1. YAZARLAR

  2. Derya Beyatlı

  3. En uzun 5 kilometre
Derya Beyatlı

Derya Beyatlı

En uzun 5 kilometre

A+A-

 

Bodamya, Lefkoşa’ya bağlı şirin bir köy. Yeşilhatta paralel, yarım saatlik bir yolculuk sonrası Bodamya muhtarı karşılıyor bizi. Bugüne kadar tanıştığım en genç muhtar. Bodamya’nın geçmişini ve bugününü anlatıyor bana kısa sohbetimiz sırasında. Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların ortak yaşamının fotoğraflarını içeren bir İbrahim Aziz kitabı hediye ediyor. Yaşamın her alanında birlikte üreten, paylaşan Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların anıları ile bezenmiş kitabın her sayfası. 

Önsöz zor koşullara direnmiş asırlık bir zeytin ağacına benzetiyor Bodamya insanını. Aziz’in kendi köylerinde kalan ve yaşamlarını uyum içerisinde sürdüren tek Kıbrıslılar diye nitelendirdiği Bodamyalılar için bir arada yaşama yolunu gösteren bir sembol olmuş zeytin ağacı, barışın adı. 

1963-1964 olaylarında Kıbrıslı Türklerin birçoğu komşu köye, Lurucina’ya göç etmiş. 1974 sonrası Luricina kuzeyde, Bodamya ise güneyde kalıyor. Aralarında 5 km var. Yürüyüş mesafesi. Fiziksel bir sınır yok, baktığın zaman karşıda Efgalipto ağaçlarını görebiliyorsun ancak geçiş yasak. Yan yana tarlalarda çalışıyor Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar. Birbirlerinin arazilerini işliyorlar. Birbirlerinin ürünlerini satın alabilmeleri için ise 55 km yol katetmeleri gerekiyor.  

Lurucina’da yılda iki kez düzenlenen panayıra katılmak, 5 dakika uzaklıktaki ‘komşu köye’ gidebilmek için Bodamyalıların 1.5 saatlik bir yolculuk yapıyor. Ortak olarak düzenledikleri piknik için iki köy arasında direk geçiş izni alamayınca pikniği iptal etmek zorunda kaldıklarını dinliyorum Lurucina köy kahvesinde, benzeri bir yolculuk sonrası. Sohbet Türkçe ve Rumca arasında gidip geliyor kahvede, takip etmek için özel çaba sarf etmem gerekiyor. Çoğunu da takip edemiyorum zaten.

Herkes Rumca konuşuyor mu diye meraklanıyorum. Aldığım cevabı çok seviyorum, benim yaşlarımdaki ikinci neslin, hatta üçüncüsünün bile Rumca konuşabildiğini öğreniyorum. Kıskanmıyorum desem yalan. Köyün geçmişte kadın Belediye Başkanı, kadın Muhtarı olduğunu öğreniyorum, yine kıskanıyorum.

Zaman yıllar öncesinde kalmış gibi Lurucina’da. Terk edilmiş evler, yarısı yıkılmış binalar, bir zamanların 3 sinemalı 4000 nüfuslu köyünün bugünkü haline ağlıyorlar sanki.

Yağmur sonrası toprak kokusu mu bu duyduğum koku, unutulmuşluğun keskin yalnızlığı mı kestiremiyorum. Efgalipto ağaçları yoldaşlık yapıyor soluduğum hüzne, huzuru taşımaya çalışıyor rüzgâr kalbime. Olmuyor, mümkün değil.    

200 kişi yaşıyor şu anda Lurucina’da, geçmiş ışıltı yaşamlarının nostaljisi kalmış sadece geriye. Köye gelen giden pek sınırlı, en yakın yerleşim yerine ulaşmaları onlarca dakika süren Lurucinalılar başka başka köylerde, şehirlerde, ülkelerde aramaya çıkmışlar hayatı.   

Umudunu koruyanlar inatla tutunmaya çalışmış toprağına, işlemiş, üretmiş, ürününü taşımış uzak mesafalere, yıllarca. Tükenmiş gücü, yıpranmış geleceğe dair inancı, gücenmiş bu ötelenmişliğe, yalnızlaştırılmaya.

Son umudumuz bir geçiş kapısı diyor Lurucinalılar. 5 km uzaktaki köye ulaşmak için 55 km gitmek zorunda kalmamak istiyor artık. Dali’nin, Bodamya’nın gelişmesine uzaktan bakmaktan yorulmuş, geçmişi ile yeniden bağlantı kurmak istiyor.  

Hatırlanmak, umursanmak, kendi toprağında yaşamak istiyor, insanca.

Çok mu?

Bu yazı toplam 2725 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar