Enerji Siyasetleri, Doğu Akdeniz ve İHA Krizi
Tüm tarafların yer aldığı bölgesel bir işbirliği olmazsa Kıbrıs doğal gazı ya uluslararası pazara hiç ulaşamayıp sadece yerel enerji üretiminde kullanılabilecek, ya da hiç çıkarılamayacak ve ülkemize, bölgeye ve Avrupa’ya hiç bir fayda getiremeyecektir.
Şevki Kıralp
[email protected]
Kıbrıslı iki liderin Berlin’de BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’le yaptıkları görüşmede beşli konferansın önünü açabilecek bir ivme yakalandı. Özellikle iki tarafın ve BM’nin siyasal eşitliğin tanımını “her iki toplumun tüm federal organlara etkin katılımı” olarak saptayan 716 sayılı Güvenlik Konseyi kararına bağlılıklarını açıklamaları oldukça önemli bir gelişmeydi. Çünkü bu yakınlaşma güç-paylaşımı sorununun çözümünde önemli bir gösterge olarak kayda geçecektir. Her iki toplumda federal çözüm yolundan dönülmemesi gerektiğine inanan kesimler açısından bir motivasyon yakalandı ve umut ışıkları yeniden yandı. İki toplumda federal çözümden farklı çözümleri gerçekleştirilebilir gören ya da görmek isteyen siyasal çevrelerse tek ses olup “bu işten bir şey çıkmaz” demeye başladı. Öte yandan, dünya siyasetinde de hareketli günlerden geçmekteyiz. ABD ile Rusya arasındaki “enerji savaşı” devam ediyor. ABD Senatosu hem Rusya’dan Baltık Denizi aracılığıyla Avrupa’ya doğalgaz taşıyacak olan “Kuzey Akım 2” projesine, hem de Rusya’dan Türkiye aracılığıyla Avrupa’ya doğalgaz taşıyacak olan “Türk Akımı” projesine katkıda bulunacak şirketlere yaptırım uygulama kararı aldı. Angela Merkel’in açıklamalarından da anlaşıldığı üzere, Kuzey Akım 2 projesine dair yaptırım kararı Almanya’nın hiç hoşuna gitmedi. Buna ilaveten, ABD Senatosu’nda Türkiye’ye F-35 savaş uçaklarının verilmemesinin yanısıra, Kıbrıs Rum tarafına Rus askeri gemilerinin Kıbrıs limanlarına girişinin engellenmesi ve Anastasiadis Hükümeti’nin para aklamaya karşı ABD ile işbirliği yapması karşılığında silah ambargosunun kaldırılması da kararlaştırıldı. ABD’nin gerek Türkiye-Rusya yakınlaşmasından, gerekse AB ülkelerinin Rusya ile enerji işbirliği perspektifi aramasından son derece rahatsız olduğu ortada. Ayrıa ABD’nin Doğu Akdeniz’de “İsrail ve Kıbrıs Cumhuriyeti enerji güvenliğinde bizler için değerli ortaklardır” şeklindeki tavrı devam ediyor.
Bu denklem içerisinde Anastasiadis Hükümeti’ni zor bir karar bekliyor. ABD’nin Rusya karşıtı şartları kabul edilirse silah ambargosu tamamen kaldırılmış olacak, ancak Kıbrıs Rum tarafı Rusya’yı kaybedecek. Daha önce “limanlarımızı kime açacağımıza biz karar veririz” şeklinde açıklamalar yapan ve Rusya’yı kaybetmeyi kolaylıkla göze alamayacağını ortaya koyan Anastasiadis Hükümeti’nin atacağı adım son derece önemli. Öte yandan, Senato kararlarının Türkiye-ABD ilişkilerindeki olumsuz gidişatın bir sonucu olduğu ve bu olumsuzluğu daha da tetikleyebilecekleri ifade edilebilir. Nitekim Türkiye “İncirlik ve Kürecik üslerini kapatmaktan” bahseder hale gelmiştir.
Yakın zamanda Türkiye ile Libya’da BM tarafından meşru hükümet olarak tanınan Ulusal Muabakat Hükümeti deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması yaptı. Bu anlaşma, Kıbrıs Rum tarafı, Yunanistan ve İsrail’in Doğu Akdeniz gazını Girit üzerinden İtalya’ya, oradan da Avrupa’nın geri kalanına taşıma projesi olan EastMed’in Türkiye ile Libya’nın onayı olmaksızın gerçekleşemeyeceği iddiasını ortaya koyuyor. Çünkü Doğu Akdeniz’den çıkış tam da bu iki ülkenin saptadıkları yetki alanları içerisinden geçişle mümkün. Yunanistan “Türkiye Girit’in güneyinde deniz yetki alanı iddia edemez” şeklindeki pozisyonu savunurken Türkiye “ülkelere bağlı adaların deniz yetki alanı ya da münhasır ekonomik bölgesi olamaz” şeklindeki tezi savunuyor. Bu açıdan, deniz yetki alanları ve münhasır ekonomik bölgeler konularında uluslararası hukukun taraflara mutlak bir çözüm reçetesi sunabileceğini söylemek güç. Yunanistan Türkiye-Libya anlaşması sonrasında Libya’nın Atina büyükelçisini geri gönderme kararı aldı. Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti ile General Hafter komutasındaki güçler arasında çatışma büyüyor. Hafter güçleri geçtiğimiz günlerde Türk mürettebatlı bir petrol gemisine müdahale etti. Ayrıca, Ulusal Mutabakat Hükümeti Türk yapımı İHA’lar kullanırken Hafter güçleri Birleşik Arap Emirlikleri sayesinde elde ettikleri Çin yapımı İHA’ları kullanıyor. Türkiye’de Meclis Libya’ya danışmanlık yapacak şekilde askeri personel gönderilmesini onayladı. Bu karar doğrultusunda eğer Libya’ya askeri personel gönderilecekse bu personel silahlı çatışmaya girmeyecek ancak Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne askeri danışmanlık yapacak. Hafter güçlerini Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Mısır’ın desteklediği dikkate alındığı zaman, Türkiye-Mısır geriliminin tek boyutunun Doğu Akdeniz doğal gazı olmadığı da karşımıza çıkıyor.
Rusya’nın Libya’daki askeri varlığı şu an için net değil ancak Libya’da Hafter’in saflarında çarpışan Rus paralı askerlerin (mercenary) bulunduğu biliniyor. ABD Rusya’yı Hafter’i desteklemekle suçluyor. Türkiye Rus paralı askerlerden rahatsız olduğunu dile getirirken Rusya Türkiye’nin Hafter’le savaş halinde olan hükümete destek çıkmasını hoş karşılamıyor. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rus mevkidaşı Vladimir Putin ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi ve iki liderin Ocak ayında Libya konusunu müzakere etmek için bir araya gelecekleri açıklandı. Bu müzakerenin ne getireceği bilinmez, ancak Libya konusunun Türkiye-Rusya ilişkilerinde bir pürüz oluşturduğu ortada.
Doğu Akdeniz’deki enerji çekişmesine gelince, saflar an itibariyle şu şekilde: Türkiye, Libya (Ulusal Mutabakat Hükümeti) ve Kıbrıs Türk tarafı bir yanda, İsrail, Yunanistan, Mısır ve Kıbrıs Rum tarafı diğer yanda. Erdoğan-Putin zirvesi bölgenin ve Libya’nın geleceğinde oldukça önemli olacaktır. Fakat bir yandan Mısır’a, diğer yandan Rusya’ya dayanan Hafter güçlerinin Türkiye-Libya anlaşmasına diken oluşturduğu ortada. Ayrıca, Kıbrıs Rum tarafı ve ortakları açısından da her şey güllük gülistanlık değil. İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafı EastMed projesine, yani Türkiye’yi oyun dışında bırakacak olan enerji denklemine bağlılıklarını sürdürüyor. Ancak projenin maliyetinin çok yüksek olduğu ve kazanç marjını ciddi biçimde düşüreceği için gerçekleştirilebilir olmadığı ifade ediliyor. Ayrıca, Avrupa Komisyonu henüz proje lehine bir karara varmadı, İtalya hükümeti projeye dair çekincelere sahip ve İsrail ile Kıbrıs Rum tarafı arasında münhasır ekonomik bölge anlaşmazlığı yaşanmaktadır. Denklem bu şekildeyken, güneydeki resmi ordu Etniki Frura (Milli Muhafız), münhasır ekonomik bölgelerde olan biteni gözlemlemek için İsrail yapımı İnsansız Hava Aracı satın almaya karar verdi. Türkiye’nin karşı hamlesi gecikmedi ve Türk yapımı İHA Bayraktar TB2 Geçitkale’ye indi. Bayraktar’ın gelişi pek çok tartışmayı beraberinde getirdi. Hem Türkiye, hem KKTC hükümeti hem de ülkemiz ve bölgemizde askeri hareketliliğin artmasına soğuk bakan çevreler, farklı kesimlerden gelen eleştiri oklarından nasibini aldı. KKTC hükümetinin açıklamalarından Geçitkale’deki İHA varlığının sondaj faaliyetleriyle ilgili olduğunu, yani Türkiye’nin İHA’ları Kıbrıs Rum tarafının kullanacağı amaçla kullanmayı planladığını ve durumun bir tür güç çekişmesi olduğunu anlıyoruz.
Adanın güneyindeki siyasi partiler Geçitkale’ye Türk İHA’sı inmesine tepki gösterdiler ancak kimse Anastasiadis Hükümeti’ni aldığı İHA’lardan ötürü eleştirmedi. Kuzeyde Meclis’teki sol partiler CTP ve TDP barış ve çözüm çağrısı yaptı. Meclis dışındaki sol hareketler olan Bağımsızlık Yolu, Sol Hareket, Birleşik Kıbrıs Partisi, Yeni Kıbrıs Partisi ve Kıbrıs Sosyalist Partisi de ülkemizdeki askeri hareketliliğe karşı tepki gösterdi. Tabi bu tartışmalarda sorunun farklı boyutları da kamuoyunun dikkatine geldi. Örneğin, Bağımsızlık Yolu yaptığı açıklamada sadece Türk İHA’larına değil, aynı zamanda Kıbrıs Rum tarafının şövenist politikalarına, Yunanistan’ın Kıbrıs politikalarına, egemen İngiliz üslerine ve NATO’nun Kıbrıs’ı üs olarak kullanma çabalarına da karşı olduğunun altını net olarak çizdi. Bu bağlamdaki görüşler ve tartışmalar, bizlere “Kıbrıs’ta barışın” bir diğer anlamının, iki toplumun ve Türkiye ile Yunanistan’ın barışını, yani Kıbrıs Sorunu’nun çözümünü savunmakla sınırlı olmadığını, aynı zamanda büyük güçlerin askeri yapılanmalarına, özellikle egemen İngiliz üslerine, Kıbrıs’ı üzerinde yaşayan insanların iradesi dışında bölgedeki savaşlara alet edebilecek olmalarından ötürü karşı çıkmayı da kapsadığını hatırlattı.
Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın yaptığı bir açıklamada vurguladığı üzere, Kıbrıs Sorununun çözümü artık sadece Kıbrıs’ın değil, tüm bölgenin ihtiyacı haline gelmiştir. Yunan tarafının Doğu Akdeniz politikası EastMed’in kazançlı bir proje olmaktan uzaklığı başta olmak üzere pek çok farklı sorundan dolayı sürdürülebilir değildir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasında işbirliği yapma hazırlığında olduğu Libya ise iç siyasetinde oldukça karmaşıktır ve Libya meselesinde bir tür Türkiye-Rusya uyuşmazlığı yaşanması hiç de ihtimal dışı değildir. Dolayısıyla, ne tarafların kriz politikaları sürdürülebilirdir, ne de tüm ilgili tarafların katılacakları bölgesel bir işbirliği olmadan Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarından kazançlı bir biçimde yararlanılması mümkündür. Tek çıkar yol diyalog ve işbirliğidir. Uzmanlar, Doğu Akdeniz doğal gazını uluslararası pazara ulaştırmanın en rasyonel yolunun denizden Türkiye’ye, Türkiye karasından da Avrupa’ya ulaşacak bir boru hattı olduğunu ifade etmektedir. Bunun da gerçekleşebilmesi için tarafların kriz politikasını terk ederek uzlaşmaları lazımdır. Net olan şu ki, tüm tarafların yer aldığı bölgesel bir işbirliği olmazsa Kıbrıs doğal gazı ya uluslararası pazara hiç ulaşamayıp sadece yerel enerji üretiminde kullanılabilecek, ya da hiç çıkarılamayacak ve ülkemize, bölgeye ve Avrupa’ya hiç bir fayda getiremeyecektir.