“Erken seçime kadar” birlikte sokağa inilir mi?
“Erken Seçim” kararı alınana dek muhalefet Meclis’ten çekilir, sendikalar genel greve gider, memurlar ve işçiler iş bırakır, hükümet istifa etmedikçe de bu tavrını sürdürür mü?
Toplu bir hareket olsa…
İşte o durumda “erken seçim” kararı kaçınılmazdır.
Böyle bir güç karşısında direnemez hileli hükümet…
Mümkün mü?
İşin aslı böylesi toplu bir hareketi çok da olası görmüyorum.
Hem sendikaların “genel grev” yönünde sıkıntılı olduğunu düşünüyorum.
Hele de süresiz…
Hem de yaşanan orantısız müdahaleler sonrası toplumun siyasete ve seçimlere güvensizliğinin henüz aşılmadığını…
Şimdi ortak bir “yürüyüş” hazırlığı var ancak anlattığım bu değil…
Çok daha radikal, kararlı ve kapsamlı bir eylem…
***
En kolayı, “muhalefet Meclis’ten çekilsin” demek…
Böylece kendi sorumluluğunu sırtından atıyor çoğunluk…
Meclis’ten çekilmesi gereken muhalefet değil…
“Hükümet” dedikler yapı…
Meclis’te asıl olması gerekenleri “dışarı” istiyor, gitmesi gerekenleri de “koltukta” tutuyoruz.
Onca yolsuzluğa, yüzsüzlüğe, iradesizliğe karşı…
***
“Erken Seçim”i gerçekten istiyor muyuz?
Meclis’ten çekilecekse muhalefet…
Gerisi yerli yerinde bekleyecekse…
Hatta kimileri “kim gelse aynıdır” diyecekse…
“Seçim olsa ne değişecek” algısı sürecekse…
Bu iradesizliğe, kepazeliğe, kirliliğe katlanmak zorunda kalacağız…
***
Hangi koşulda “erken seçim”e gidilir?
Bu soruya gerçekçi bir yanıt vermemiz gerekiyor.
Muhalefetin Meclis’i terk etmesiyle mi yoksa toplu bir sokağa yönelmeyle mi?
Fedakârlık gerektiriyor bu!
İsyanın da bir bedeli var.
“Erken seçim olana kadar sokaktayım” dese maliye memurundan öğretmenine, muhalif vekilinden işçisine, gazetecisinden hekimine, gencinden emeklisine, esnafından çiftçisine herkes…
Bu koşulda “seçime gitmeden” kaç gün dayanabilir, hele de halkın iradesini temsil etmeyen bir hükümet, hele de atanmış bir başbakan, söyleyiniz lütfen…
İradesiz, yolsuz, haysiyetsiz bir yönetim anlayışından kurtulmak isteniyorsa…
O meşhur söz gibi…
“Ya hep birlikte, ya hiçbirimiz…”
“Sahte” ya da “geçersiz”
Kıbrıs'ın güneyinde yaygın bir söylem vardır.
"KKTC" yerine "sahte devlet" ifadesi kullanılır.
Bu söylem özellikle kuzeyde genelde tepki görür.
Barış inşasına katkı sağlamıyor bu dil, bence de…
Ama günün sonunda şimdi çok daha fazla Kıbrıslı Türk benzerini söylüyor, konuşuyor, hissediyor.
***
Eğitim Bakanı olduğu iddiasındaki Nazım Çavuşoğlu'nun lafı önemli...
"Sahte Diploma yok” diyor!
"Geçersiz Diploma var.”
Şimdi güneydeki çevreler de ağız değişirse şaşmayınız.
"Geçersiz Devlet" denirse, sahte yerine!
***
Düşünsenize, hem kayıt yapıyor üniversiteye bir kişi...
Hem de mezun oluyor aynı gün!
Eğitim almadan "üniversite mezunu" oluyor hatta "yüksek lisans" yapıyor, yetmezmiş gibi maaş artışı da alıyor üzerinden...
Bunlara "sahte" demeyeceğiz, öyle mi?
Hileyi, hokkabazlığı, ilkesizliği, çiğliği, kokuşmuşluğu görmeyeceğiz.
***
Peki, Üstel Hükümeti’ne ne diyeceğiz?
Sahte mi?
Geçersiz mi?
İradesiz mi yoksa?
Bir yönetim talimatla göreve gelmeyi ve öyle ilerlemeyi hazmediyorsa, kaçınılmaz son karanlıktır.
“Uzaktan kumanda”nın işlevini nedir?
İster sahte olsun ister gerçek, kararı veren “kumanda” değil “düğmeye basan” eldir!
Toplu bir sefalet
Türkiye’nin hedefi Avrupa Birliği üyeliği olmalıdır.
Bunun için demokrasi ve insan hakları başta olmak üzere reformlara yönelmelidir.
Kıbrıs’ta da uluslararası toplumla barışık bir siyaset şarttır.
Trading Economist'e göre Türkiye şu anda "Sefaletin En Yüksek Olduğu" 5'inci ülke...
Arjantin, Suriye, Lübnan ve Sudan'ın ardından geliyor.
Enflasyon oranına işsizlik oranının eklenmesiyle bulunan sefalet endeksi puanına göre Türkiye dünyada 5’inci sırada yer alıyor.
Buradan çıkış yolu Avrupa’yla uzlaşmaktır.
Avrupa Konseyi’nin sonuç bildirgesinde “Avrupa Birliği (AB)-Türkiye ilişkileriyle” ilgili iki paragrafta önemli değişiklikler yapıldı.
“AB’nin Doğu Akdeniz’de istikrarlı ve güvenli bir ortamdan stratejik çıkarı olduğu ve Türkiye ile iş birliği ve karşılıklı fayda sağlayacak ilişki kurulmasının gerekliliği” rapora yazılıyor.
Umut verici.
***
Elbette bu süreçte “Kıbrıs Sorunu” kilit rol oynuyor.
Yine Avrupa Konseyi sonuç bildirgesine, Kıbrıs’la ilgili AB’nin müzakerelerin yeniden başlaması ve ilerlemesine büyük önem atfettiği ve müzakerelerin, AB-Türkiye ilişkilerine olumlu katkı yapacağına dair ifadeler eklendi.
***
“Sefalet Endeksi” gibi tablolarla yüzleşmek insanı üzüyor.
Gerçekçi olalım.
Kıbrıs’ın kuzeyini “entegre” etmemiz gereken yer Avrupa Birliği olmalıdır, Türkiye değil.
Her meselede Türkiye’yi “rol model” görmekten vazgeçelim.
İleriye gitmiyoruz böyle…
“KKTC”nin hukuk dışı pozisyonu nedeniyle belirli grupların elde ettiği haksız zenginlikten başı dönebilir.
Bu yapı sürdürülemez!
Kimileri daha da yoksullaşırken…
Kimileri üretime dair karşılığı olmayan bir düzen içerisinde servet büyütüyor.
Tüm bunlara karşılık “toplu bir sefalet” yaşadığımızı görmemiz gerekiyor.
“Bir haftada 3.100 TL park parası!”
Okurumuz isyanını paylaşıyor.
“…
Selam Cenk bey,
Ne zaman çok abartılmış bir şeyle karşılaşsak aklımıza ilk siz geliyorsunuz. Zaten birine şikayet etsek de değişmeyeceği için bari size dert yanalım. Geçen hafta Berlin’de yaşayan kızımızı ziyaret ettik arabayı Ercan havalimanında bıraktık, bırakmaz olaydık bir haftada tam 3100 TL otopark parası ödedik. Anladım ki memleket bizim için değil.
…”
Ercan Havaalanı’nın yenisi, eskisi, etrafı nasıl birilerine peşkeş çekildi, 74’te başlayan talan düzeni nasıl boyut değiştirdi, bu yağmaya kimler ortaklık etti sanırım kitap konusudur.
Üstelik iki bin kırk beş’e falan uzatılmıştı en son anlaşma…
Birleşmiş Milletler yönetiminde dünyaya açmak varken, milliyetçi masallar üzerinden AKP sermayesine açıldı Ercan Havaalanı, kendi halkını ezmek pahasına…