En kritik gün
Birleşik Krallık yarın, muhtemelen siyasi tarihinin en önemli oyunu kullanacak.
Son dört buçuk yılda üçüncü kez bir genel seçim için sandık başına gidecek olan seçmen, yarın sadece önümüzdeki dönemde ülkeyi yönetecek partiyi seçmekle kalmayıp, aynı zamanda ülkenin geleceği için hayati önem taşıyan Brexit konusunda da bir seçim yapacak.
Ya ‘ayrılık’ taraftarlarına ‘proxy’ verecek, ya da diğerlerine, ikinci bir referendum hakkı!
Görünen o ki yarından sonra, Brexit ‘düğümü’ ‘ayrılma’ yanlılarının lehine çözülecek.
Anketler yanılmıyorsa, Muhafazakar Parti oyların %42-43’ünü alarak, parlamentoda nihayet çoğunluğu elde edecek ve Johnson Hükümeti’nin Brexit ‘hülyasını’ gerçekleştirebilmesinin önündeki bütün engeller ortadan kalkacak.
Muhafazakar Parti’nin şu anda parlamentodaki milletvekili sayısı, son dönemde gerçekleşen istifaların ardından sadece 298. Oysa çoğunluğu sağlayabilmeleri için 326 koltuğa ihtiyaçları var. Haziran 2017 seçiminde %42.4 ile 318 milletvekili çıkaran parti, anketlere göre yarınki seçimde yine yaklaşık aynı oy oranında seyredecek, ancak bu kez 345 sandalyeye yükselecek.
Yine aynı anketlere göre İşçi Partisi ise 2017 seçiminde 262 olan ancak son dönemdeki istifalarla 243’e gerileyen sandalye sayısını daha da düşürecek ve %32-33 oy oranıyla, sadece 224 milletvekili kazanabilecek.
Seçim sistemi nedeniyle, Birleşik Krallık’ta anketlerin yanılma payları yüksek ancak ülkede şu andaki genel havayı soluduğunuzda, sandıktan ‘tam kapasite’ bir Muhafazakar Parti Hükümeti çıkma ihtimalinin az olmadığını, görebiliyorsunuz.
Böylesi bir sonuç, yine mevcut seçim sistemi nedeniyle, halkın Brexit konusundaki ‘son’ pozisyonunu birebir yansıtmayacaktır, bunu da burada ayrıca not etmekte fayda var. Yani yarın bir genel seçim değil de ikinci bir AB referandumu yapılsa, ayrılma taraftarları sandıktan muhtemelen aynı güçle çıkmayacaktır, hatta bu kez AB’de kalma yönünde oy kullanacakların oranının, Haziran 2016 referandumunun aksine, çoğunluğa ulaşabileceği de varsayılmakta.
Ancak yukarıda da altını çizdiğim gibi, seçim sistemi, Birleşik Krallık’ta, alınan oyla paralel bir temsiliyet sağlamıyor.
Muhafazakar Parti’nin bir azınlık hükümeti pozisyonundan, bir çoğunluk hükümeti pozisyonuna geçmesi ihtimaliyle karşı karşıya kalınması, aslında oylarını yükseltmelerinin, yani Brexit taraftarlarının artmasının bir yansıması değil. Tam aksine bu, İşçi Partisi’nin oylarının düşmesiyle, yani bir anlamda ‘AB yanlısı’ oyların, başka partilere dağılmasıyla çok daha doğrudan bağlantılı.
Peki İşçi Partisi, neden kan kaybediyor?
Brexit süreci, neden İşçi Partisi’ne bu denli pahalıya patlıyor?
Bu sorunun yanıtı önemli, ancak buna yanıt vermeden önce, bilmeyenler için, yazı boyunca atıf yaptığımız seçim sistemini kısaca anlatmakta fayda var.
Birleşik Krallık’ta yürürlükte olan dar bölge seçim sistemi, birçok konuda önemli faydalar sağlasa da, seçmen iradesinin parlamentoya sağlıklı yansıması anlamında sorunlu bir sistem. Parlamento, yani Avam Kamarası (House of Commons), 533’ü İngiltere, 59’u İskoçya, 40’ı Galler ve 18’i Kuzey İrlanda’dan olmak üzere, toplam 650 milletvekilinden, dolayısıyla da 650 seçim bölgesinden (constituency) oluşuyor. Her bölgenin bir milletvekili çıkardığı bu seçim sisteminde, en çok oyu alan adaya verilen oyların dışındaki bütün oylar, deyim yerindeyse çöpe gidiyor.
Güzel bir örnek, Galler’deki Ceredigion seçim bölgesi.
2017 seçiminde kazanan adayın aldığı oy oranı %29.2. Yarışı ikinci sırada tamamlayan adayın oy oranıysa, %29. Sonrasında ise diğer adaylar sıralanıyor.
Toplam 39 bin 767 oyun kullanıldığı bu seçim bölgesinde, sadece 104 oyluk farkla, ilk sıradaki aday parlamentoya gidiyor, ikinci sıradaki ise, amiyane tabirle, mahalleye…
Oyların %29.2’si parlamentoda, 70.8’i, olduğu gibi çöp kutusunda.
Toplamda alınan oy oranının, temsiliyet bağlamında doğrudan hiçbir etkisi yok.
Böylesi bir sistemin içerisinde, şans faktörü de tabii ki her zaman büyük partilerin lehine çalışıyor.
İşçi Partisi neden kan kaybediyor sorusuna dönecek olursak, bunun yanıtı da aslında çok basit; işin özünde, Brexit ve partinin Brexit konusunda takındığı tavır var, ya da aslında daha doğru tabirle, tavırsızlık!
Partiler bu seçimde, diğer iç meselelerde ne gibi icraatların altına imza attıkları ya da ne tür bir siyaset vadettiklerinden çok, Brexit politikalarıyla sınanacaklar ve Jeremy Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi, AB taraftarları için, tam anlamıyla bir hayal kırıklığına dönüştü.
Seçim uğruna nihayet, ‘eğer seçilirsek ikinci bir referanduma onay vereceğiz’ diyerek, 3 ay öncesine göre oy potansiyelini biraz da olsa artırmayı başarsa da, parlamentoda çok hayati oylamaların yapıldığı son bir yılda bu konuda Corbyn’in gösterdiği sinik tavır ve hâlâ bugün , parlamentodaki diğer tüm siyasi partilerin aksine, açık açık partisinin Brexit konusundaki duruşunu dile getirmekten kaçınmasının maliyeti ise, sadece seçim sonuçları özelinde İşçi Partisi’ne dönmekle kalmayacak.
Güçlü bir lider partiye ihtiyacı olduğu halde, Corbyn’in bu tavrı nedeniyle ‘savunmasız’ kalan AB yanlısı mücadele de böylelikle, Muhafazakar Parti’nin iç konulardaki her türlü kötü yönetimine rağmen, ülkedeki bir avuç milliyetçi Oxford aristokratının güdümündeki yalan propagandaya yenik düşecek.