şahsa yani bu arzusunu yerine getirmekte yardımcı olabilecek her bir kişiye bunu söyledi.
Spiros, her zaman Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesini istedi... Kıbrıs’ın ikiye bölünmesinden bu yana, onun kendine özgü siyasi aktivitesi, Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ı birbirine yakınlaştırmaya çalışmaktı...
Spiros’un siyasi felsefesi, Barış Hareketi’nin yöntemlerine dayanıyordu, Bertrand Russell’ın, kendi kuşağından insanların sosyalizm mücadelesi yolundaydı... Belirsiz bir gelecek değildi bu... Hatırlarım da 1968’de Paris ve Prag’taki başkaldırılardan sarhoş olmuş vaziyette Kıbrıs’a döndüğümde, beni anlayabilen tek kişi oydu çünkü 68 kuşağının öğrencilerinin ve işçilerinin vizyonunu görebiliyordu...
Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesi hedefi uğruna her tür başka siyasi eylemi feda etmekteydi o...
Onu Yerolakko’ya defnetmemiz gerekiyordu... Ancak biliyorsunuz Spiros, onu tam olarak nereye defnedeceğimiz hakkında ipucu da vermiyordu... Kaybetmemek için savaşmaktı tüm isteği... Onu seven bizlerden de tek isteği, Kıbrıs için, Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesi için, Kıbrıslırumlar’la Kıbrıslıtürkler’in sıkı bağlarla birbirine bağlı olabilmesi için mücadeleyi devam ettirmemizdi... Onun Yerolakko’da gömülme isteği de ırkçı bir araç değil, adamızın yeniden birleştirilmesinde bir simgeydi...
Marianna ve Dimitra’dan sonra Spiros da aramızdan ayrıldı... Şimdi artık Marios’un, Dimitrulla’nın ve Andros’un başetmeleri gereken yeni bir kayıpları var... Tümümüz için de böyle, onu yani Spiros’u uzaktan ya da yakından tanımış olan herkes için de böyle... Tümümüz de sonsuza dek onun düşüncelerinden küçük bir parça taşıyacağız içimizde... Hoşçakal sevgili Spiros...”