Erdoğan!
Recep Tayyip Erdoğan, 2003’te Başbakan ve 2014’te Cumhurbaşkanı oldu...
Tam 20 yıldır ülkesini neredeyse tek başına yönetiyor...
Şu anda belki de siyasi yaşamının en büyük sınavı ile karşı karşıya...
-*-*-
Sadece Türkiye’nin değil, tüm Dünya’nın en yıkıcı depremlerinden biri yaşandı ve bir kaç ay sonra Erdoğan’ı bekleyen “seçim” söz konusu...
Bu seçim yapılacak mı?
Ertelenebilir mi?
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre seçim tarihi sadece “savaş hali” söz konusuysa, en çok bir yıl ertelenebilir...
Savaş hali?
Türkiye savaşta mı?
Suriye’ye ufak bir saldırı veya büyük bir saldırı savaş olur mu?
Erdoğan “sırf kötü gidişatı iyiye çevirmek için” bu savaşı çıkarır ve seçimi erteler mi?
“Yapamaz, imkansız” diyemiyorum çünkü ne dilerse yaptığı gayet açık!
-*-*-
Erdoğan kesinlikle Mayıs veya Haziran’daki seçimde yeniden seçilmek istiyor.
“20 yıl yeter, bırakıyorum” demesini kimse beklemiyor.
-*-*-
Türkiye, her ne kadar ana akım medya tarafından gizleniyor olsa da, ciddi anlamda “bölünmüşlük” yaşayan bir ülke...
Arap – Türk, Suriyeli – Türkiyeli, Afgan - Türkiyeli, Türk – Kürt, Alevi – Sunni bölünmelerinin deprem felaketi sonrası daha görülür olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz...
-*-*-
Erdoğan, hep tek adam oldu...
Ancak Gezi Parkı ve akabinde FETÖ kalkışması sonrası, “demokratik görüntü”, yine daha görülür bir şekilde “otokratik bir görüntü” halini almaya başladı.
2017 referandumunda kıl payı bir zaferle tüm yetkileri eline aldı...
Yargı dahil mi?
Öyle görünüyor!
-*-*-
Yıllarca “Harbiyeli ve Mülkiyeli” kontrolündeki TC Bürokrasisi veya TC Devlet Yapısı’nı “İmam Hatipli – İlahiyat mezunu” kadroların kontrolüne geçirmeyi başardı...
Türkiye’de Erdoğan öncesi siyasete ve devlete hakim “Kemalist Militarist yapı”, artık “Radikal dinci” bir grubun mutlak kontrolüne geçti ve belki de asıl çöküş burada başladı...
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde “Ordu” ilk defa, “siyasi anlamda güç olma” pozisyonunu yitirdi...
Binlerce yüksek rütbeli subay özellikle FETÖ kalkışması sonrası ordudan ihraç edildi, hapsedildi...
-*-*-
Erdoğan, Batılı demokrasilere kıyasla, zaman içerisinde demokratik tüm yapıyı yok etti ve siyasi anlamda gerçek bir “diktatör” görünümü vermeye başladı...
-*-*-
Peki ekonomi?
Türkiye'de enflasyon geçen Ekim ayında resmi rakamlarla yüzde 85 ama gayr-ı resmi rakamlarla yüzde 125’lerdeydi ve son 24 yılın en yüksek seviyesine ulaşmıştı...
Konuya yakın onlarca uzman bu durumdan Erdoğan’ın faiz siyasetini sorumlu tutuyordu...
Hatta Ersin Tatar bile “maliye bakanlığından alındığı ve vekil olarak görev yaptığı günlerde” Kıbrıs Postası’nda bana, “... Erdoğan’ın faiz politikasının doğru olmadığını” söyleybiliyordu... Şimdi mi?
Sıkmaz!
-*-*-
Türkiye, 2018'den bu yana çok büyük bir ekonomik krize saplanmış durumda...
Haliyle biz de bundan nasibimizi alıyoruz...
Türk Lirası, son on yılda Dolar, Euro ve Sterlin gibi günlük yaşamda kullandığımız para birimleri karşısında en az 10 kat değer kaybetti
-*-*-
Erdoğan, “yüksek faiz oranı yüksek enflasyonu kontrol altına almanın bir yoludur”un tam tersini iddia ediyor... Enflasyon zirveye ulaşsa bile faiz oranlarını düşürmeye devam edeceği konusunda neredeyse çığlık atıyor ama TL değer kaybettikçe, dış borç artıyor ve ödenmesi zora giriyor...
-*-*-
Erdoğan, geçtiğimiz Ocak ayında asgari ücreti iki katına çıkardı...
Emeklilik yaşının düşürülmesi ve emekli maaşlarının artırılması da dahil olmak üzere bir takım kamu harcaması duyurdu.
-*-*-
Ancak deprem, insani açıdan büyük yıkıma sebep oldu. Türkiye ekonomik açıdan da dev bir maliyetle karşı karşıya... Yeniden inşa faaliyeti, “karşılanabilir” gibi durmuyor...
Üstelik, Erdoğan mevcut siyasi ve ekonomik durumu yaşarken, üstüne korkunç br deprem felaketi gelmişken, neredeyse “Putin hariç”, Dünya’nın tüm liderleriyle “küs” veya "saygısını yitirmiş" durumda...
-*-*-
Gelelim depreme...
Bir haftadır başka hiç bir şeyle ilgilenmiyor, başka haber izlemiyor, dinlemiyor, okumuyoruz...
Şu bir gerçektir ki, herkes depremin şiddetinin çok büyük olduğunu kabul ediyor...
Acı, dayanılacak gibi değil!
Ve herkes, iki büyük depremin dokuz saat arayla yaşanmasının ve ilkinin insanları uyurken yakalamasının kayıp sayısını artırdığından emin...
Ancak, Erdoğan ve hükümetine yöneltilen en ciddi eleştiri, “imar affı, denetimsizlik ve çok geç müdahale”yle alakalı...
-*-*-
Kayıplar o kadar çok ki, yardım ekiplerinin ulaşamadığı insan sayısı da çok büyük ve haliyle ulaşılamayanların şikayetleri had safhada...
-*-*-
Erdoğan ve kadrosu, “sıfır sorumluluk” noktasında...
Binlerce ölü ve yaralı var ama istifa eden yok!
-*-*-
Erdoğan ve ekibi, deprem sonrası, KKTC’deki Tatar ve Üstel’i de kullanarak, “suçlu müteahhit avı” başlattı ve tüm suçu “malzemeden çalan hırsız müteahhitlere” atmaya çalışıyor...
Ne acıdır ki çok kısa bir süre önce Tatar, Kıbrıslı ve yabancı müteahhitlere, “Ne yasa tanıyın, ne emirname, ne imar yasası, yapın da korkmayın, arkanızdayız” demişti. Bu zihniyet, son depremin en üst seviyede öldürücü olmasının ta kendisidir...
Ve yine ne acıdır ki, Üstel Hükümeti, daha bir hafta öncesinde, KKTC’de vizesiz inşaata izin verecek yasa değişikliği ile uğraşmaktaydı...
Bu yazıyı kaleme aldığım 14 Şubat 2023 tarihine kadar da bu değişik önerisinin bir utanç olduğunu kabul edip özür dileyen tek bir vekilimiz yoktu!
-*-*-
Kıbrıs’ta yaşamını federal çözüme adamış bizler, Erdoğan’ı 2003 – 2004 döneminde daha yeni başbakanken çok sevdik... Çünkü ilk defa “hamaset yapmayan bir liderdi, çözüm yanlısıydı ve Annan Planı taraftarıydı”...
Bu sevgi ve saygı benim hep içimde saklı kaldı ve “çözüm konusunda” örneğin olası rakibi Kemal Kılıçdaroğlu’ndan daha samimi olduğuna inandım...
-*-*-
Ancak görünen o ki, MHP ile ortaklığı ve değiştirilen dış siyaset gereği, son dönemde Kıbrıs siyasetindeki tavrı da gerçek bir deprem enkazıydı...
Dünya tarafından asla kabul edilemez hatta Türkiye’nin bile kabul edemeyeceği “eşit egemen bağımsız Kıbrıs Türk Devleti” siyaseti, dış siyasette imkansızın arzulanmasından başka bir şey değildir...
-*-*-
Neyse, Erdoğan, Vladimir Putin ile uzun süredir yakın ilişki içinde...
Hatta Rusya Devlet Başkanı’ndan "sevgili dostum" diye bahsedebiliyor. Batı bundan “acayip” rahatsız
-*-*-
Kuzey Suriye'deki Kürt gruplara kara harekatı tehdidinde bulunmayı hiç azalatmadı...
Erdoğan, İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılması söz konusu olduğunda da sözünü hiç sakınmadı, geri adım atmadı ve Avrupa’da bir çok yorumcu, “Türkiye’yi NATO’dan atalım” noktasına geldi...
Bir NATO üyesi olarak Türkiye'nin veto hakkını sık sık hatırlatan Erdoğan, özellikle İsveç'teki Kürt nüfusuyla ilgili endişelerini de asla gizlemedi...
-*-*-
Avrupa’da insan hakları örgütlerinin temsilcilerine ve Türkiye’de cılız bazı muhalif seslere göre Erdoğan Türkiye'yi otokrasiye taşıdı...
Otokrasi, yani tek kişilik bir gösteri!
-*-*-
Muhalefeti susturdu, hapse attırdı, insan haklarını aşındırdı...
Türkiye basın özgürlüğü endeksinde 180 ülke arasında 149’uncu sırada...
Bu arada TC ve KKTC’de “ulusal medya”nın yüzde 90'ı kesinlikle Erdoğan’ın kontrolünde... Ve bu yazdıklarımın çoğunu oralarda görmeniz mümkün değil...
-*-*-
Türkiye'de başka neler var?
Mesela laiklik kavgası en üst seviyede...
Kadın ve çocuk haklarının “istismarı” tartışmaları da en üst noktada...
Aile içi şiddet ve kadın cinayetleri ürkütüyor...
Yolsuzluk, hesap vermezlik, demokrasinin zedelenmiş olması, şeffaflık olmaması gibi ağır tartışma konuları da söz konusu...
-*-*-
Peki Erdoğan yandaşları ne düşünüyor?
Erdoğan hala ülkenin en güçlü siyasi ismi... Müthiş bir korku atmosferi söz konusu. En küçük bir yorum yapacak olan anında görevden alınabiliyor. Herkes, bir şekilde makamı korumak için mutlak biat ve itaat etmek zorunda.
KKTC’de de durum böyle!
-*-*-
Ne isterse olsun, bütün her şeye rağmen Erdoğan anketlerde hala birinci çıkıyor...
Muhalefet birlikte hareket etme planları yapıyor ve bu birliktelik başarılmazsa Erdoğan’ın yenilmeyeceği açık...
-*-*-
Erdoğan, NATO’ya kafa tutarak, çeşitli büyük devletlerin başkanlarına sert çıkarak, BM’ye ağır sözlerle saldırarak ve tabii ki Kıbrıs’ta “milli” söylemler kullanarak hala önemli bir kitlenin kahramanı olmayı başarıyor...
Seçimler öncesinde dış politika ve güvenlik konularını büyütmek, abartmak, hatta çatışma çıkartmak, Erdoğan'ın seçmen tabanını sağlamlaştırır...
Çünkü Türkiye'de ağır bir çoğunluğun, “güçlü lider” algısı bu gibi durumlarda çok güçleniyor...
Bu arada, Erdoğan ve Ak Parti’nin popülaritesi, Ocak ayından bu yana, bazı harcamalardaki büyük artışla birlikte, son iki yılın en yüksek seviyesine ulaştı.
-*-*-
Evet, şu anda kimse ne olacağını kestiremiyor...
14 Mayıs’ta seçim olur mu?
Yoksa 28 Haziran mı?
Bir savaş çıkarılır ve bir yıl seçim ertelenir mi?
Daha da kötüsü olur mu?
Mesela kısa süreli bir “iç kavga” ya da “iç savaş”...
Hatta en kötü senaryo, “ciddi bir iç savaş”!
-*-*-
Altılı Masa mı?
Bugün Erdoğan’a rakip olan adaylarını mı belirleyeceklerdi?
Çok dağınık ve güven vermeyen bir görüntü söz konusu...
-*-*-
Deprem, tüm planları değiştirebilir...
Açık olan bir şey var ki, gerçek ne olursa olsa kim “algıyı” kendi lehine çevirirse, güçlenecek!
Ve kazanacak!
-*-*-
Ve depremzedeler mi?
Çadır kentlerde yaşayacaklar...
Okullar zor açılır...
Elektrik, gaz yok...
Korku hep onlarla...
Çadırda yaşamayacak olanlar, göç edecek!
Peki nereye?
Belçika daha şimdiden, “sakın gelmeyin” açıklamalarını üstü örtülü yapmaya başladı bile...
-*-*-
Bir çok bilinmeyenle karşı karşıyayız...
Ancak bilinen en önemli gerçek, ölü sayısı kesinlikle 30 binlerde değildir, üçlü rakamlardadır...
Ve yeniden yapılanma milyarlarca dolara mal olacaktır...
Türkiye bunun altından kolay kalkamayacaktır...
-*-*-
Efendim turizm mi?
Sürekli deprem konuşarak mı ülkeye turist çekeceksiniz?
Ki bu da ayrı bir sıkıntıdır!