1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “EOKA-B’nin Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamıyla ne tür acılara yol açtıklarını göstermek için yazdım... Toplumda bir diyalog başlatmak için yazdım...” (1)
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“EOKA-B’nin Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamıyla ne tür acılara yol açtıklarını göstermek için yazdım... Toplumda bir diyalog başlatmak için yazdım...” (1)

A+A-

Tony Angastionidis’le 2000’li yılların ikinci yarısında tanışmıştık – 1974’te EOKA-B’nin Muratağa-Atlılar-Sandallar’daki katliamını konu alan “Kanın Sesi” adını verdiği belgesel bir film çekmişti, “Yeşil Hat’ta Tuzağa Düşmüş” başlıklı bir de kitap yazmıştı... Sene 2005 idi... Elbette böylesi bir belgesel, Kıbrıslırum sağının şimşeklerini üstüne çekmiş, Tony, saldırı altında kalmıştı...

Tony Angastiniodis ardından kuzeye geçmiş ve buraya yerleşmişti ailesiyle birlikte... Büyük bir ekonomik yıkım yaşamaktaydı – Kıbrıslıtürk sağı ise bunu “fırsat” bilerek, Tony’ye sözümona “sahip” çıkmaya çalışmıştı başlangıçta... Tony’ye bir üniversitede ders verme olanağı sağlamışlar, hayatını kuzeyde sürdürmesi için sınırlı da olsa bir olanak yaratmışlardı kendisine...

Tabii ki bu durum, Tony Angastiniodis’in Afrika/Avrupa gazetesinde makale yazmasıyla değişecek ve Kıbrıslıtürk sağı için artık o bir “kahraman” olmaktan çıkacaktı doğal olarak!

KUTRAFA DİYE BİR KÖY...

Tony’le birlikte “kayıplar”la ilgili çalışmalarım çerçevesinde bir keresinde Kutrafa köyüne gitmiştik... Lefke’den “kayıp” edilen bazı Kıbrıslıtürkler’in, Kutrafa’da bir köprü altına gömüldüğü anlatılmaktaydı, bunu araştırmaya gitmiştik... Aradığımız insanları bulamamış, taa Kannaviya köyüne kadar yol almıştık – üstelik Tony’nin eski arabası su kaynatmıştı, motordan dumanlar çıkıyordu. Neredeyse arabanın motoru yanacaktı!

Tony bana Kutrafa’da yerinde yeller esen Kıbrıslıtürk evlerinin yerlerini göstermişti – Kutrafa karma bir köydü. 1963’te iki toplumlu çatışmalar başladıktan sonra Kutrafalı Kıbrıslıtürkler köyü terketmişlerdi – bir süre sonra geri döndüklerinde, evlerinin yerinde yeller estiğini göreceklerdi... Tony bana temel taşlarını göstermiş, bu köyün öyküsünü anlatmıştı... Gerçekten de havadan resim çekilse, tüm evlerin yerleri, mutfağın nerede, tuvaletin nerede, odaların nerelerde olduğu görülebilirdi. Ama şimdi ortada hiçbir bina, hiçbir yapı yoktu...

Anlatılanlara göre Kutrafa’daki bazı Kıbrıslırumlar, köydeki Kıbrıslıtürkler kaçar kaçmaz onların evine ganimete gitmişlerdi. Ganimet edecek neyi vardı ki bu fakir köylülerin evlerinde? Birkaç çanak çömlek mi? Bir gaz lambası mı? Bir islim mi?

Her neyse ganimet etmişler, ardından da onlar evlerine dönemesin diye bu evleri yıkmışlar, dümdüz etmişlerdi... Tony bana bu köyü göstermişti...

KİRLİTÇAS’LA RÖPORTAJ...

Tony’yle birlikte bir de çok değerli bir arkadaşımızla, rahmetlik Mihalis Kirlitças’la röportaj yapmaya gitmiştik stüdyosunda Aralık 2008’de. Kirlitças, Oroklini’de yaşıyordu. Aslen Lefkonuklu’ydu... Lefkonuklu bir akrabasından, Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamına oğlunun nasıl karışmış olduğunu öğrenmiş ve bu katliamla ilgili olarak bizimle geniş bir röportaj yapmıştı... Kirlitças, olağanüstü bir ressamdı – henüz 1980’li yıllarda, “Muratağa-Atlılar-Sandallar” başlıklı bir dizi tablo yapmış ve bu tablolardan birini Larnaka Belediyesi, tablonun tam manasının ne olduğunu pek de kavrayamadan olacak satın almış ve belediye binasına asmıştı. Tablonun ne anlama geldiği anlaşılınca olay patlamıştı! Kıbrıslırum sağı, bu duruma çok öfkelenmişti!

Mihalis Kirlitças, hayatı boyunca barış, ilerleme, demokrasi, sosyal adalet ve adamızın yeniden birleştirilmesi için mücadele etmişti... Kutlu Adalı’nın da bir tablosunu yapmış ve “Yaseminler Koparılamaz” yazmıştı tablonun üstüne... Lefkonuk’ta öldürülen Kufezli Meniku’ya ilişkin de çok güzel bir tablosu vardı... Kirlitças’ı ne yazık ki 2011 yılında kaybettik... Bize, o gün yaptığımız röportaj kaldı geriye...

BARIŞ İÇİN MÜCADELENİN BEDELİ...

Tony’yle “kayıplar” konusunda çeşitli araştırmalar yürütmüştük... Ancak Tony kuzeyde de rahat değildi... Bir noktada ailesini de alarak tekrardan güneye geçmişti... Ve sonra da sessizliğe gömülmüştü... Büyük olasılık toparlanmaya, hayatını yeniden kurmaya çalışıyordu ağır ekonomik ve sosyal koşullarda... Çünkü bilirsiniz: Ne zaman saldırı altında kalsanız, çevrenizdekiler çil yavrusu gibi dağılır ve kendinizi yapayalnız bulursunuz... En yakın arkadaşlarınız bile sizinle görüşmekten kaçınabilir, kendilerine de bir zarar gelmesin diye... Hepimiz bunları pek çok kez yaşadık – her kim ki barış için bu bölünmüş topraklarda mücadele ediyor, başına Tony’ninkine benzer pek çok şey gelmiştir: Ölüm tehditleri, kovalamacalar, işten çıkarmalar, sizi aç bırakmaya çalışmaları, yakınlarınıza zarar verme tehditleri vesaire vesaire... Çünkü sizin fikirlerinizle mücadele edemezler, ancak psikolojik şiddete başvurarak, hakkınızda yalan söyleyerek, sizi işten atarak ve attırarak sizin barışçıl fikirlerinizle “mücadele”ye aklıları keser. Çünkü fikir bazında bu mücadeleyi asla kazanamayacaklarını en iyi kendileri bilirler...

YENİ BİR KİTAP...

Sonra Tony ufaktan sosyal medaya girmeye başlamıştı... Ve ardından yeniden Avrupa/Afrika’da makalelerini yazmaya başladı yakın geçmişte ve bir de kitap müjdesi verdi bize: Pek yakında yeni kitabı çıkacaktı... Hatta çıkacak olan kitabından pasajlar da paylaşıyordu...

Ve yeni kitabı Haziran ayında çıktı... Kitabın adı, “Bir hikayeyi anlatmak için bin ses gerekir...”di – bunu Navaho yerlilerinin bir deyişinden almıştı Tony. Çünkü kendisinin de “Kızılderili” kökenlerini keşfetmişti, DNA testleriyle... Hatta “Sabah Yıldızı” adlı Kızılderili kadını konuk ettiği dönemde, çok değerli arkdaşım Nilgün Güney’in o dönem Tanzimat Sokak’taki stüdyo kafesi “Cadı Kazanı”nda Sabah Yıldızı’yla birlikte bir de güzel etkinlik düzenlemiştik...

Tony, nihayet geri dönüyordu... Başından geçenleri kaleme aldığını söylüyordu... Kitap Rumca olarak yayımlanmıştı... Kitabı okuyanlar, sosyal medya paylaşımlarında çok etkilendiklerini belirtiyorlardı...

“MİLLİYETÇİLER, BÜYÜK FELAKETİ GÖRMEYİ REDDEDİYOR HALA...”

Tony, bu kitabıyla ilgili olarak Haziran ayında Avrupa’da yayımlanan bir makalesinde özetle şöyle diyordu:

“... Her iki toplumdaki milliyetçilik hala burada ve bayraklarını sallayarak adamıza getirdiği büyük felaketi görmeyi reddediyor. İşlediği tarihi hataların ve suçların sorumluluğunu üstlenmekten çekinerek kayıtsızca ıslık çalmaya devam ediyor. Söz söyleme becerisiyle mağduru fail, hamaset edebiyatı yapmayı vatanseverlik olarak sunmayı başarır. Kitabın sayfalarında Kıbrıs sorununun tüm gerçeğini sunacağımı iddia etmiyorum. Sonuçta, adından da anlaşılacağı gibi, bir tarihi anlatmak için bin ses gerekir. 1974 felaketine yol açan olaylar ve sonrasında yaşanan gelişmeler hakkında yüzlerce kitap ve analiz yazıldı ancak ipin ucu henüz bulunamadı. Tarih hala pazarlık ediliyor.  Kesin olan şu ki, bu kitabın sayfalarında birçok okuyucu hiç duymadıkları gerçeklerle yüzleşecek. Okul müfredatına asla girmeyecek ve televizyon ekranlarında asla gösterilmeyecek gerçek olaylar anlatılmaktadır. Kuşku duymayan okuyucuyu masumiyetin masal bahçesinden dışarı atabilecek olan "yasak meyve"dir.

Birkaç yıllık uzun bir sessizlikten dönerken, bu kitapla bir kez daha hedef alınacağımı şimdiden biliyorum. Ancak gerçekte hedef ben değilim, bazılarının tarihin unutulmuşluğunda kaybetmek istediği rahatsız edici gerçeklerdir...”

resim.png

TONY’YLE RÖPORTAJIMIZ...

Tony Angastiniodis’te geçtiğimiz haftalarda Hamur’da buluşarak kitabıyla ilgili bir röportaj yaptık...

1974’te EOKA-B’nin gerçekleştirdiği Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamıyla ilgili yıllar önce bir belgesel çekip bir kitap yazdıktan sonra başına gelenleri anlattığı bu yeni kitabıyla ilgili Tony Angastiniodis’le röportajımız şöyle:

SORU: Nasılsın Tony? Bunca zaman neler yapıyordun? Yani sanırım son 15 yıldır…

TONY ANGASTİNİODİS: Çok uzun yıllar sessizliğe gömülmüştüm…

SORU: Evet, biliyorum bunu…

TONY ANGASTİNİODİS: Biliyorsun…

SORU: Bir süreliğine ortadan kayboldun...

TONY ANGASTİNİODİS: Ve sonra yeniden çıktım ortaya... Adım adım... 21nci yüzyılda, Facebook’ta çıkıyorsun ortaya... Yani fiziksel olarak çıkmıyorsun ortaya, sanal olarak ortaya çıkıyorsun...

Biraz zaman aldı dönüşüm… Facebook’a girdim, çıktım, tekrar girdim, tekrar çıktım…  Sen takip ediyordun beni... Bunun üzerinde çalışıyordum... Doğruyu söylemek gerekirse, kalbimi yokluyordum... Kendi içimde çalışıyordum çünkü dışta yaptıklarımız aslında içimizde olup bitenlerin sonucudur...

Yapacak başka bir şeyim yok gibi geliyordu, belgeselimi yapmıştım, kitabımı yazmıştım, bölünme kalıcılaşıyordu, sanki kimsenin umurunda değildi – barış hareketinde insanlar birbiriyle uğraşıyordu, sıkıntılar vardı... Öyleyse geri çekileyim demiştim kendime, kendi evimizi araştıralım...

“Kimim ben? Yani kişi olarak değil, toplum içerisinde kimim ben?” diye kendime sorular sormaya başlamıştım. “Ne yapıyorum? Neden bunları topluma veriyorum? Meşhur olmak için mi yapıyorum bunları? Yardım etmek için mi yapıyorum?” diyordum. Ve bir kez artık verilebilecek çok fazla şeyiniz olmadığını anladığınız zaman, birşeylerin de hareket etmediğini anlıyorsunuz. Barış hareketinde insanların birbiriyle kavgasını görüyorsunuz, çatışmalarını görüyorsunuz ve “biraz huzur bulayım yahu” diyorsunuz...

Yani böyle bir yerdeydim, hiçbir yerde yani...

SORU: Ve sonra bu yeni kitabını kaleme aldın...

TONY ANGASTİNİODİS: 2018’de Facebook’a geri dönmüştüm. Hristos Ahniodis, Muratağa-Atlılar-Sandallar hakkında bir kitap yazmıştı.  Beni de internet ortamında bir “Zoom” toplantısına davet etmişti birkaç kelam etmem için, her Perşembe yapılan bir toplantıydı bu – konuya ilişkin birkaç kelime mi söyleyecektim yoksa sadece toplantıyı mı izleyecektim, bilmiyordum çünkü Ahniodis kitabına benimle ilgili pek çok şey koymuştu. 2019 yılıydı bu... Toplantıya katıldığımda Hristiana’yla verandada oturuyorduk, sonra da tartışma başlamıştı. Aniden farkettim ki insanlar hep bana atıfta bulunmaktaydı... Ve anladım ki bunca yıl benim yokluğumda, çekmiş olduğum belgesel ve yaptığım çalışma, bensiz yoluna devam etmişti! Bu beni çok etkilemişti...

Bunca yıl sonra çalışmalarımın bu kadar etki yarattığını görünce eşim Hristiana’yla birlikte oturduğumuz yerde ağlamaya başlamıştım, ben bu çalışmaların geçip gitmiş olduğunu sanıyordum oysa... Özellikle örneğin üniversite profesörlerinin “Şöyle şöyle olduydu, Tony böyle dediydi” diye konuştuklarını duyduğunuzda... Yokluğumda neler olup bittiğini kavramaya başlamıştım aniden...

Bu süreçte artık geri dönüp çalışmaya yeniden başlamam gerektiğini farketmiştim... Baştan başlayarak...

İnsanların aslında belgeselimin başına neler geldiğini bilmediklerini farketmiştim, nasıl bir süreç geçirmişti bu belgesel, nasıl çekilmişti, gizli polis nasıl çalışıyordu, orada ve burada neler geçmişti başımdan – bundan insanların haberi yoktu. Yalnızca Muratağa-Sandallar açısından değil, aynı zamanda barış için mücadele eden birisinin başından geçenleri aktarmak bakımından da önemli olacaktı bu çalışmam... Sen benden daha iyi bilirsin, bir barış mücadelecisinin başından neler geçtiğini, toplu mezar bulup da tehdit edilmeyi bilirsin... Böylece üç yıllık çalışmamın hikayesini anlatmaya karar verdim, herşeyi anlatmaya, ta başından başlayarak Denktaş’la ve Kliridis’le görüşmemi, seninle tanışmamı, şuraya buraya gidişimi... Böylece kendi tanıklığımı kaleme almaya karar verdim. Gerçek bir hikayeydi bu...

Böylece bu kitabı yazdım. Birincisi, EOKA-B’nin neler yaptığını göstermek için, Muratağa-Atlılar-Sandallar’da neler yaptığını ve ne tür acılara yol açtığını göstermek için... Aynı zamanda bunun ardındaki tüm tarihçeyi aydınlatmak için, toplumların buna nasıl tepki gösterdiklerini anlatmak için... Başlangıçta Kıbrıslıtürk sağı benim kahraman olduğumu düşünüyordu, sonra Avrupa’da yazmaya başlayınca “o bir komünist” diye düşünmeye başlamışlardı... Rum tarafının tepkisini zaten biliyorsun... Gizli polis... Köpeğimi zehirlemeleri... Tüm bu tanıklığı alıp kağıda döktüm... Ve aslında kitap da çok iyi gidiyor şimdi...


Tony Angastiniodis’in Muratağa-Atlılar-Sandallar’la ilgili belgesel çekimlerinde toplu mezarlara ziyareti ardından yazdıkları:

“Ölüm yürüyüşü...”

“Aşağıdaki metin, 2004 yılında “Kanın Sesi” belgeselinin çekimleri için toplu mezarlara yaptığım ilk ziyaretimi not ettiğim kitabımdan bir alıntıdır.

“Katiller 1974’te, ölüm yürüyüşüne Piperisterona’dan başladılar… Şimdi zihnimde cenaze alayını canlandırıyorum.  Onların gördükleri manzarayı görüyorum, yılın aynı zamanı… Her şey yerli yerinde… Muratağa’ya vardığımda yavaşladım, ancak durmadım. Katillerin düşüncelerinin izini sürmeye çalışıyorum... Şimdi hayatımın yolculuğunun, sonsuza dek onlarınki ile birleşeceğini hissederek, titriyorum. Artık onlar benim gölgeme, ben de onlarınkine katlanmak zorunda kalacağım… İnsan türüne ait olduğum için, kendi içime bakıp utançtan iğrendiğim an...

Katillerin zihnindeki karanlık çok yoğun… Deniyorum ama onların sinir sistemlerindeki sapkınlığı göremiyorum. Merak ediyorum: “Otobüstesin, elinde otomatik şarjör var, bebekleri, çocukları, anneleri, babaları, dedeleri, neneleri öldürmeye hazırsın... O an ne hissediyorsun? Vatanı daha yeni böldün ve durmaksızın planına devam ediyorsun... Hangi okul, hangi kilise, hangi peder seni bu kadar nefretle doldurdu?  Göster bana... Söylesene katil, tetiği tutan ellerin titriyor mu? Vicdanının soğuk teri bir an için bile olsa seni ürpertti mi, yoksa yalnızca bunu yapabildiğin için mi onları öldürdün?

Sessizlik... Koyu karanlığın içinde bir pişmanlık belirtisi göremiyorum. Cevabım yok... Doğu’ya, Sandallar’a kadar devam ettim... Katliamın kurbanlarının mezarlığını geçtim, biraz daha aşağıda, çamların arasında sessizlik içinde olan küçük okula rastladım… Köyün, yarısı yıkılmış olan tuğla evlerine ulaşana kadar devam ettim. Sandallar’da da durmadım. Atlılarda duran silahların rotasına tutundum. Sandallar gibi Atlılar’da da evlerin çoğunun yarısı yıkılmıştı ve köy sakinleri az sayıdaydı... Kentleşmeden değil, yok oluştan kaynaklanan bir ıssızlık hakimdi…

tony-angastiniodis-yillar-once-murataga-atlilar-sandallar-belgesel-cekimleri-esnasinda-atlilar-sehitliginde.jpg

Tony Angastiniodis, yıllar önce Muratağa-Atlılar-Sandallar belgesel çekimleri esnasında Atlılar Şehitliği'nde...

Hayal gücümle, yıkılan evleri yeniden inşa ettim, köyü insan ve çocuk sesleriyle doldurdum. Tarladan sürüyle dönen baba, hellim yapan anne, yaz aylarında tatillerini dedeleri ve neneleriyle geçirmek için gelen ve tarlalarda kaygısız koşan çocuklar…Mesarya ovasında bir Kıbrıs köyü…

Atlılar mezarlığına park edip kamerayı kurmanın zamanının geldiğine karar verdim. Solda, gri bir levha üzerinde, diğer şeylerin yanı sıra, Başpiskopos Makarios’un Ağustos 1964 tarihli ifadesinin yer aldığı bir yazıt var: “Eğer Türkiye Kıbrıslı Türkleri kurtarmak için gelmezse, Türkiye kurtaracak Kıbrıslı Türk bulmayacak.” Ölülerin isimlerinin yazılı olduğu levhalara doğru yürüdüm. Beş basamak çıktım. Beş basamak çıktığımı asla unutmayacağım, çünkü daha önce hiç bu kadar hızlı hızlı çarpan bir kalple merdiven çıkmamıştım. Beşinci adımı atıp zirveye çıktığımda, neredeyse kalbim duracaktı. Ruhumun nehirlerini dolduran hıçkırıklara hâkim olmam imkansızdı. Üzüntüden mi, utançtan mı, yoksa öfkeden mi ağlıyordum, hatırlamıyorum… Ancak vücudumu bir canavar gibi delip beni paramparça eden acıyı hatırlıyorum. İsimlerini ve yaşlarını tek tek okudum. Bütün çocukları tanıyordum, bitmeyen kabuslarda tanışmıştık. Beni bu zor duruma, hayatlarının son gününü kaydetmem için getiren kendi çağrılarıydı.

Gözüm Selden’in ismine takıldı. Henüz on altı günlüktü. Hemen aklıma kızım Nefeli geldi. Sabah onu, tıpkı Selden’in de o sabah yapacağı gibi, annesinin memesinden tutkuyla yaşam emerken hayal ettim. Gerçekten, savunmasız kadınları, çocukları, bebekleri, silahsız yaşlı köylüleri nasıl öldürüp, affedilebildiler?”

https://www.tony-direct.com/oumlluumlm-yuumlruumlyuuml351uuml.html

(AVRUPA – Tony Angastiniodis – 10.7.2022)

Bu yazı toplam 1705 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar