EOKA, Biyopolitika ve İşkenceci Türkler
EOKA, Biyopolitika ve İşkenceci Türkler
Niyazi Kızılyürek
[email protected]
Judith Butler, bazı kayıpların yası tutulup bazı başka kayıpların yasının tutulmadığı üzerinde dururken, kimin yasının tutulduğunun, kimin tutulmadığının aslında kimin insan sayılıp kimin insan sayılmadığıyla ilgili olduğunu söyler. İnsan, yaşanmaya değer bir hayat yaşayan ve yası tutulacak kadar değerli olan kişidir. Yası tutulmaya değmeyen kişi, insan sayılmaz veya insanlıktan çıkarılır.
Kimin insan sayılıp kimin sayılmadığını belirleyen pratiklere, bedenler üstünden ve bedenler üstünde uygulanan politikalara modern dönemde biyopolitika diyoruz. Michel Foucault, biyopolitikanın 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra uygulamaya konulduğunu ve hedefinin bedenler değil, yaşam olduğunu anlatır. Çağdaş egemenliğin, hükümdarın klasik egemenliğinden farklı olarak yaşam ve ölüm hakkına değil, yaşatma ve ölüme bırakma hakkına kavuştuğunu söyler. Ölüme bırakma, ölüm riskini artırma, siyasal ölüm, sürgüne gönderme ve dışlama olarak da anlaşılmalıdır. Georgio Agamben ise Batı’nın siyasi pratiklerinin ezelden beri “çıplak hayatın” dışlanması üzerine kurulduğunu iddia eder.
Aşağıda okuyacağımız hikâye, Kıbrıs’ta biyopolitik uygulamaların en yetkin örneklerinden birini oluşturuyor. Bir yandan sömürge yönetiminin, diğer yandan da EOKA’nın uyguladığı biyopolitik pratikleri gözler önüne seriyor.
İliyas Samaras’ın Hikâyesi
31 Ağustos 1958 tarihinde bir Pazartesi günü Liopetri köyünde bir grup EOKA savaşçısı İngiliz askerleri tarafından kuşatılır. Grupta İliyas Samaras ve Samaras’ın kardeşi ile kayın biraderinin yanı sıra iki kişi daha vardır. Toplam beş kişiden oluşan gerilla grubu büyük bir ihtimalle bir ihbar üzerine kapana sıkıştırılmıştır. Kendi aralarında yaptıkları istişare sonucu, İliyas’ın gruptan ayrılarak uzaklaşması kararlaştırılır. Bu, Diğenis Akritas’ın emirleriyle uyumlu bir karardır. Çünkü EOKA lideri, mücadele esnasında aynı aileden iki kişinin öldürülme ihtimalinin bertaraf edilmesini buyurmuştur ve şimdi hem İliyas, hem kardeşi, hem de kayın biraderi hayati tehlike ile karşı karşıyadır.
İliyas önceleri itiraz etmek istemişse de grubun komutanı ve diğer üyeleri İliyas’ın saklandıkları samanlıktan çıkıp Peliya’ya gitmesi için ısrar ederler. Peliya, köyün bütün erkeklerinin sorguya çekildiği yerin adıdır. İliyas Samaras bir kuyuya inip saklanmayı düşünür ama sonra bu fikrinden vazgeçer ve emredildiği gibi Peliya’ya gider. O da diğer erkekler gibi elleri duvarda bir saat bekletildikten sonra işkenceye alınır. Başlarında Rich adlı işkenceci İngiliz’in bulunduğu beş kişilik grup İliyas’a saatlerce işkence eder. İki kişi karnını, diğer ikisi eldivenli yumruklarıyla yüzünü yumruklarken, beşinci kişi de cinsel organından çekiştirir. İliyas, yine de EOKA savaşçılarının sığınağını ve silahların yerini söylemez. İşkence esnasında zaman zaman baygınlık geçiriyor olmasına rağmen konuşmaz.
İşkenceciler ara sıra sigara molası veriyor ve yeniden “işbaşı” yapıyorlardı. İliyas’ın çetin ceviz olduğunu anlayınca bir kova içinde su getirirler. Ayrıca, bardak ve bez... Bezle İliyas’ın başını hiç görünmeyecek şekilde sıkı sıkı sararlar. Birisi elleriyle burnunu kapatır. İliyas şimdi sadece ağzından nefes alabiliyordur. Tam o sırada diğer bir işkenceci ağzına aralıksız su dökmeye başlar. Bir diğeri cinsel organını koparırcasına çekerken öteki de bütün gücüyle göbeğini bastırır. İliyas defalarca bayılmasına karşın yine konuşmaz. Mağdurun öleceğini anlayan işkenceciler kafasındaki bez parçasını çıkarırlar ve biraz soluklanmasını beklerler. Yarı baygın ve perişan bir halde olan İliyas, Rich’in sesini duyar: “Şimdi istesen de istemesen de konuşacaksın.” İliyas hiçbir şey bilmediğini söylese de Rich ısrar eder: “Biliyorsun, hem de çok şey biliyorsun...” İşkenceye devam...
Bez bir kez daha İliyas’ın başına geçirilir. Yüzüne ve kafasına yumruklar yağar. Burnu kapatılır, cinsel organları tekmelenir. Yeniden bir bardak ağzına doğru yaklaştırılır. Fakat bu sefer bardakta su değil toz vardır. İliyas korkuya kapılır, kendini kaybeder ve mırıldanarak EOKA gerillalarının hangi evde saklandıklarını itiraf eder ve İliyas Kaymaklı’da bir tutukevine atılırken, İngiliz askerleri de sığınağı basarak İliyas’ın yoldaşlarını öldürürler.
Bu hazin olaydan sonra sömürgeciler EOKA’nın kurşunlarından korunması için İliyas ve ailesini Londra’ya gönderirler. Fakat apar topar Londra’ya götürülen İliyas mutsuzdur. Yemeden içmeden kesilmiştir ve sürekli olarak ağlamaktadır. Karısına sık sık dayanamayacağını ve gidip örgüte teslim olmak istediğini söyler. Sonunda, 3 Kasım 1958 tarihinde İliyas Samaras ailesi ile Kıbrıs’a geri döner. Dönmeden önce EOKA’nın bölge sorumlusuna bir mektup yazar ve adaya geri döneceğini bildirir. İliyas ve karısı adaya dönerler ve doğruca köye giderler. Bir akrabalarının evine kapanırlar ve bütün pencerelerle kapıları sıkı sıkı kapatırlar. Aradan bir saat ya geçmiş ya geçmemiştir ki, maskeli adamlar evin orta yerinde bitiverir: “Neden geldin?” İliyas sakin bir ses tonuyla “EOKA kurşunu yemek için geldim” der. Ve o gece maskeli adamlar İliyas’ı götürürler. Onu bir daha hiç kimse görmez.
21 Kasım günü, yani İliyas’ın kayıplara karışmasından tam 18 gün sonra, EOKA’nın bölge yetkililerinden biri İliyas’ın kardeşlerinden Andreas’a haber uçurur ve gelmesini ister. Andreas sabah karanlığında köye gelir ve EOKA yetkilisi ile görüşür. Komutan, Andreas’a korkunç haberi verir: “At arabasını hazırla ve Kutruvina bölgesine git. Orada, Kostas Nikola’nın bahçesinde kardeşinin cesedini bulacaksın. Örgüt cezasını vermiştir. Cesedini arabana koy ve Kseni’nin incirine götürüp ağacın altına bırak ve kaç.” Andreas söyleneni yapar. Kardeşinin cesedini Kseni’nin incir ağacının altına bırakır ve kaçar.
İliyas Samara’nın karısı Dimitra, Andreas’ın at arabasının köyün dışına doğru yol aldığını görür görmez kocasının öldürüldüğünü anlar. Kapısının eşiğine oturur ve kendisine iki kelime söyleyecek birini beklemeye başlar. Çok geçmeden Andreas’ın karısı gelir ve Dimitra’ya İliyas’ı “görebileceğini” söyler. Dimitra koşa koşa Ksenis’in bahçesine gider ve incir ağacının altında uzanmış ölü kocasının yanına oturur. Saatlerce başında bekler. Bu arada, köylüler “haini” görmek için bahçeye giderler. (EOKA, İliyas’ın ölü bedenini sergilemek ve “hainlerin” başına nelerin geldiğini dosta ve düşmana göstermek istiyordu.) Sonunda maskeli adamlar gelir ve kocasının yanından ayrılmak istemeyen Dimitra’yı evine gönderirler.
Akşamüstü EOKA’nın bölge yetkilisi İliyas’ın kardeşi Andreas’a yeniden haber salar. Andreas yeniden komutanın karşısındadır. Örgüt, Andreas’tan kardeşinin cesedini gömmesini ister. Fakat mezarlığa değil, bir tarlaya... EOKA, “vatan haini” İliyas’a yas yasağı uygulama kararı almıştır. Andreas, örgütün emrini yerine getiremeyeceğini, kardeşini bir ovaya gömemeyeceğini, bunu yapamayacağını söyler.
Altı gün sonra EOKA’nın yerel yetkilisi Andreas’ı yeniden huzuruna çağırır ve ona kardeşini gömüldüğü yerden çıkararak mezarlığa gömebileceğini söyler. Gecedir. Zifiri karanlık bir Kasım gecesi... Andreas, kardeşinin nereye gömüldüğünü bilen dört EOKA üyesiyle birlikte gömüte gider. Kürek ve kazma ile toprağı kazarlar. Çürümeye başlayan cesetten yükselen kokularla fenalık geçirmelerine rağmen cesedi bir otomobile koyarlar. Mezarlığa doğru yol alırken olaydan haberdar olan ve İliyas’ı son yolculuğuna yalnız göndermek istemeyen yakınlarından biri otomobili durdurur ve İliyas’ın cesedini örten çarşafı öperek “Affedildin İliyas” der. Mezarlıkta, adetten olduğu için, bir papaz İliyas’ı beklemektedir. İliyas, o tenha kış gecesinde papazın dualarıyla sessiz sedasız yeniden defnedilir. Fakat İliyas’ın “yas yasağı” kalkmaz. Örgüt, mezarının ziyaret edilmesini yasaklar ve karısı Dimitra’yı sert biçimde uyarır: “mezarını ziyaret etmek ahaliyi tahrik etmektir.” Dimitra kocasının mezarına tam altı ay sonra gidebilir...
İliyas’ın adı hâlâ “hainler” listesindedir...
Önemli Not: İliyas Samaras’a işkence eden işkencecilerin başında İngiliz Rich vardı. Ayrıca bir İngiliz ve üç Kıbrıslı Türk...
----------------------------------------------------------------
Kaynakça
Bu metindeki bilgiler, Takis Haciyorgiu’nun RİK televizyonunda yaptığı Horis Plesia adlı programda 26 Şubat 1991 tarihinde İliyas Samaras’ın karısı ve kardeşi ile yaptığı söyleşiden derlenmiştir.