Erdoğan’ın Cennetini Kabul Etmiyorlar
Nasılda değişiyor her şey; hem de hızla...
Daha düne kadar, hatiliğiyle, yaptıklarıyla gönüllerde taht kuranlar, bugün diktatörlüğün, nefretin yükselen timsali oluveriyorlar.
Ne hızlı dönüyor dünya!..
Kim derdi ki İstanbul Gezi Parkı’nda yıllarca öylesine sessizce duran iki ağaç, Başbakan Tayip Erdoğan’ın siyasi kaderinin dönüm noktası olacaktı.
Aslında ne ağaçlar, ne de Gezi Parkı’dır olayları tetikleyen... Gündelik kamu ve özel yaşamın değiştirilmesine yönelik uygulamalar halkı bu dönüm noktasına getirdi. Sokağa indirdi.
“İnancın emri” söylemleriyle eğitimde 4+4+4 uydurmasıyla İmam Hatip Liselerinin orta bölümlerinin yaygınlaştırılarak açılması; yurt ve okul harçlarını ödeyen cemaatlerin etkinliliğinin artırılması; gençlerin nasıl giyinecekleri, nasıl davranacakları belirlenmeye çalışılması; tessettürün yaratılan mahalle kontrol mekanizmaları aracılığıyla belli bir yaşam biçimi ve anlayışının baskı aracına dönüştürülmek istenmesi; çocuk sayısından kürtaja kadar yapılan müdahaleler ve nihayet içki satış yasağı...
Tüm bunlar, Erdoğan’ın açıklamaları ve orantısız güç kullanımıyla birleşince tepki büyüdü.
Burada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir etken daha vardır. Türkiye’de internet kullanıcı sayısı gittikçe artmakta ve farklı yaş gruplarından insanlar sosyal medyada daha fazla zaman harcamaktadır. Bu gelişmeler iletişimdeki “zaman” ve “mekan” sınırlılıklarını ortadan kaldırarak; haberlerin, düşüncelerin, bilgilerin daha hızlı yayılarak toplumsal olayların, tepkilerin şekillenmesinde önemli bir etkene dönüştü.
Bugün Türkiye’nin bir yanı yeşil sermayenin neo-liberal anlayışla bahşettiği cennete karşı çıkıyor.
Uzun süreden beridir ılık ılık akan sıcak paranın bedelinin “özgürlük” olduğu anlaşıldı. Camiler, külliyeler, Kur’an kursları derken medya da gözetim ve denetim altına alındı... Sokaklar yanarken, insanlar yaralanırken eğlence programları yayınladılar.
Ilımlı İslam modeline ve yaşam biçimine geçiş süreci eleştirilmemeliydi. Ekonomik başarı öyküleri ve kahramanlıklar yankılanmalıydı ekranlarda; dilden dile dolaşmalıydı...
Karşıt hareketler; insan ve yurtaşlık hakları, düşünce ve gösteri özgürlüklerinin geliştirilmesini isteyenler orantısız güç kullanımıyla baskı altına alınmalıydı.
Nitekim de öyle oldu...
Toplum dönüştürülmek isteniyor.
Herşey “Dindar gençlik yetiştireceğiz.” ifadeleriyle su yüzüne çıkarak gelişti. Bugün Türkiye’nin bir yarısı ki bu yarıyı Erdoğan tutmakta zorlanıyor; “iki ayyaş”, “inancın emri”, “Taksim’e cami yapacağız”, “Atatürk Kültür Merkezini yıkacağız”, “Birkaç çapulcudan izin almayacağım” gibi anlayışlara yakın...
Diğer yarısı ise ne diyor?
Devlet farklı dinlere karşı tarafsız olmalıdır.
Yurttaşların dini ve felsefi inanışlarına saygı göstermelidir.
Din ve vicdan özgürlüğünü savunmalıdır.
Din kültürü ile tarihlerinin nesnel ve çoğulcul biçimde öğretmelidir.
Laiklik uygulamaları ve yaşam biçimi ile inanç özgürlüğünü savunmalıdır.
Çocuklarının din kültürü ve ahlak bilgisi eğitiminde öncelikli sorumluluk ailede olmalıdır. Aile söz sahibi olmalıdır, devlet değil...
“Özel yaşamıma karışma” diyor.
Gezi Parkı olayları Türkiye siyasi tarihinde önemli bir dönüm noktası olmaya aday. Özellikle Başbakan Erdoğan bundan sonraki uygulamalarında rahat olmayacak. İstese de istemese de, kurmaylarının baskısıyla dahi olsa halkın geri kalanını da dikkate almak zorunda kalacaktır. Belki otoriter tutumundan vaz geçmeyecek ama artık rahatlıkla orantısız güç kullanamayacak, düşünce ve ifade özgürlüklerine rahatlıkla müdahale edemeyecektir.
Türkiye’nin bir yarısı artık Erdoğan’ın sunduğu cenneti kabul etmiyor. Bundan sonra tartışmalar bu yönde olacak gibi...