1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “EOKA ve ulusal mitler...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“EOKA ve ulusal mitler...”

A+A-

George Kumullis

 (Çok değerli arkadaşımız, Kıbrıslırum gazeteci-yazar George Kumullis’in POLİTİS gazetesinde 1 Nisan 2023 tarihinde Rumca olarak yayımlanan ‘EOKA ve ulusal mitler’ başlıklı makalesini, Rumca’dan İngilizce’ye çevirmesini istedik. Kumullis de bizi kırmayarak bunu yaptı. Kendisine çok teşekkür ediyoruz... Biz de Kumullis’in makalesini İngilizce’den Türkçe’ye okurlarımız için çevirdik. S.U.)

Sosyal bilimcilere göre “ulusal bir mit” bir ulusun üstün niteliklerini ya da başarılarını tarif eden bir efsane ya da değiştirilmiş tarihsel bir anlatıdır. Böylesi bir mit tümüyle laik olabileceği gibi dini de olabilir ya da ruhani izler de taşıyabilir veya ulusal folklörü de içine alabilir. Bu söylem genellikle aşırı dramatize edilmiştir, bir ulusu iyi göstermeyecek olan detaylar söylemin dışında bırakılarak herhangi bir temeli olmayan ya da tümüyle düşgücüyle üretilmiş detaylar da buna eklenmektedir – arzulanan sembolik bir değeri olduğu sürece herşey bu söyleme eklenebilir.

 

DEVLET PROPAGANDASININ PARÇASI...

Ulusal mitler her toplumda vardır. Totaliter rejimlerde bunlar sıkı biçimde dayatılır ve çoğunlukla da liderin inanılmaz yeteneklerini ve önemini ortaya koyar, bazan da bir kişilik kültü yaratır. Modern dünyada, özellikle de küçük ve demokratik bakımdan gelişememiş ülkelerde, ulusal mitler, siyasi ve devlet propagandasının parçasıdır.

Kitleler böylece bunların peşinde sürüklenir ve mitlerin gerçek olaylar olduğuna inanır... Öte yandan bir mitin tarihçiler tarafından tartışma götürmeyecek verilerle çökertilmesi de mümkündür – örneğin, Osmanlı İmparatorluğu devrindeki “gizli okul”a ilişkin ulusal mit gibi... Gerçek odur ki Osmanlılar hiçbir zaman okulların kurulmasını yasaklamamıştı – buna şunu eklemek de önemlidir: 18nci yüzyılda gerek Yunanistan’da, gerekse Kıbrıs’ta özgürce çalışan Yunan okullarının kurulmasında gerçek bir patlama olmuştu...

 

HERKESİ ETKİLEYEN RADYASYON GİBİ...

En popüler mitlerden birisi de bugün kiliselerde 1 Misan’ın yıldönümü nedeniyle yapılan kutlamalrda duyduğumuz EOKA’nın “kurtuluş” mücadelesi sonucu bağımsızlığımızı ona borçlu olduğumuz şeklindeki mittir.

İlginçtir ki yeni Cumhurbaşkanı’nın ilk eylemlerinden biri “esir mezarlar”a çelenk koyarak “bugün Kıbrıs Cumhuriyeti’nin var olması için kendilerini feda etmiş olanları” anması olmuştur. Bağımsızlığımızın EOKA’nın mücadelesi sonucunda elde ettiğimiz şeklindeki mit, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanları, hükümet yetkilileri, okul öğretmenleri ve medya tarafından tekrar tekrar dile getirilmektedir ve böylelikle de kaçınılmaz biçimde tartışmasız bir veri gibi Kıbrıs toplumu tarafından özümsenmektedir.

Nobel Barış Ödülü sahibi Rus Muratov, devlet propagandasını herkesi etkileyen bir tür radyasyona benzetmektedir.

 

EOKA MÜCADELESİ ENOSİS İÇİNDİ, BAĞIMSIZLIK İÇİN DEĞİLDİ...

Gerçek odur ki EOKA’nın mücadelesi ENOSİS içindi, bağımsızlık için değildi. Eğer bağımsızlık istiyor olsaydık, Zürih-Londra Anlaşmaları’nda öngörülen koşullardan çok daha uygun koşullarda ve tek damla kan dökülmeden bunu elde edebilirdik – tıpkı 70 diğer Britanya sömürgesinin neredeyse tümünde olduğu gibi...

 

BAŞIMIZA GELEN BELANIN TETİKLEYİCİSİ...

EOKA’nın yenilmiş olduğu ve hedefi olan ENOSİS’in gerçekleşmemiş olduğu, bunun da ötesinde Anlaşmalar’ın ENOSİS rüyasını tümüyle bitirdiği, bu mite gölge düşürmemek uğruna kamuoyu önünde telaffuz edilmiyor. EOKA mücadelesinin yarattığı sefalet ile bu mücadelenin aslında 1974’te başımıza gelecek olan belayı tetikleyici neden olduğunu tartışmak da ulusal bir tabu olarak kabul edilmektedir.

KURTULUŞ HAREKETİ LİDERİ OLMAKTAN ÇOK UZAKTI...

Bir diğer epik ulusal mit de, EOKA mücadelesinden “kurtarıcı” olarak bahsedilmesidir. Bir silahlı mücadelenin biçimini belirleyen kriterlerin üç adet olduğuna inanıyorum: liderin ideolojisi, üyelerin yemini ve örgütün yapısı. Grivas’ın EOKA lideri olarak seçilmesi, Makarios tarafından gerçekleştirilmişti ki kendisi o günlerde yoğun bir anti-komünist öfkeye kapılmıştı, bu da kraliyet yanlısı sağcı kanadın hoşuna gitmekteydi. Grivas, Almanlar’la işbirliği yapan “X” adlı terörist örgütün lideriydi – bu da onu bir kurtuluş hareketi lideri olmaktan çok uzak birisi yapmaktaydı. İkinci kriter yeminin içeriğidir: EOKA savaşçıları, yalnızca ENOSİS için savaşmaya yemin ediyordu, kurtuluş için değil.

 

KIBRISLITÜRKLER, SOLCULAR DIŞINDA TUTULMUŞTU...

Üçüncü kritere bakacak olursak – Kıbrıslıtürkler, komünistler, solcular ve merkez çizgidekiler bu örgütün dışında tutulmuştular. EOKA savaşçıları, Kıbrıslı gençliğin muhafazakar elemanları arasından seçilmişti ve çoğu yeni yetme de kilise örgütlerinden ve dini örgütlerdendi – yani evrensel özgürlük, barış, uluslararası işbirliği gibi öteki anti-sömürgeci hareketlerin izlediği evrensel idealler yerine, “milliyetçi” aşırı sağ ideoloji ve Kilise’nin gösteriş yapma gelenekleriyle doldurulmuşladı...

 

ULUSAL KURTULUŞ MÜCADELESİ DEĞİLDİ...

Dolayısıyla EOKA mücadelesi ulusal kurtuluş mücadelesi olarak karakterize edilemez çünkü tüm halkı temsil etmediği gibi, iki toplumlu bir karakteri de yoktu. Makarios’un yakın çalışma arkadaşı Nikos Kranidiotis’in dediği gibi: “Mücadele, diğer benzer mücadelelerin karakteri olduğu üzere sömürgecilik karşıtı bir karaktere bürünmemişti ve self-determinasyon (kendi kaderini belirleme) prensibine de dayanmıyordu başlangıçta... Çok derin muhafazakar bir örgütlenmeydi ve gerçek bir sömürge karşıtı mücadeleyi gerçekleştiremezdi, bunu istemiyordu da zaten...” (N. Kranidiotis: “Zor Yıllar: Kıbrıs – 1950-1960”, sayfa 74-75).

Özetlersek, EOKA mücadelesi herhangi bir biçimde kurtuluş mücadelesi olarak tarif edilemez ve bu da ulusal bir mitin tümüyle romantik bir öykü olduğunu ve sembolik manasıyla kabul edildiğini teyit eder.

 

KIBRISLILAR, YUNANLILAR’DAN DAHA ÖZGÜRDÜ...

Eğer ENOSİS gerçekleşmiş olsaydı, otomatik olarak özgürlüğümüzü kazanmış olacaktık şeklinde bir karşı görüş ileri sürülebilir. Burada bir paradoks vardır çünkü en azından EOKA mücadelesine kadar sömürge rejimi altındaki Kıbrıslılar, Yunanistan sakinlerinden çok daha fazla özgürlüğe sahiptiler! Eğer ENOSİS gerçekleşmiş olsaydı, onbinlerce Kıbrıslı Makronissos’a tıkılacaktı – ki burası Nazi kamplarıyla kıyaslanmaktaydı. SEK ve PEK gibi sağcı örgütler EOKA’nın kadrolarına katıda bulunurken, onların da özgürlüğe susamış olduğunu sanmıyorum çünkü EOKA aradan on yıl sonra bunlar, gaddar Cunta rejiminin en büyük destekçileri olmuşlardı...”

(POLITIS gazetesinde 1.4.2023’te Rumca olarak yayımlanan George Kumullis’in yazısının İngilizce versiyonundan Türkçe’ye çeviren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

sayfa-17-makarios-ile-grivas.jpg
Makarios ve Grivas...


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞME KONUSUNDA DÜNYADAKİ TARTIŞMALAR...

“Marazdan iyilik çıkarmak: Bu travma bizi dünyaya neyi öğretmekle yükümlü kıldı?”

Ohannes Kılıçdağı

Covid aşılarından birini geliştiren Moderna şirketinin ve daha birçok girişimin kurucu ortağı olan Nubar Afeyan, geçenlerde Civilnet’ten Lara Tcholakian/Çolakyan’a kendisinin ve ailesinin hayat hikâyesinden yola çıkarak soykırım, acılar ve travma konuları üzerinde durduğu bir mülakat verdi ve kanımca çok değerli sözler söyledi. Burada, söylediklerinin hepsini aktaramayacak olsam da bazı satırbaşlarını vermek istiyorum.

 

AURORA ÖDÜLÜ...

Afeyan öncelikle, Çolakyan’ın sorusu üzerine, Aurora Ödülü’nün, temel olarak Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında karşı karşıya kaldıkları bir yetersizlik hissinden, her zaman yapılanlardan farklı bir şey yapma ihtiyacından doğduğunu söylüyor. Bu bağlamda da, Ermeni Soykırımı özelinde, üzerinde görece az durulan ‘kurtarıcılar’ teması ve konusu üzerinde durmak istediklerini aktarıyor. O günün kurtarıcıları çok önce öldüklerine göre, onların yerine bugün çeşitli coğrafyalarda o kurtarıcı ruhunu yaşatanlara ödül vermeyi düşünmüşler. Bu ödülü, “kendilerine teşekkür etmemiz gereken 100 yıl evvelki kurtarıcılara”, bugün onların izinden gidenler vasıtasıyla verilen bir teşekkür hediyesi olarak tahayyül etmişler ki kanımca son derece anlamlı bir yaklaşım bu. Ermeni Soykırımı yıllarını 1915–1923 olarak düşündükleri için aslında Aurora Ödülü’nü de başta sekiz sene verilmek üzere tasarlamışlar; bu hesapla, bu sene sonuncusu verilecekti. Fakat, yakalanan başarıyı ve bu konuda hâlâ yapılacak çok iş olduğunu görünce, devam etme kararı almışlar.

 

KÖKSÜZLÜK...

Kendisi de göçmen olan Afeyan, soykırımdan sonraki iki, hatta üç kuşak Ermeni’nin tecrübe ettiği, hissettiği köksüzlük hâlinden de bahsediyor ve bunun bir yandan da özgürleştirici etkisi olduğunu söylüyor. “Anlıyorsunuz ki köklerinizi istediğiniz yere salabilirsiniz” diyor. Belli ki elde ettiği başarılarda göçmenliğe yüklediği bu anlamın da katkısı olmuş. Ayrıca, ilk gençliğini Lübnan’da iç savaş döneminde geçirmiş, yanı başında kıyımlara, bombalara, ölümlere tanık olmuş biri olarak, bu tecrübelerin kendisine riskleri göze almak için cesaret verdiğinden de bahsediyor.

 

BÜYÜK TEYZE ARMENUHİ...

Afeyan’ın hayata bakışını şekillendiren önemli figürlerden biri, 1893 Adapazarı doğumlu büyük teyzesi Armenuhi olmuş. Osmanlı ordusunda, Afeyan’ın tanımlamasıyla “çok büyük suçlar işlenirken Türklerin hayatını kurtarmak için çalışan bir doktor” olan bir Ermeni’yle evli olan Armenuhi’nin ailesinin üyeleri soykırımda öldürülmüş. Aile daha sonra Yunanistan’a, oradan da Lübnan’a göçmüş. Afeyan orada doğmuş, daha sonra Kanada’ya yerleşmişler. Afeyan’ın dediğine göre, büyük teyze tüm yaşadıklarına rağmen ailenin çocuklarına bir “Türk nefreti” aşılamamış.

Afeyan’ın büyük teyzesinin söylediği ve onun mülakatta aktardığı bir durumun altını çizmek istiyorum; o da, o zaman Ermenilerin, yapılan zulmün boyutları ve coğrafi kapsamının farkında olmamaları. Yani, Adapazarı’nda veya misal Konya’da yaşayan bir Ermeni’nin, diğer Ermenilerin başına gelenlerden tam manasıyla haberdar olmaması; o kadar ki, bazı Ermeniler o süre boyunca askerî veya sivil bürokraside Osmanlı Devleti’ne hizmet etmeyi sürdürüyorlar. Aslında zamanın iletişim olanaklarını, bilginin yayılma hızını göz önüne alacak olursak, bu durum çok da şaşırtıcı değil. Ermeniler, ancak üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra kendilerine yapılanın boyutlarını kavrıyorlar.

 

“BUNUN YAPILACAĞINA İHTİMAL VERMİYORLARDI...”

Afeyan’ın, gene teyzesinin tecrübelerinden aktardığı başka bir önemli husus da, Ermenilerin bu çapta bir saldırı ve yıkımı beklememeleri. Afeyan, “Toplumla o kadar iç içeler ki, kendilerine bunun yapılacağına ihtimal vermiyorlar” diyor. Bu, birçok soykırımda rastlanan bir durumdur. Başka soykırım örneklerine, özellikle Holokost’a bakarsanız tanıkların ağzından benzer ifadeleri duyarsınız. Örneğin, Yahudilerin, Avrupa’daki pogrom dolu geçmişlerine, acı tecrübelerine rağmen Holokost çapında bir şeyi hiç ama hiç beklemedikleri, birçok tanık ifadesinde yer bulur. Soykırımları mümkün kılan en önemli etkenlerden biri, bu ‘beklememe hâli’dir. Birçok soykırım, “O kadar da olmaz” dendiği, hatta olacaklar akla gelmediği için de gerçekleşmiştir.

 

“BU TRAVMA BİZİ NEYE YÜKÜMLÜ KILDI?...”

Büyük teyzenin Afeyan’ın kulağına küpe olan bir sözü, Afeyan’ın İngilizce ifadesiyle “We have to come back.” Bu sözü, düz bir biçimde “Geri gelmeliyiz” diye çevirebiliriz ama buradaki ‘geri gelme’, kalbi durup da sonradan hayata dönen bir kişinin geri gelmesi gibi, yani ölümden dirilerek gelip yaşama sarılması. Büyük teyze, Ermenilerin sadece yazıklanmasından, hayıflanmasından değil, soykırımdan evvel nasılsa soykırımdan sonra da o hâle gelmeleri için herkesin üstüne düşen sorumluluğu almasından yana. Görünen o ki Afeyan da bu sözü erken yaşlarından itibaren kendine rehber edinmiş ve giriştiği işlerde kendine motivasyon sağlamış. Burada, ender rastlanan bir durum var ki o da, önceki kuşaklardan devralınan ve normalde bireyler üzerinde yıkıcı, olumsuz etkileri olan travmanın, başarı yolunda bir itici güç hâline gelmesi. Afeyan, Ermenilerin şu soruya odaklanması gerektiğini söylüyor: “Bu travma bizi dünyaya neyi göstermekle, neyi vermekle, öğretmekle sorumlu/yükümlü kıldı?” Bunun, acıya, yıkıma epey farklı bir yaklaşım olduğunu teslim etmek gerekir ve kurbana sorumluluk yükleyen bir tarafı olsa da, sanırım ona bir hedef, bir amaç vererek onu sağaltıcı, iyileştirici bir yanı da var.

Ancak bir-iki noktasına değinebildiğim, birçok açıdan ilham verici olan bu mülakatı (maalesef altyazısız, İngilizce sadece) dinlemenizi öneririm.

sayfa-16-nubar-afeyan.jpg
Nubar Afeyan...

Röportajın tümü için link:

https://www.civilnet.am/en/news/695902/trauma-has-shaped-me-to-commit-to-doing-something-useful-noubar-afeyan/

(AGOS – Ohannes KILIÇDAĞI – 31.3.2023)

Bu yazı toplam 1373 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar