1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Ergün Vehbi anlattı
Ergün Vehbi anlattı

Ergün Vehbi anlattı

Ergün Vehbi anlattı

A+A-

 

Stella Aciman

Kıbrıs’ın tarihinde önemli bir yeri vardır Ergün Vehbi’nin. Her ne kadar, aktif siyasetten çekildiyse de hala memleket sorunlarıyla yakından ilgili. Geçtiğimiz Pazar sabah kahvaltısında evinde buluştuk ve sohbet ettik, buyurun…

Geçmiş günlerden bu günlere baktığınız zaman Kıbrıs ilerledi mi, geriledi mi?
Kuzey Kıbrıs kesinlikle geriledi, o dönemde, savaş sonrası bize rüyamızda görsek inanmayacağımız kadar tesis kaldı. Kurulmuş tesislerdi, çoğunun yüzde seksen hammaddesi bile vardı, milyonlarca dolarlık makineler vardı, işletmeye hazırdılar.  Sanayi Holding diye bir kuruluş vardı, battı kapandı, 227 tane tescilli tesis vardı holding kurulduğunda.  Bir tane de kendi ilave yapmadı, ben çalıştığım için biliyorum; azaldı azaldı ve bitti kapandı. Bu fabrikalardan biri plastik fabrikasıydı, ben Türkiye’deyken plastikçiydim, uzmandım, beni fabrikanın başına getirdiler o zaman, çağırdılar beni davet edildim. Bilen işçi bile yoktu bu işleri, işin başına geldim, tulum giyerek işçilere ben öğrettim bu işi, 12 plastik fabrikasını devreye soktum. Ben geldiğimde fabrikaların içlerinde domuz ölüleri vardı, kapalıydı fabrikalar kapısı bile açılmamıştı, çok iddialı bir laf söyleyeyim; Bu memlekette savaş sonrası 1976-1977 meslekten atılan ilk siyasal kişi bendim. Mesleğime söyleyecek hiçbir lafları yoktu çünkü Dev-İş’i de kurduk, oradaki işçilerin haklarının verilmesini sağladık. Sanayi Holding başkanlığına aday gösterildim, benim vasıflarım uygundu, hem mühendis olmam nedeniyle hem de tecrübelerimden, ancak siyasi nedenlerden atanamadım. O yıllardan sonra geriledi mi dediğiniz için bu konuları aştım.

TÜRKİYE’NİN AMBARGOSU

Malların yurt dışına satılamamasının nedeni tanınmıyor oluşu muydu?
Mazeret olarak söylenen bu tabii; Türkiye 75 milyonluk bir ülke, biz artık ağaçlardaki ürünleri sinek yapmasın diye toplatıyoruz, bizim limonumuz Türkiye için bir avuç bir şeydir yani bunu satamaz mıyız? Neymiş Türkiye’nin Gümrük Birliği anlaşması varmış Avrupa’yla, onun için alamazmış, hadi canım sen de… Bir şey söyleyemiyorlar, ben söyleyeyim; bizimkilerin hepsini köle yaptılar, eğiliyorlar. Türkiye Başbakanı çıkacak televizyonda ve ‘söyle bakalım İrsen Bey maaşın kaç senin?’ diyecek, Ben olacaktım onun karşısında ‘ önce siz söyleyin sayın başbakan’ derim. Bizi yöneten adamlar bunu söyleyemedikleri için bugün bu hale getirildik. Türkiye alamaz mı buranın limonunu, patatesini? O kadar değerli ki bizim ürünümüz daha Mersin’de biter, öteye gitmez ama almadılar, ambargoyu bize uygulayan Türkiye’dir. Memur ödemeleri için Türkiye para veriyor ama benim limonum, portakalım ağaçta kalıyorsa neden kalıyor?  Politik nedenlerle kalıyor. Rum tedbirini almış, eskiden patates Hollanda’ya, İngiltere’ye giderdi, daha limanda biterdi, satılırdı hepsi, sonra ne oldu? Rum becerdi, ambargoları koydurttu, Avrupa almaz oldu. Avrupa almaz olunca da kaldı toprakta,  toprakta kalınca da ekmez olduk. 33 bin tonluk patates rekoltesi düştü 2 bin tona. Peki, bunun sorumlusu kötü yönetici olan hükümetler mi? Anlatamamışlar demek ki gerçekten. En büyük ambargoyu uygulayan Türkiye, Hollanda da uyguluyor ama ben Hollanda’ya kızamam onların hakkı var, öyle karar verilmiş, tabii yanlış ama yanlış başka bir şey, peki Türkiye? Onun için patates böyle, narenciyeler söküldü. Lapta cennet bir bölgeydi, narenciyeleri söktüler, plansız yapılaşma oldu, oraya yerleşenler narenciyeyi tanımıyordu çünkü,  şimdi o bölgeye gitmek, oradan geçmek istemiyorum.

İnsan yapısı da mı yozlaştı?
Maalesef insan yapısı da yozlaştı. Bu siyasi yapıda;  Eroğlu, UBP, CTP’nin de payı var. Düşürdü halkı, insanlar oturup onların yaptıkları bu hataları dikkate alarak yenilik yapamadılar gelişmek için. Bu kötü gidişi durdurmak için ne yapmak lazım? Tam tersini yapmak lazım… Onlar partizanlık yaptı, biz de partizanlık yapalım ki partimiz güçlü olsun! Bırak senin partinin güçlü olmasını, önce halk güçlü olsun o zaman zaten senin partin de güçlü olur. Bunu yapamadık, hala da yapamıyorlar. Ne yapmak lazım? Külahı yere koyun, kötü gidiş var mı? Var… Bu memleketin yetişmiş gençlerini, insanlarını istihdam edemiyoruz, bu memleketten kaçıp gidiyorlar, Peki bu insanları yeniden Kıbrıs’a getirmek için neler yapmak lazım? Bir komite kur araştır, sor, kıskanç davranma, ‘e gitti zaten bırak onları’ falan deme. Ne demek bırak? Türkiye’den gelenleri istihdam et, iyinin yerini böyle doldur, bir şey olmuyor tabii neden, yaratıcı insan kalmadı da ondan.

EĞİTİM DE, SAĞLIK DA, EKONOMİ DE KÖTÜ

Ne yapmak lazım?
Planlama yapmamız şart… İkinci olarak da eğitimi baştan ele almamız gerekir, çok kötü bir eğitim sistemimiz var artık bizim. Komite kur, eğitimi nasıl baştan ayağa kaldırabiliriz araştır. Bu memleketin eğitimi çok iyiydi eskiden, ÖSS’de ön sıralarda yer alırdı öğrencilerimiz, bu kadar gerileme olur mu? Oldu, Ya hastaneler, sağlık sistemimiz? Anjiyo için hastaneye gidiyorsunuz ‘parça bozuk, gidin evinize de parça gelecek Amerika’dan, sonra sizi çağıracağız’ diyor size doktor. Kalp bu, bekler mi? Birebir yaşadığım için anlattım bu olayı. Demek ki, bütün bunları yeni baştan bilinçli komiteler kurarak, küskünlükleri bir kenara bırakarak, birlik ve beraberlikle toparlamak gerekiyor.

Ekonomi’ye nasıl bakıyorsunuz?
Ekonomi kötü gidiyor… Sürekli söylenen de memur ve emekli maaşları; ben 5 senedir emekliyim, maaşıma bir kuruş artış yapılmadı. Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın maaşı 26 bin liraymış, bir kuruş masrafı yokken. Türkiye’ye bağımlı olunca nasıl olacak? Yanlış insanlar, hem burada hem Türkiye’de, bu kadar asker var burada Türkiye bağlı tabii ama Türkiye’den maaş gelmesin maaş ödeyemezsin, neden çünkü gelir sağlayamıyorsun. Patatesten, narenciyeden, fabrikalardan gelir sağlayacaksın. O yüzden onları örnek verdim size. Hiçbir şeyin üzerine ilave etmedik, her şeyi yok ettik. Rum ne yaptı; burada bıraktığı fabrikaların daha alasını güneyde açtı, oteller yapıldı, burada da orada da… Biz otelleri bir casino belasına bağladık gelir sağlanacak hayaliyle. Casinoların gelirleri Türkiye’ye gidiyor burada kalmıyor ki, buna Türkiye yöneticileri de göz yumuyor, bizimkiler zaten göz yumuyor. Otel başka, casino kuracaksan o başka. Bakın Rum 10 senedir casino kurma programı yapıyor ve tartışıyor üstelik de bir tane açacaklar.

ÜNİVERSİTELER

Örnek alınan yer Türkiye mi?
Evet, maalesef üstelik de kötü bir kopyası olduk. Komitelerle bu kötü gidişi durdurup araştırmalar yapmamız lazım. Üniversiteler kurduk, iyi güzel… Öğrenciler Türkiye’den gelecek, paralarını alacağız ama bu üniversitelerin bir niteliği olması lazım çünkü yüzde seksen de bizim KKTC’li öğrencilerimiz burada eğitim alıyor. Okul sahipleri para kazansın diye kurulmadı bu üniversiteler. Doğru düzgün, adam gibi eğitim veren üniversiteler istiyoruz. DAÜ bile perişan durumda ama yine en iyisi odur. Bunları nasıl revize edeceğiz, buna bakmamız lazım. Ekonomiyi de incelememiz lazım, bu ülkede iyi ekonomistler yok mu? Var, çok var, hepsi dağınık sağda solda, çoğu politikaya da girmek istemiyor. Bunları bulup çıkarmak gerekiyor. Bunları kırmadan, küstürmeden alıp getireceksin ve diyeceksin ki; ‘Türkiye dahil, aldığımız tüm tedbirleri uygulatacak bir güce sahip olacağız, araştırmaları yapacağız.’ Türkiye ne yapabilir ki sana, Türkiye seninle beraber yürümeye, sana destek vermeye mecburdur ama sen bir şeyler yaparsan.  Örneğin bizim Beşparmak Dağları hep kireç taşıdır,  biz kireç ithal ediyoruz Türkiye’den, üstelik geçtiğimiz yollarda, dağlar da delik deşik, buna rağmen doğru dürüst üretimimiz yok. Ürettiklerimizi pazarlayıp kalkınmayı sağlayabiliriz. Trafiğe bakın her yere mobese kameralar kondu, Karpaz yolunda bile var.  Hollanda’dan alındı kameralar ve çok büyük paralar ödendi, hatta trafik cezalarından elde edilen gelirle hala Hollanda’daki firmaya para ödeniyor. Gelen cezaların bir kısmı da bazı derneklere gidiyor, millet de hükümet alıyor zannediyor. Ben iddia ediyorum; dünyanın hiçbir ülkesinde, bu yoğunlukta cihaz yoktur. Kazalar azaldı mı, yine iddia ediyorum ki arttı.

Peki, barış görüşmelerine nasıl bakıyorsunuz?
Barış olması şart tabii, Kıbrıs Türkleri barışa daha yatkın, daha hazırlıklıdır, çok hatalar olmasına rağmen Annan planını kabul etmesi bile barış isteğinin göstergesidir. Rumlarda bu yok maalesef. Rum bu kadar badire atlattı, bu memlekette bir savaşa neden oldu, hala aynı kafada. Bırak artık bu Türklerle beraber yaşayacaksın bu Ada’nın üzerinde, bu Türkleri yok edemedin, bundan sonra da edemeyeceksin. Başka ülkeler korumasa da sen bu insanları yok edemezsin çünkü bu insanlar bu topraklara tırnaklarını geçirmiştir, son Türkiye’den gelen göçmenlere bakıp da umutlanmayın, Kıbrıslı Türk bu toprakları seviyor, tırnaklarını geçirdi bu topraklara, Rum’un bunu düşünerek yumuşaması gerekir. Ben hatırlıyorum CTP’deyken bize mektuplar yazarlardı Rumlar… Hristofyas’ın mektupları vardı, ‘aman ha siz iki egemenliği savunmaya başlıyorsunuz,  sakın ha sizin çifte egemenlik savunma hakkınız yoktur, Türklerin bu memlekette alacağı en çok muhtariyettir, bundan vazgeçin, yoksa sizi bütün dünya platformlarında sol kesimde mahkûm ederiz’ diye, Akel’den böyle mektup gelirdi bize. Böyle zihniyette onlar, hala da böyle zihniyetteler, hiç değişmediler.

“DEĞİŞMEK LAZIM”

Nasıl çözülecek bu sorunlar?
Değişmedilerse nasıl çözeceğiz bu işi, hep bir şeyler istiyorlar. Tek egemenlik diyorlar, peki neden tek egemenlikte ısrar ediyorsun? Bir gün yine punduna getirip Türkleri atmak için mi?  Ayrıca ekonomiyi zaten ele geçirmiş durumdasın, tüm Ada ekonomisi bizim atalarımızdan Türkiye’nin büyük atalarından yanlışlarından bu hale geldi ve Rum da bunu fırsat bilerek Ada ekonomisine el koydu zaten, bundan pay vermek istemiyor, o yüzden de bir anlaşma istemiyor. Sürekli istiyorlar, mesela Maraş’ı bize verin diyorlar, biz de amborgoları kaldırın, 74 koşulları bitti artık diyoruz. Siz de bir adım atın, konuşalım. Senin verdiklerine karşılık biz de vermeyi düşünelim, bakıyorsunuz hiçbir şey yok, şartlar ileri sürmeye devam ediyorlar.

Ümidiniz var mı?
Çok az.

Türkiye’de kaç yıl kaldınız, azınlıklarla ilişkileriniz nasıldı?
Çok kaldım, İstanbul’da yaşadım. Biz çok güzel döneminde yaşadık. 1960’ta gittim, üniversiteye o dönemde başladım.  Nişantaşı, Beyoğlu, Şişli… O civardaydık, daha sakin, daha sessiz, kültürlü bir İstanbul vardı. Azınlıkların da yoğun olduğu bölgelerdi oralar, tabii  63 olayları onları da çok etkiledi, İstanbul’u etkiledi, azınlıklara karşı korkunç tepkiler oldu, İnönü sonra Rumları sürdü, azınlıkların hepsi bir tedirginlik içindeydi o zaman, arkadaşlarım vardı. Rum bir arkadaşım vardı beraber okuyorduk, mezun olamadan bıraktı. Musevi arkadaşlarım vardı, hiç böyle şeyleri düşünmezdik ayrımcılık yoktu, kültür merkeziydi o yıllarda İstanbul.

Bu haber toplam 4436 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 173. Sayısı

Adres Kıbrıs 173. Sayısı