1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Kamudan istifa etti, kendini doğaya bıraktı
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Kamudan istifa etti, kendini doğaya bıraktı

A+A-

Kamu görevinden istifa edene kolay kolay rastlanmaz.
Tek tük!

Şikâyet çok olsa da hem sağladığı gelecek güvencesi, hem de hayat pahalılığına dair koruma kalkanıyla sığınılacak limandır.
Örgütlülük imkanı, çalışma rahatlığı ve ek iş yapabilme serbestliği önemli avantajlardır.

Pınar Ener ezber bozdu, kamu görevinden istifa etti, Lefkoşa’dan Karpaz’a bir tarlaya kaçtı.
"En son maaşım 29 bin 600 TL'ydi, bıraktım, kaçtım, özgürleştim" diyerek, hayalleriyle birlikte koşmaya başladı.

Kamu görevinden 19’uncu yılında ayılırken, kendini bu karara götüren duygusal süreci şöyle anlatıyor:
İnsanların çoğunluğu risk almak istemiyor, hazıra alıştı. Ülkenin en önemli sorunu bence bu… Kendi adıma ‘işe yarıyorum’ duygusunu özlemiştim. Bir işe yaradığınızı hissetmek sadece üretmekle mümkündür. Bunun dışındaki tatmin duyguları geçicidir. İnsan oturdukça miskinleşir.”

2003 yılında mahkemelerde bilgisayar operatörü olarak işe başlamış Pınar Ener…

Dava alımından tebliğ çıkarmaya kadar hukuk bölümünün neredeyse her masasında çalıştım. sonrasında ilkokulda okul sekreterliğine geçtim."

Kamuda canla başla çalışan azınlığa karşı önemli bir çoğunluğun iş yapmasa, üretmese, günü ‘miş gibi’ geçirse bile maaşını aldığını söylüyor; “Bu düzeni bizler kurduk, ne yazık ki insanımız yanlışı kabul etmiyor, yüzleşmiyor, kendinde hiçbir kusur aramıyor” sözleriyle toplumsal özeleştiri yapıyor.

Avtepe’yle Kuruova arasında, Yeşilköy'de kendine 6 dönüm arazi satın aldı.

Atölyesi tamamlanınca bitkilerden boya çıkartmayı, çimentolardan obje yapmayı, sele sepet örmeyi hayal ediyor; dikiyor, ekiyor, biçiyor. “Üç dört kuzu alsam" diyor.

“Toprağım gönen, su tutar, killi… Ama hayallerim çok… Buralar çok güzel… Kendimi ilk kez böylesine huzurlu, mutlu hissediyorum” ifadelerini kullanıyor…

Tarla içerisine kocaman çadırlar kurmuş, özel üretim… Bunu bir iş alanı olarak hayal ediyor. Elektriğin gelmesini bekliyor arazisine… Şunu da not düşelim, kamudan istifa etse de 'emekli hakkı'nı yitirmedi, emekli maaşı almak için 55 yaşına gelmesi gerekiyor.

“Yine de tuzum kuru, borcum harcım yok çünkü” sözleriyle anlatıyor cesaretini…
"Kendi başımın çaresine bakmaktır amacım" diyor.

Toprağa ata tohumları bırakıyor, kök salmak istiyor, üreterek...

pinar-ener-2.jpg



 

Erenköy Lisesi’nde özel bir gün

 

“Küresel çapta yaşıtlarıyla yarışan kuşaklar için uluslararası topluma karışmamız şart… Bilginin en hızlı yayıldığı çağda bilişim kolejleri beklerken, ilahiyat kolejleri müjdeleniyor halen… Bilginin hatmetilmesi isteniyor, hazmedilmesi yerine…”

Karpaz, insanın yaşam sevinicini çoğaltıyor.

Denizin mavisinin en güzel göründüğü tarifsiz bir uçsuzluğu var; hele ilkbaharda, yeşilin tüm tonlarını giyiniyor ve yüreğinizdeki coşkun kalabalığı dağlara salıyor.

Özgürlüğü soluyor, kirden uzaklaşıyor, onca gürültü ve riyakarlıktan kurtuluyorsunuz.

Erenköy Lisesi’nde 12 yıldır “Kültür Sanat Felsefe Haftası” düzenleniyor; bu organizasyon takdiri hak ediyor. Sanatçılar, gazeteciler, edebiyatçılar, mühendisler okula davet ediliyor, öğrencilerle buluşuyor.

Davetliydim, gittim ve ruhum iyileşti.
Karpaz’ı solumak için harika bir fırsattı, bir sınıfta, elliden fazla öğrenci ile buluştuk, dertleştik, sorularını yanıtladık, ışık tutmaya ve anlamaya çalıştık.

Karpaz’da yaşayan gençler kendilerini “mahrumiyet” bölgesinde görüyorlar, gözden ve gönülden uzak olduklarını düşünüyor. Karpaz’a kaçmak isterken bizler, onlar, uzak hissediyorlar kendilerini hayattan… Belki sürekli oralarda yaşasak daha iyi anlayacağız. Kimi zaman bir bahane gibi geliyor bu sözler…

Erenköy Lisesi, ülkenin en güzel ve özel konumuna sahip eğitim merkezi sanırım… Denizi görüyorsunuz, tatlı bir serinlikte... Öyle de… Doğal güzellik de bir yere kadar… Yıkılıyor okul… İşin ilginci, yeni yapılmış derslikler, yarım asırlık binadan daha bakımsız duruyor. Binalar kadar çocukların yüzleri de yorgun… Çünkü geleceğe dair ne konuşsanız, “siz bunu ailemize anlatınız, önce onları ikna ediniz” diyorlar.

Kendi yıldızlarını keşfetmek, kendi yeteneklerinin ve hedeflerinin bilincine varmak istiyorlar ama sanki gizli bir el omuzlarından aşağıya doğru çekiyor, ufuklarını daraltıyor.

Tiyatromuzun genç ışığı, İzel Seylani’yle birlikte katılıyoruz sohbette… Hep öğrenciler soracak değil ya, biz de soruyoruz ve az biraz üzülüyoruz.

Kıbrıs’tan biz yazarın ismini söyleyiniz” diyoruz, ses yok.
Tek bir el kalkmıyor havaya…
Bir gazeteci, bir gazete…”
Yok!
En son hangi tiyatro oyununu izlediniz.”Sessizlik…

İzel Seylani, Karpaz’a defalarca geldiğini, Erdoğan Hoşsöz Kültür Sarayı’nda oyunlar oynadıkları anlatıyor, Erenköy’de…

Dünyayı değiştirmek istiyorsanız, işe, önce kendinizi değiştirmekten başlayacaksınız” desek de biliyoruz, kabahatin büyüğü gençlerin değil…

Çünkü bu eğitim sistemi düşünen, sorgulayan, aydınlanan kuşaklar istemiyor. Bilimi, sanatı, felsefeyi, çoğulculuğu ve medeniyeti değil kaderciliği, gericiliği, ataerkili dayatan bir kültür var.

Ezberciliğin bitmediği bir eğitim modeli, not odaklı… Sorgulayan değil biat eden, itiraz değil itaat eden insanlar hedefleniyor. Küresel çapta yaşıtlarıyla yarışan kuşaklar için uluslararası topluma karışmamız şart… Yüzümüzü Avrupa’ya dönmeliyiz önce… Hayatlarımıza ve yarınlarımıza dayatılan duvarları yıkmalıyız.  Okul değil mescit, cami, külliye açmakla ilerlemiyoruz. Bilginin en hızlı yayıldığı çağda bilişim kolejleri beklerken, ilahiyat kolejleri müjdeleniyor halen… Bilginin hatmetilmesi isteniyor, hazmedilmesi yerine…

Barıştırmayı değil karıştırmayı, birleştirmeyi değil çatıştırmayı ön görüyor anlı şanlı büyükler!
Kıbrıs’ın kuzeyinde hepimizi çevreleyen hayat alanlarına, siyasete, bürokrasiye, sokaklara, insanlara bakınız; bir de umutsuzluğa, özensizliğe, sıradanlığa, eğitim sisteminin meyvelerini toplarsınız zaten…

Erenköy Lisesi’nde harika bir gün geçirsek de aklımızda binbir düşünceyle ayrılıyoruz.
İyi ki idealist öğretmenlerimiz var halen, uğraşıyorlar, umutla, dirençle, adanmışlıkla…

yeni-erenkoy-2.jpg


 

1 Mayıs!

1 Mayıs işçinin bayramıdır ancak meydanlarda en az işçiler görünür. “Bugün Bayram” duygusunu en az yaşayan işçidir, emekçidir ne yazık… Alın teriyle çoğalan samimi emeği değil ceplerdeki değeri büyütenlerin bayramına dönüşüyor giderek 1 Mayıslar… Yorgundur bu ülkenin gerçek emekçileri, yılgındır… Sömürü büyüdükçe büyür ve işçiler giderek daha gözden kaybolur. Ülkenin ortak kaynaklarını adaletle, eşitlikle ve insafla paylaşması gerekenler buna pek yanaşmaz… Yine de “işçi ve devrimci” kılığında yükselir en içli sloganlar. Talan, yalan ve riyakarlık diyarında o sloganlar, sessiz çoğunluğunun karnını doyurmaz…

Kıbrıs’ın 1 Mayısları, ortak yurt, ortak gelecek düşüyle çok daha anlamlıdır.
Barış ve dayanışma için kenetlenelim…
Savaşsız, sömürüsüz, insanca yaşanacak bir dünya özlemiyle kutlayalım 1 Mayıs’ı…


1-mayis-1944.jpg
1 Mayıs 1944. PSE-PEO Öncülüğünde Elefteria Meydanı, Lefkoşa. (PEO arşivi)

 

Bu yazı toplam 6510 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar