1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. En zoru, gözle görülmeyen yaraların iyileştirilmesi…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

En zoru, gözle görülmeyen yaraların iyileştirilmesi…

A+A-

Dört yaşındaki Hamit Hilmi, bugün Tekke Bahçesi’ne törenle defnedilecek…

 

Dört yaşındaki Hamit Hilmi, bugün yani 18 Şubat 2019 Pazartesi günü, Tekke Bahçesi’ne defnedilecek… Sabah saat 09.30’da Hamit Hilmi için Küçük Kaymaklı Camii’nde cenaze namazı kılınacak, ardından saat 10.00’da askeri törenle Tekke Bahçesi Şehitliği’ne defnedilecek…

Ondan önce küçük Hamit Hilmi’nin ailesiyle birlikte, ondan geride kalanları Kayıplar Komitesi’nin ara bölgedeki Antropoloji Laboratuvarı’nda görmeye ve komite tarafından aileye verilecek bilgileri dinlemeye gidiyoruz…

14 Şubat 2019 Perşembe sabahı, Kermiya barikatı yakınındaki kapıdan geçerek askeri bölgeyi aşmak için bekliyoruz: Bir aracın plakası yanlış yazılmış, bu yüzden askerlerin komutanlarını arayarak bu konuyu çözmelerini bekliyoruz… Konu, anlayışlı biçimde çözülüyor ve ara bölgedeki Kayıplar Komitesi antropoloji laboratuarına gitmek üzere iki araç yola çıkıyoruz…

Küçük Kaymaklılı dört yaşındaki Hamit Hilmi’yle ilgili Kayıplar Komitesi bilim insanlarının bilgi vereceği ve “Görüş” diye adlandırılan travmatik bir olayı izlemeye gidiyoruz ailesiyle birlikte…

Hamit Hilmi, henüz dört yaşındayken 25 Aralık 1963’te Küçük Kaymaklı’dan kaçmak zorunda bırakılan ailesiyle birlikte Hamit Mandrez’e sığınmıştı… Burada sert hava ve kötü yaşam koşulları nedeniyle hastalanmıştı… Orada bulunan doktorlar onun yalnızca bademciklerinin şiştiğini sanmışlardı – oysa difteriye yakalanmıştı ve sonuçta bu anlaşılıncaya ve başka bir tedaviye geçilinceye kadar küçük Hamit Hilmi, Lefkoşa’da, Kızılay Hastanesi’nde yaşama veda etmişti…

Onu sevgili babacığı Hilmi Hamit, Ocak 1964’te henüz oluşturulmaya başlanan Tekke Bahçesi mezarlığına kendi elleriyle defnetmiş, mezarının üstüne de “Kızılay Çocuk – H.H.” diye yazmıştı… Kızı Sevgi de hastalanmıştı – onu da riske atmamak için götürüp onu hastaneye kendi elleriyle yerleştirmişti – küçük Sevgi’yi yerleştirdikleri odada henüz toprağa verilmiş olan Hamit Hilmi’nin ayakkabıcıkları duruyordu… Bunu gören annesi Nezihe Hanım hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı…

Ama bu aile için dram ve travmalar, orada sona ermeyecekti: Küçük Kaymaklı’daki evlerini yitirmişlerdi, bir evlatlarını, küçük Hamit’i yitirmişlerdi ama çile henüz sona ermemişti…

3 Şubat 1964’te Hamit Mandrez’den Lefkoşa’ya, Hamit Mandrez’deki hastalar için ilaç almaya gönderilen Hilmi Hamit, bazı Kıbrıslırumlar tarafından yolda motorcuğunun üstünden alınarak “kayıp” edilecek ve bu haberi duyan Nezihe hanım iyiden yıkılacaktı…

21 Aralık 1963 tarihinde doğum yapmıştı, minik bir bebeği vardı – yataklara düşmüş, hem oğlunu, hem eşini yitirmenin ızdırabına boğulmuştu… Küçük Sevgi, minik kardeşi Süheyla’ya süt ısıtıp içirecek, ona ablalık yapmaya çalışacaktı, anneciği ızdıraplar içinde yatağında yatırken…

Aradan yıllar geçmiş, günün birinde Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı, Tekke Bahçesi Şehitliği’nde “düzenleme” yapmaya karar vermiş ve böylece bazı mezarlar “kayıp” olmuştu – artık üzerinde “Kızılay Çocuk – H.H.” yazılı mezar yoktu… Evet, iki mezar vardı, üzerinde yalnızca “Çocuk” yazan ve ortada da bir başka mezar, onun üzerinde de “Şehit İbrahim Günay” yazıyordu… Ama küçük Hamit Hilmi’nin mezarı hangisiydi? Bu, bilinmiyordu…

Ta ki Kayıplar Komitesi, Tekke Bahçesi’nde “kayıp” mezarlarını kazmaya başlayıncaya kadar bu belirsizlik devam etti.

Sonuçta üzerinde “Çocuk” ve “Şehit İbrahim Günay” yazan bitevi yaptırılmış üç mezardan beş çocuktan geride kalanlar çıkacaktı – bunlardan dördü bebekti, biri de Hamit Hilmi’nin kalıntılarıydı…  “Şehit İbrahim Günay” da çocuktu ancak üzerinde ismi yazdığı halde, o mezardan İbrahim Günay adlı çocuktan geride kalanlar çıkmayacak, onun yerine dört yaşındaki Hamit Hilmi’den geride kalanlar bulunup DNA testleriyle kimliklendirilecekti…

Küçük Hamit Hilmi’nin babası Hilmi Hamit ise hala “kayıp” – 55 yıldır ailesi onun da gömü yerinin bulunmasını bekleyip duruyor… Evlatları büyümüş, çoluk çocuk sahibi olmuş, eşi Nezihe Hanım tam 86 yaşına gelmiş – eşi “kayıp” edildiği zaman henüz 31 yaşında dört çocuk annesi olan bu kadın şimdi torun ve hatta torun çocuklarına sahip ama eşi hala “kayıp”…

Ara bölgeye Hamit Hilmi’nin kızkardeşleri Sevgi Alibaba, Süheyla Letife Efendi, Behice Sönmez Biran,  Süheyla Hanım’ın eşi Mehmet Efendi ve bu kardeşlerin evlatları Ayşen, Hilmi ve Senem’le gidiyoruz…

Askeri bölgede yollar perişan – etraf yemyeşil… Kıbrıslıtürkler’e ait askeri bölgeyi geçip, Birleşmiş Milletler denetimindeki ara bölgeye giriyoruz – az ileride bir zamanların muhteşem Lefkoşa Uluslararası Havaalanı, arkadaşımız Sami Özuslu’nun deyişiyle “Hayalet” bir “Havaalanı”na dönüşmüş, çocukluğumuzda gezmeye geldiğimiz bu alandan geriye bir “hayalet” kalmış… Faili meçhul siyasi bir cinayette, evinin önünde 1996’da öldürülen eniştem rahmetli Kutlu Adalı, ablam İlkay Adalı, annem, ben ve kendi çocukları yeğenciklerim İl, Kut ve Er’i de alarak kırmızı Consul arabasıyla bizi bu havaalanına gezmeye getirirdi – Havaalanı yeni yapılmıştı, pırıl pırıldı… Üst katta kırmızı koltukları hatırlıyorum, kafe-bar’ın ışıltısını… Birisini karşılamaya ya da yollatmaya değil, sadece gezmeye gelirdik buraya… “Hayalet” havaalanına hayaletler eşlik ediyor şimdi…

Az ileride, Kayıplar Komitesi’nin antropoloji laboratuvarı var… Genişletilip yenilenmiş, boyanmış…

Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Yardımcısı Mine Balman, Kayıplar Komitesi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Demet Karşılı, Kayıplar Komitesi bilim insanları Gülbanu Zorba ve Emine Çetinsel karşılıyor bizi… Kayıplar Komitesi psikoloğu Pembe Ardıç Ilgar da burada…

s1-058.jpg

Mine Balman kısa bir konuşma yapıyor, ardından arkeolog Demet Karşılı, Tekke Bahçesi’nde yürütülmüş olan ve küçük Hamit Hilmi’nin kalıntılarının bulunduğu kazıyla ilgili fotoğraflar da gösterdiği bir sunuş yapıyor…

On yıl süreyle Tekke Bahçesi’nde kazı yapılması için mücadele etmiştik – en nihayet kazıların – sınırlı biçimde ve sadece belli mezarlarda – yapılmasına ancak 21 Mayıs 2016’da “izin” verilmiş ve o gün başlayan kazılar, 6 Eylül 2019 tarihine kadar devam etmişti. Bu kazılarda ekip lideri de arkeolog arkadaşımız Demet Karşılı idi. Hamit Hilmi’den geride kalanlara 18 Ağustos 2016’da ulaşılmış… Mezarlıkta GKK’nın yapmış olduğu düzenlemelerde eski mezar taşlarını temizlemişler ve mezarların üzerine beton dökmüşler – sonra da mezarlar bitevi blok haline getirilmiş üzerlerine mezar taşları yerleştirilmiş… İşte bu bloklardan birinde, “Çocuk” yazılı iki mezarın arasında “Şehit İbrahim Günay – 24.12.1964” yazılı mezarın altında çıkmış küçük Hamit’ten geride kalanlar. Bu üç ayrı mezar gibi duran yerden beş çocuk çıkarılmış – dördü bebekmiş, biri de Hamit Hilmi… Ancak İbrahim Günay’dan geride kalanlar, o mezarda bulunamamış… Bir metre 15 santim derinlikte bulunmuş Hamit Hilmi’den geride kalanlar…

Sevgi Alibaba, gerek “kayıp” babasının, gerek küçük kardeşi Hamit Hilmi’nin “kayıp” mezarının bulunması ve Küçük Kaymaklı’nın tüm “kayıpları”nın bulunması için yıllardır mücadele vermiş bir insan – bunun için başka “kayıp” yakınlarıyla birlikte Küçük Kaymaklı Eğitim, Kültür ve Dayanışma Derneği’ni oluşturarak, bu konuda özellikle Tekke Bahçesi’ndeki “kayıp” mezarlarının kazılması için çok uğraş vermiş bir insan… Konu gene bu kazılara, “kayıp” edilmiş olan ve gömü yeri hala bulunamamış olan Hilmi Hamit’e ve daha önce Ayvasıl’da yapılmış olan kazılara geliyor ve Mine Balman aileyi bu konudaki çalışmalarla ilgili bilgilendiriyor.

Daha sonra Emine Çetinsel, aileyi antropolojik incelemelerle ilgili bilgilendiriyor ve Gülbanu Zorba da DNA analizleriyle ilgili bilgi veriyor… Burada yeni bir şey öğreniyoruz: Meğer bebeklerde DNA analizi pek ciddi bir sonuç vermiyormuş çünkü kemicikleri henüz DNA’yı her türlü koşulda tutabilecek kalınlıkta değilmiş, çocuk kemiğinde DNA korunması zormuş çünkü çocuk kemikleri ince, narin ve hassas imiş… Küçük Hamit Hilmi’nin DNA testleriyle kimliklendirilebilmesi için de dört kez kemik parçası gönderilmiş…

Sonra “Görüş” odasına geçiyoruz ve esas travma işte orada başlıyor…

Beyaz bir örtü üzerine dört yaşındaki minik Hamit Hilmi’nin kemicikleri çok düzgün biçimde dizilmiş, öylece yatıyor orada… Herkes ağlamaya başlıyor… Küçücük el ve parmak kemicikleri, kafatasçığı, bembeyaz dişçikleri…

Sevgi Alibaba kanser olup bu hastalığı atlatmış bir insan…

“Geceleri hep ölülerimle konuştum, zor zamanlarımda” diyor…

“Bu kardeşçiğim benim oyundaşımdı, kümesten birlikte yumurta çalar, içerdik… Hiç hasta olmazdı, sağlam, güçlü bir çocuktu… Poyraz olurdu yanacıkları, onları okşardım… O hastanede difteriden ölünce, benim erken teşhisle difteriden kurtuluşumu işte ona bağlarım… Kanserden dönüşümü de ona bağlarım… “Senin ömrün bana yazıldı” derim kardeşime, geceleri onunla konuştuğumda… Böyle bir ölümü bu çocuk hak etmedi… Güçlüydü ama gitti… Savaş oldu, bir torbanın üstünde kış günü, yalınayak yere basarak, örtünecek yorgan olmadan, torba örtünerek hastalandı ve gitti…

sevgul-1.jpg

Bizim kaybettiğimiz hiçbir şey önemli değildi… Kardeşimizi kaybettik, babamızı kaybettik” diye ağlıyor Sevgi Alibaba…

Herkes ağlıyor…

Evlerini, yerlerini kaybetmişler ama buna değil, kardeşçiklerine ağlıyorlar… Babacıklarına ağlıyorlar… Bugün yani 18 Şubat 2019’da Tekke Bahçesi’nde bulunmuş olduğu yere defnedeceğimiz Hamit Hilmi’nin cenaze törenini atlatmak zorunda kalacak olan 86 yaşındaki annelerine ağlıyorlar… Onun için derin endişe duyuyorlar…

Hiç kimse fotoğraf çekmiyor buradan – pek çok “görüş”e katıldım “kayıp” yakınlarıyla – ilk kez bir aile, tek bir fotoğraf dahi çekmiyor… Yalnızca acılarına gömülüyorlar, küçük Hamit’in küçücük elinin üstüne elini koyuyor Sevgi Alibaba ve yalnız kalmak istediğini söylüyor, kardeşiyle yeniden konuşmak istiyor… Sanki ona kavuşma anı bu ve hepimiz onu yalnız bırakıyoruz… Uzun süre küçük Hamit’ten geride kalanlarla içeride kalıyor… Onu neredeyse istemeye istemeye oradan alıp Kayıplar Komitesi yetkililerine teşekkür ederek laboratuardan ayrılıyoruz…

25 Aralık 1963’te Küçük Kaymaklı halkına “Burayı boşaltın” emri verilmemiş olsaydı, Küçük Kaymaklılılar’ın bir kısmı Hamit Mandrez’de çadırlarda, mandralarda, ilkel koşullarda, sert bir kışta öylece sadece üstlerindekiyle kalakalmasalardı, Hamit Hilmi difteriye yakalanmayacaktı, babası Hilmi Hamit hastalara ilaç almaya gönderilip yoldan “kayıp” edilmeyecekti belki de… Tüm bunların nedeni savaş… Savaş önüne geleni yutan bir canavar gibi: Yaşa-başa, iyi mi, kötü mü, genç mi, yaşlı mı olduğunuza, kadın mı, erkek mi, çocuk mu olduğunuza bakmaksızın sizi yalayıp yutuyor… Geride korkunç travmalar, korkunç yıkımlar bırakıyor…

En zoru, gözle görülmeyen yaraların iyileştirilmesi… Tüm bu travmaların iyileştirilmesi en zoru… Üstelik hiç kimsecikler bu yaraların sarılması, iyileştirilmesi için yarım asırdır herhangi bir çaba göstermemiş, bu yaralar en ufak dokunuşta kanamaya devam ediyor…

Bugün saat 09.30’da Küçük Kaymaklı Camii’nde kılınacak cenaze namazı ardından saat 10.00’da küçük Hamit Hilmi’yi Tekke Bahçesi’nde defnedeceğiz…

Hamit Hilmi’nin ailesinin acısını paylaşıyoruz…

 

Bu yazı toplam 2218 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar